21 Kasım 2012 Çarşamba


Kurgan Yapımı (Heredotun tarfine göre)Resim, Tarih ve Doğa Tarihi Müzesi'nde(Kiev)

ÇİN’DEKİ PİRAMİTLER EFSANESİ

Çin de bulunan Türk Piramitleri konusu uzun zamandır insanımızın zihinlerini meşgul etmektedir. Kaynak olarak da genelde Haluk Tarcan gösterilmektedir. Türkler tarafın dan, Mısır Piramidinden 2000 sene önce ve ondan daha yüksek (300 m.) piramitlerin in şa edildiği, ancak bu piramitlerin saklandığı, bu alana bırakın turisti insanın bile girmesine izin verilmediği ileri sürülmektedir. II. Dünya savaşı esnasında Amerikalı bir pilotun (James Gaussman 1945 yılında) büyük beyaz piramidin resmini çekebildi ği, Alman bilim adamı Hartwig Hausdof ‘a 1994 yılında bir araştırma yapılmasına izin verildiği, Housdof’un da bir kaç fotoğraf dışında kimseye fotoğrafları göstermediği iddia edilmektedir.
Rusça sitelerde ve forumlar da da Çin’ deki piramitler, özellikle de beyaz piramit tartışılmakta, bölgeye girişin yasak olduğu, Çin yetkililerinin piramitlerin üzerine ağaç dikerek sakladığı konuları konuşulmaktadır. Bölgeye girişin yasak olma sı da ufolar ve gökcisimleri ile açıklanmaya çalışılmaktadır. İngilizce forumlarda da benzer bilgiler bulunmaktadır. Google Earth programında buradaki piramitleri gör mek mümkündür. Anlatılan gibi irili ufaklı onlarca piramidin bulunduğu piramitler vadisi Xi’an (Şian okunur) şehrinin 30-40 km kadar kuzeyinde bulunmaktadır. Araştır maya kaynak olarak gösterilen Haluk Tarcan’ın kitabından başlamakta fayda var;
Haluk Tarcan’ın eserinin 130. sahifesinde piramitlerin M.Ö. 3000’ lerde öntürkler tarafından yapılmış olabileceği bildirilmektedir.(1)
Alman bilim adamı diye lanse edilen Hartwig Hausdof ‘un bir bilim adamı değil tur düzenleyicisi olduğu bilgisine İngilizce sitelerden ulaşma imkânı var. Burada bir abartı söz konusu.
Bu alana kimsenin sokulmadığı hususunun da abartılı bir değerlendirme olduğunu belirtelim. En azından 1990 yılından sonrası için. Okçuluk araştırmalarım esnasında Novosibirsk Üniversitesinden Prof. Hudyakov’un bu alana Unesco tarafından 1990 yıllarda düzenlenen bir araştırma gezisine katıldığını Kumandan Qo Tsubin mezarında bulunan “Hunluyu Çiğneyen Çin atı” üzerine yazdığı bir makalesi dolayısı ile öğrenmiştim. Makale içersinde bu heykel üzerinde araştırmaların 1936 yılında yapıldığı ve yayınlandığı da bildirilmektedir.(2)

Orta Asya ve eski Türk tarihi konusunda ciddi ve genel kabul görmüş tarih kitapla rında Çin’de piramitlerin olduğuna dair bir bilgi bulmak mümkün değildir. Konunun şu ana kadar aydınlığa kavuşturulamamasının sebebi de bu olmalı. Ancak piramide benzer bir yapı olabileceğini düşündüğümüz kurgan(tümülüs)la ilgili bazı bilgiler bulmak mümkün. Önce bilmeyenler için Kurganın ne olduğu açıklamaya çalışalım;

