29 Ocak 2009 Perşembe

Bengü Taşta Bengüleşmek

Bay Yevglevski'yi takdimimdir...

Ramazan ayında kısa süreliğine Ukrayna'ya bir gezi düzenlemiş, akademik çevreden değerli hocalar ile görüşmüş, bol bol müze gezmiştim. Elimde 20 cilte yakın çok değerli kitap, yüzlerce kare foto, sevinç ve burukluklarla dolu izlenimlerle, bir ay kadar önce canım memleketime dönmüştüm.

Bir hafta içinde Odessa, Çernigov, Kiev, Donetsk ve tekrar Odessa olmak üzere tahmini 3.000.km'lik bir güzergahta okçuluk ve Türk tarihi ile ilgili pek çok bilgi toplama fırsatı doğdu. Ancak size evvela Bay Yevglevski'yi tanıtmak istiyorum. Kendisi ile internet üzerinde okçulukla ilgili araştırma yaptığım esnada tanıştım. Dünya arkeoloji çalışmalarında ender rastlanan, hatta bazı açılardan benzeri olmayan çalışmalar içersinde olan bir gurubun başında ve Donetsk Ulusal Üniversitesi Tarih Fakültesi'nde arkeoloji kürsüsünde öğretim görevlisi. "Orta çağ Avrasya Stepleri" isimli, ağırlıkla göçebe Türklerin (bu tabiri pek sevmiyorum ama kendisi de öyle isimlendirdiği için öyle yazdım) yaşam, silah ve zırhları ile ilgili çok detaylı araştırmalar içeren, arkeoloji serisi gibi çalışmaları olan, değerli bir bilim adamı.

Kurganlar, bizim balbal diye bildiğimiz taş babalar (kamennaya baba), Balballar kurganda yatan kahramanın öldürdüğü düşman adedi kadar dikilen kısa silindirik taşlarmış. Heykel şeklinde olanlara ise balbal değil taş baba denilirmiş.) ve kılıçlar özel ilgi alanına giriyor. Sayın Prof. İlber Ortaylı'nın tabiriyle "Türkiye'de Türk tarihi hakkında yapılan çalışma Rusya'dakinin onda biri bile değil" dediği Rus tarihçi ve arkeologların Türk tarihi ile ilgili yaptıkları çalışmalara öteden beri hayrandım zaten. Ama Sayın Yevglevski'nin çalışmaları gerçekten takdire değerdi. Israrlı davetleri neticesinde zar zor içişleri bakanından izin kopartarak Ramazanda da olsa ziyaretine gittiğim sayın Yevglevski beni çok candan ve samimi bir şekilde karşıladı. Kendisini görünce şaşırdım çünkü Rus değil Türk'e benziyordu.

Kazak Türkçesi ile konuşmaya çalıştı ama ben anlayamadım. Sohbete Rusça olarak devam ettik. "Siz Türk'e benziyorsunuz" dedim. "Ben göçebeyim (koçevnik), Türküm, Karay Türküyüm dedi. Bilir misin?". "Elbette! Dünya üzerinde 4000-4.500 kadar kalmış bulunan Hazar Türklerinin torunları" dedim. "Rakam yanlış şu an maalesef 2000-2500 kadar kaldık" diye ekledi. Eski bir tanıdığına kavuşan birisinin samimiyeti ile akademik kaygıları da bir kenara bırakarak çok candan bir sohbete daldık. Elbette iki Türkün kendi ana dili dışında başka bir dil ile konuşması acı ama yapacak bir şey yok. Zaman zaman Profesör Bernştam ve Gumilyev'in tarzı ve uslubu konusunda tartıştık. Hiç durmadan bir şeyler ikram etme kaygısı ve misafirini rahat ettirmek isteyen bir Anadolulu, bir Trakyalı yani bizden birinin heyecanı ve sevinci ile bölünse de sohbetimiz saatlerin nasıl geçtiğini anlayamadık.

Mütevazi bir insan...