Kurgan kısaca ölü odasının üzerine toprak yığılarak yapılan tepecik demektir. Dili mizdeki karşılığı “tümülüs” tür. Kurgan kelimesi aslında Türkçe bir kelimedir. M.Ö. III binlerde Asya steplerinde ortaya çıkan bu defin şekli Orta Asya başta olmak üze re Avrasya kıtasında yaygındır. Afonesova Kültürü ile irtibatlandıranlar olduğu gibi Hazar denizi ile Karadeniz arasındaki steplerde oluşan Yama Kültürüne bağlayan bilim adamları da var. Kesin olan, bir bozkır kültürü olduğudur. İskitlerde ve Kimmerler de de bulunan bu kültür ağırlıklı olarak Türkî halklar tarafından kullanılmıştır. İskandinavlarda ve Ruslarda da bulunmaktadır.
Oktay Belli’nin kitabında kurgan hakkında şu bilgiler bulunmaktadır;
Eserini 10. Yüzyılın ortalarına doğru yazdığı anlaşılan Arap tarihçi Ebu Zeyd El-Belhi, Türk dilinde mezara tepe denildiğini belirtmektedir.”(3)
Aynı kitabın 17. Sahifesinde E.Chavannes’den alıntıyla Hiong-nu(Hun)'larda Asena Şö-ül öldüğünde kendisine yapılan kurganın Kaşgar’daki dağ kadar görkemli olduğu, İbn-i Fadlan’dan alıntıyla Oğuzlarda da bu şekilde kurganların yapıldığı bilgileri yer almaktadır. Aynı eserde bu kurganların bazen piramide benzer şekilde yapıldığı bilgisine ulaşmak ta mümkün;
“ 1253 yılında Fransa Kralı tarafından Orta Asya Karakurum’daki Moğol ordusuna gönderilen bir heyette bulunan rahip Guillaume de Rubrouck da şunları anlatmaktadır.; “Kumanlar mezarlarının üzerine büyük bir kurgan yaparlar.. Eğer ölen kişi zengin ise onun mezarı üstündeki kurgana piramit biçimli bir şekil verirler.” Belli.s.18
Piramitlerin bulunduğu alan Çin’de kurulan devletlerin kadim başkenti Ch’ang-an dır. Liu Mau Tsei nin kitabında sayfa 203 de piramitlerin bulunduğu alanda defnedilen Bir Türk Tigin’i (prens) ile ilgili malumat bulunmaktadır. (A-şi-na) Sse-mo Hie-li (Kağan’ın) sülalesindendi. Çin imparatoru ile birlikte Liao-Tung’a düzenlenen seferde bir okla yaralanır. İmparator bizzat kanını emse de kısa bir süre sonra başkentte ölür. Devamını s.207 den takip ediyoruz
“ Çao-Ling’in mezarının yanına gömüldü ve mezar Po-tao Dağı’nın şekli örnek alınarak inşa edildi.” (4) . Bu bilgiye göre piramit lerin bulunduğu alanda bir Türk Tigin (prens)’in bulunduğunu söyleyebiliriz

Piramitlerin Türklerle bir ilgisi var mı?
Yaptığımız alıntılarla aradığımız şeyin ne olabileceği konusu biraz aydınlatılmış oldu. Ancak bunlar daha yakın tarihe ait bilgiler. Çin’deki Piramitlerin yapıldığı tarih daha eski, o nedenle bu dönemi araştıran diğer kaynaklardaki bilgilerle konuyu biraz daha açmakta fayda var:
Eberhard’da bu konu ile ilgili olarak Chou sülalesi başlığı altında (M.Ö. 1050- M.Ö.247) aşağıdaki bilgiler bulunmaktadır.
“Gerçi Chou’lar kültürlerinin malı olan çuha ve yünlü kumaşları beraberlerin de getirmişlerdir, fakat elbiseler yine değişmemiş olacaktır. Esaslı olarak yalnız mezarların şekilleri değişmektedir; Shang devrin de toprak altında ev şeklinde mezarlar yap mışlardır; şimdi ise, büyük bozkır sakinle rinin tercih ettikleri gibi, büyük Tümülüs-mezarlar yapıyorlardı.” (5)

“Chou hükümdarlarının mezarları ise, Orta Asya’dakilerin şekillerine çok ben zeyen büyük tepeler halinde idi.” Eberhard s. 69
Aslında kurgan kültürü Gök tanrı inancı ile ilintilidir. Gök tanrı inancı Choulardan önceki kültür olan Shang döneminde Çin’de görülmeye başlamışken kurgan kültürü Choularla birlikte gelmiştir. Chou’ların kimliği konusunda Eberhard şu açıklamayı getirmektedir;
“Bugünkü bilgimize nazaran Chou’lar aslen bir Türk kabilesi idi; ufak olan devletleri, bilhassa Türklerle Tibetliler’den müteşekkil idi.” demektedir. Eberhard.s.33
Chou’ların Türk asıllı oldukları bilgisi Zeki Velidi Togan’ın kitabında da bulunmak tadır.(6) Ancak bu bilgilere bakarak Chou devletini oluşturan halkın tamamının Türk olduğu sonucuna varamayız. Aralarında Tibetliler olduğu gibi asıl teba Çinlilerden oluşmuş olmalıdır. Çünkü Çin o tarihlerde de çok büyük bir nüfusa sahipti. Ama Chou devletini kuranların ağırlıklı olarak Türk olduklarını söyleyebiliriz. Ayrıca bu Chou devleti Çin’in kuzeyinde kurulan bir devlettir. O tarihte Çin’de başka devlet ler de vardı.
Kurgan Kültürü Chou’larla birlikte M.Ö 1050 yılından sonra Kuzey Çin’de görülmeyebaşlamıştır. Bu arada Xi’an şehrinin bulunduğu Shensi(Shaanxi de okunur) eyaletinin, Gansu eyaleti ile birlikte kuzey Çin’deki kadim Türk yerleşkelerinden birisi olduğunu hatırlatmakta fayda var. M.Ö III. binyılın ortalarından itibaren bu bölgede görüldüğünü söylediği Proto-Türk kültürü hakkında Eberhard’da şu bilgiler bulunmaktadır. “ Çin kaynaklarından öğrenildiğine göre, bu kültürün merkezi bugünkü Shensi ve Kansu eyaletleridir.” Eberhard s.17
Eberhard bu bölgenin gelişim düzeyi ile ilgili bir kıyaslama da yapmaktadır; “ ..tarihi raporlara göre, Mançurya’da ve Doğu Moğolistan’da henüz taş aletler bulunurken, Batı Moğolistan’da ve Kuzey Çin’de maden biliniyor ve kullanılıyordu.Fakat şimdiye kadar Batı ve Güney Çin’de Kabataş devrine ait aletlerin bulunmamış olması mühimdir. Herhalde bu bölgelerde taş kültürü yerine bir tahta yahut daha doğrusu bugün bile Hindiçini’nin iptidai kabilelerinde bulunan Bambu kültürünün mevcut olduğunu kabul etmek icap edecektir.” Eberhard s.14
Xi’an (Şian) şehri, yani inceleme konusu olan piramitlerin bulunduğu alan Shensi eyaletinin güney kısmındadır. Xi’an şehri ile ilgili araştırmaya başlamadan önce Çin’de bu alandan başka yerde kurgan olup olmadığı hususunu araştırmakta fayda olduğu kanaatin deyiz. Pekin yakınlarında Ming hanedanı mezarları bulunmaktadır. Buradaki mezarlara bir göz attığımızda kurgan şeklinde değil mozole olarak yapıldı ğını müşahede etmekteyiz. Başka yerde böyle bir gelenek yoktur da denilebilir, sonra ki dönemlerde bu defin şekli terk edilmiş de olabilir. Elimizde başka araştırma imkâ nı olmadığı için maalesef bu yüzeysel araştırma ile yetinmek zorunda kalıyoruz.
Fransız arkeolog Corinne Debaine- Francfort’a ait arkeoloji kitapçığı nın 16. ve 20. sahifelerinde, Şair Viktor Segalen’in Tarihçi Chavannes’in keşfettiği eserleri ararken ünlülerin tümülüslerinden bir tanesinin yerini tespit ettiği bilgisi yer almaktadır. Segalen’in keşfettiği şey, tümülüsün hemen yanında bir Çin atının Hunluyu çiğnerken betimlendiği heykel ile birlikte, M.Ö.117 de ölmüş ve Hunlulara karşı başarılı savaşları ile tanınan komutan Huo Qubing’in kurganıdır.(7)
Gene aynı kitapçığın 132, 134 ve 135. sayfalarında kurganlar ile ilgili bilgi mevcuttur. 135. sayfada Sima Qian’in notlarından E. Chavannes çevirisini şöyle bitirmektedir. “ (Mezar) dağ gibi görünsün diye otlar ve ağaçlar dikildi.” Görüldüğü gibi üzerine ağaç dikerek saklama diye bir olay da söz konusu değil. Zaten koca bir tepenin ağaçla saklanabileceğini düşünmek abesle iştigaldir. Bu alıntılar Xi’an şehri yakınında bulunan kurganlar yani araştırma konusu piramitlerle ilgili. Buradaki kurganların oluşumunda Türklerin bir katkısı olmuş olabilir mi?;