Beraber müze ziyareti ve zamanı unutturan tatlı bir sohbet... Türkiye de sokakta görse herkesin bizden zannedip Türkçe konuşabileceği kadar bize benzeyen birisi. Mali durumunun pek de iyi olmadığını gösteren mütevazi kıyafetleri ile yaptığı çalışmalar hayranlık verici bir tezat teşkil ediyordu. Her birinin üzerinde "Kazakistan", "Kırgızistan", "Macaristan"...vb isimler bulunan klasörler dolusu çalışmalar vardı bürosunda. Sordum nedir diye. "Taş babalar hakkında çalışıyorum şu an" dedi. Yaklaşık 10 ciltlik bir çalışma. Afalladım sadece taş babalar hakkında 10 ciltlik bir çalışma nasıl olur diye. Kaç tane var ki? Sayısını bilen yok. Kazılmayı bekleyen ve her gün kara arkeolog (çörniy arheolog) dedikleri hazine avcıları,mezar soyguncularınca talan edilen yığınlarca irili ufaklı kurgan. Sadece Yevglevski 300 kurganı üzerinde arkeolojik çalışma yapmış. "Çalıyorlar, tahrip ediyorlar" dedi ağlamaklı bir sesle. "Bunların çok acele kazılması lazım, ama kaynak yok. Yabancı bir kültür olduğu için Ukrayna hükümeti parayı iyice kıstı hatta bu sene bir kapik bile vermedi. Artık öğretim görevlisi ve araştırmacı bulmakta zorlanıyorum, topu topu 8 kişilik bir ekibim var . Taş babalar bitince Oğuzlarla ilgili çalışmaya başlayacağım" dedi. Ama dedim yaptığınız çalışmalar göz kamaştırıcı bunları devlet finanse etmedi mi? Hayır dedi bir kısmı için sponsor bulduk, geri kalanını kendimiz karşıladık. Gömleğine baktım, kısa boylu bu dev adamın ve hayranlığım 10 kat daha arttı. Kıyafete harcamıyor bu değerli bilim adamı, eğlenmiyor,hatta hanımı terk etmiş kendisini ve evlenmiyor, eş aramaya vakti yok Yevglevski'nin... Araştırıyor, okuyor, yazıyor, çırpınıyor Sayın Yevglevski bir şeyler yapmak için, didiniyor.

Adnan Mehel, müze ve Üniversite'deki parklarda sergilenen 15 adet balbalların yanında Alexander Yevglevski ile sohbet ederken.

"Taş babalar açıkta, zaten yumuşak taşlardan yapılmış kirli havanın tesiri ile plakalar halinde dökülüyor, hem de kendiliğinden" diye anlatıyor hüzünle, korumak lazım restore etmek lazım kırılan taş babaları eliyle baba şefkati ile okşayarak gösteriyor bana.Ukrayna ve Ukraynalılar çok kötü, kendi tarihinden olmayan eserlere sahip çıkmıyorlar kötü davranıyorlar. Bak diyor Balbalın kafasına boya dökmüşler, Türkiye öyle değil diyor.Yutkunuyorum. Belli ki Yevglevski hayalinde bir Türkiye canlandırıyor. Bilmiyor kendi eserlerimizi kırdığımızı, tahrip ettiğimizi. Kütüphanelerde olması gereken eserlerin Fransa'da veya İngiltere'de ortaya çıktığını. Yol yapmak için yıkılan Mimar Sinan'ın eserlerini bilmiyor. Çekiçlerle kazınan ve kırılan tuğralardan, canım hat eserlerinden haberi yok Yevglevski'nin. Taksim gezisi yani boş meydan yapmak için yıkılan Tarihi taksim kışlasından veya Karaköy meydan genişletmesi için başka yere nakledeceğiz diye parça parça sökülen ve bir daha kendisinden haber alınamayan camiden de. Sayın Şinasi Acar'ın "İstanbul'un Son Nişan Taşları" adlı kitabında resmedilen canım menzil taşlarının halinden de haberi yok. Söylemiyorum Yevglevski'ye bütün bunları, ama içim burkuluyor elbette. Belli ki Yevglevski hoca yaşamak istiyor. Belli ki Yevglevski ölümsüzlüğü bulmak, Bengü taşlarda bengüleşmek istiyor. Mevcudu 200'lere kadar düşen Şor Türkleri veya akraba diğer kabileler gibi Karayları yaşatmak istiyor. Elinde avucunda ne varsa hepsini bilim uğruna harcıyor. Bu nedenle Türkiye'den birisinin ziyaretinin onu çok mutlu etmesinin sebebini anladım. Anladım ki o hayata tutunmak, akrabalarıyla buluşmak, onlar için bir şeyler yapmak ve kitaplarda ölümsüzlüğü bulmak istiyor. "Ben Ortodoks inancındanım ama Türküm, ben göçebeyim" diyor sıkça. Belli ki sadece bana değil herkese öyle söylüyor. Müzede bulunan meslektaşlarının istihza kokan tavırları dikkatimi çekiyor. Ben de onlara nedense mağrurane duruyorum ve aslında tabiatımda olmadığım halde ukalaca yaklaşıyorum, biraz yukardan bakıyorum.