Francford’un kitabının 134. Sahifesinde ünlü Ch’in ( Qin de okunur) imparatoru Shi Huangdi hakkında Han hanedanının ünlü tarihçisi Sima Qian’ dan ilginç bir alıntı var. “ Çin kralı burnu çıkık, gözleri iri, göğsü yırtıcı kuşların göğsüne benzeyen bir adamdır; sesi çakal sesidir…” Olumsuz ifadeler devam edip gidiyor. Bir Çin tarihçisinin Çin’in ilk imparatoru sayılan birisi hakkında neden böyle olumsuz ifadeler kullandığının cevabını Eberhard’da buluyoruz.
“..çünkü 221 de bütün geri kalan sülaleler bertaraf edilerek Ch’in( Qin) yalnız başına bütün Çin’e hakim olmuştu” Çin’de gerçek manada ilk imparatorluğun Qin’ler tarafından kurulmuş olduğunu söyleyebiliriz.
“Başlangıçtan beri ahalinin ekserisinin saf Çinli olmadığına, Türkler ve Tibetli’lerle çok karışmış olduğuna şüphe yoktur. Saf Çinliler bu devletten daima yarı “barbar devleti” diye bahsederler.” Eberhard s.75
221’den itibaren bütün Çin’e hakim olan Shih-huang-ti hakkında hükümler muhteliftir: Resmi Çin tarihi onu tanımaz.” Eberhard s.79
Sima Qian’in tavrı şimdi daha net anlaşılabilmektedir. Barbar diye tanımladıkları halkların yönetimindeki bu devlete karşı ciddi bir önyargı içindedirler, hatta resmi tarihçe bu ilk imparator kabullenilememektedir. Frankfort da Çin’in belirgin bir biçim de geçmişin çeşitliliğinden korktuğunun altını çizmektedir.1949-1990 yılları arasında Çin’deki hiçbir arkeolojik alana yabancı arkeologların sokulmadığını söylemektedir. Devamında; “Ama 1950’li yılların Çin’i, geçmişin çeşitliliğinden korkmakta, bu geçmişe özgü bazı kültürel akrabalıkların üstünü örtmekte çabuk davranmaktadır.”demektedir Francford s.34
Qin imparatorluğunun, Çin medeniyetine ve tarihine ne gibi katkılarda bulunmuş olabi leceğini de araştırmamızda fayda bulunmaktadır.
“Çin seddinin ilk bölümleri, yani sıkıştırılmış topraktan basit surlar o dönemde yapı lır… Görkemli bir başkent isteyen ilk imparator Shaanxi’de, bugünkü Xi’an’ın yakınındaki Xianyang’a yerleştirmiştir.
Sima Qian’e göre imparator burada birçok konut ve harika saraylar inşa ettirdi. Me zarı gibi bu yapılar da ne yazık ki imparatorun ölümünden kısa bir süre sonra, geçici hane dan yıkılırken yakılıp yıkıldı.
”Francford s.90
Anlaşılan piramitlerin bulunduğu vadide ilk başkent Shih-huang-ti tarafından kurulmuş. Buradaki kurganlarda ancak M.Ö. 221 den itibaren yapılmaya başlanmış olabilir. Çin seddinin inşasına Qin’ler tarafından başlanması da ilginç. Kendileri de bozkırlı olmalarına rağmen başarılarını ve zenginliklerini koruma altına alma ihtiyacı duymuş olmalılar. Çok kısa ömürlü olan bu imparatorluk Sima Qian’ın bildi ğinden çok daha fazla eserler bırakmıştı. Ama onlar yerin altındaydılar ve Sima Qian’ın onları görme şansı elbette yoktu. Bu nedenle onlardan tek satır bile bahsetmemişti.
İmparatorunun bıraktığı eserler tamamen tahrip edilmiş olduğundan kurganında da başlangıçta ciddi bir kazı yapılmamıştı. Ama 1974 yılında tesadüfen açılan bir kuyu nedeniyle ünlü terra cotta askerlerinin bulunduğu galeriye ulaşılmıştır. Toplam olarak 6000 pişmiş top raktan asker heykeli bu galerilerden çıkartılır. Alan müze haline getirilir ve dünyanın dört bir tarafında gelen ziyaretçileri ile Çinin tanıtımında en büyük katkıya sahip mekânlardan birisi olur. İnsanın bile girmesi yasak denilen mekânları her gün binlerce turist ziyaret etmektedir. İlginç olan Çin başlangıçta burun kıvırdığı Qin devletinin eserlerini bugün gururla sergilemek tedir.