2008 yılı sonunda Çin'de olacak Sayın Yevglevski. Daha önce de belli başlı büyük ülkelerden davet almış konferans için. Belli ki arkeoloji dünyasında tanınan bir isim ve araştırdığı konu dünyanın ilgisini çekiyor.Oradan Nepal'e ve Tibet'e geçecekmiş. Şaşkınlıkla Nepallilerin ve Tibetlilerin de Göçebelerin yaşama tarzı ile ilgili çalışmalara ilgi duyduğunu öğreniyor aslında cevabını tahmin etmenin korkusuyla "ya Türkiye" diye çekinerek soruyorum. Ege Üniversitesi'nden Prof. Bekir Deniz ile Kazakistan'da birlikte çalıştıklarını ve bir defa İzmir'den davet aldığını, ancak Macaristan'daki konferansla çakıştığı için gidemediğini ve başka davet almadığını söylüyor.

"Hocam, dil sorunu nedeniyle çalışmalarınızdan haberimiz olmadı" diye mevzuuyu hemen değiştirip "bundan sonra davet olacaktır, özellikle kılıçlar konusunda yaptığınız çalışmaların çok dikkat çekeceğinden eminim" diye biraz ümitlerini besleyerek konuyu değiştiriyorum. Arkeolog olmadığını ve Aristokrat tavırlı olmasıyla eleştirdiği Gumilov'un, Prof. Artomoff ile birlikte arkeoloji çalışmalarında bulunduğunu ortaya atarak, biraz damarına basıp tartışma ortamı yaratarak ilgisizliğimizin üzerini örtmeye çalışıyorum. Benim muhakkak Harkov ve Dinyepropetrovsk'taki müzeleri ziyaret etmem gerektiğini hatta en güzel taş babaların Moskova tarih müzesinde bulunduğunu ilave ediyor.

Sayılı gün çabuk geçiyor. Ayrılma vakti geldiğinde "hocam izninizle gitmem lazım" artık diyorum.Adli tatil bitti, çalışmalıyım... Yazışacağız değil mi diyor. Ben size her türlü yardımı yaparım diyor, biraz endişeli... Hocam diyorum, biz akrabayız, bırakın yazışmayı sizi arkadaşlarımızla birlikte ziyaret etmeyi düşünüyoruz... Ve inşallah tekrar geleceğiz, diyorum, gülümsüyor. Çıkıyoruz üniversiteden. Babası hastanede, aslında oraya gitmesi lazım, dersler ve çalışmalar onu bekliyor. "Hocam zahmet etmeyin lütfen ben giderim" diyorum. Olmaz diyor "taksi pahalı olur, troleybüsle git". Bir şey diyemedim durağa kadar yürüdük. Hüzünlüydü küçük dev adam, vedalaştık, candan kucaklaştık.Eski ve bira kokan troleybüs uzaklaşıncaya kadar el salladı ardımdan. Rusça bir şiiri hatırladım yanılmıyorsam Aleksandr Blok olmalı:

Da svidanya, drug moy,
Da svidanya,
Miliy moy, Ti u mena v grudu,
Prednaznaçennoye rasstavanie
Obeşçaet vstreçu vperyedu"

Hoşça kal, arkadaşım,
Hoşça kal,
Sevgili arkadaşım, kalbimdesin
Ayrılığın hüznü ,
Müjdesidir tekrar görüşmemizin

2 yorum:

  1. Eline sağlık,daha önceden haberim olsaydı blog linkini daha önceden blog siteme koyardım.Daha çok bilgileri bizimle paylaşman dileğiyle.

    YanıtlaSil
  2. Mütevazi Blogumuzda yazdığıız bu yazı dolayısı ile Yevgelevski hocamıza Türk akademi çevresinden ilge gelmekte geçikmedi. Erzurum üniversitesinden Sayın Doç.Dr. Cengiz Alyılmazın ketkılarıyla ilk önce Afyon Türkoloji kongresine hocamızı davet ettiler,( ben de kendisine eşlik ettim,) mayıs 2010 tarihinde Astana da yapılan kongreye de Yevgelevski hocamızı davet ettiler.Burada da sunum yapan hocamız Türk akademik çevresinde artık tanınmaktadır.Tömerin başındaki hocamız ile Türk dil kurumu Yetkilileri de Yevgelevski hoca için her türlü yardıma hazır olduklarını belirttiler . İnşallah birlikte değerli çalışmalara imza atarlar. Başta Cengiz Alyılmaz hocamız olmak üzere Hocamıza kucak açan değerli akademisyenlerimize gösterdiği ilgi alaka dolayısı ile minnettarım.

    YanıtlaSil