Beyaz piramit efsanesi

Qin imparatoru Shih-huang-ti, bütün Çini birleştirerek çok büyük bir ekonomik güce kavuşmuştu. Ancak iktidarından on yıl sonra ölüm onu yakalamıştı. Yeraltındaki galerilerinde savaş arabaları ile birlikte 6000 pişmiş topraktan heykelin bulunduğu kurgan oldukça büyük inşa edilmiş olmalıydı.
“ kürek mahkûmu 700.000.’i aşkın insan, imparator tahta çıkar çıkmaz inşasına başlanan mozolesinin yapımında çalıştırıldı. ” Frankford. s.93
Rakamların oldukça abartılı olması kadim Çin tarihçiliğinde neredeyse bir gelenektir. Bunu sayılamayacak kadar çok insan şeklinde anlamakta fayda var. Yoksa ne kadar büyük olursa olsun bir tepe üzerinde 700.000. kişi çalışması mümkün değildir.
“ Höyük iyice görülebilmektedir. İmparatorun isteği doğrultusunda, Mısırın en büyük piramidini hacim açısından geride bıra kan bir dağa benzemektedir”. Frankford. s.94.

Yazıda tarif edildiği kadarı ile Qin imparatorunun kurganı (höyük) beyaz piramidin tanımına çok benzemektedir. Ancak yukarıda zikredildiği gibi ilk imparator tarafından yapılan eserlerin tamamı yıkılmış olduğu için kurganının da günümüze ilk yapıldığı şekliyle kalmamış olması muhtemeldir. Alanda başka büyük piramitler de vardır. Çünkü kurgan geleneği M.Ö. 206 yılında kurulan Han hanedanı tarafından da devam ettirilmiştir. Hanlar Mete han ile savaşan Çin hanedanı idi. Beyaz piramit konusunda da tam bir netlik olmamakla beraber Qin imparatorununkinin dışında iki ayrı piramit üzerinde dikkatler yoğunlaşmaktadır. Bir tanesi Çinlilerin beyanına göre İmparatoriçe Wu’nun piramidi. Piramitten çok dağa benzeyen bu kurganın aslında bir dağ olduğu, daha sonra çukur yerlerine toprak doldurularak dış görünüşünün piramide benzetildiği, zamanla bu killerin aşınması ile bugünkü görünümüne kavuştuğu ve yabancılar tarafından anlaşılamadığı söylenilmektedir. İkinci görüş de mevcut piramitler içerisinde en geniş alana yayılmış bulunan Çinlilerin isimlendirmesiyle Mao Ling piramididir. Bir ölçüde efsane haline gelmiş bulunan beyaz piramit Shi- huangdi nin, İmparatoriçe Wu’ nun veya Mao Ling’in piramidi olabilir. Mao ling piramidi’nin geniş alana yayılmış olması yüksek olması manasına gelmez. Shi huangdi nin kurganının da ölümünden hemen sonra tahrip edilmesi nedeniyle yapıldığı zamanki heybetini muhafaza edememiş olduğunu düşünmekteyiz. Amerikalı pilotun ikinci dünya savaşı yıl larında fotoğrafladığı piramide benzer nesnenin yani beyaz piramidin, İmparatoriçe Wu’nun piramidi olduğu kanaatini taşımaktayız. Bazı kısımları aşınmakla artık piramide benzemese de buradaki en yüksek piramit imparatoriçe Wu’nun piramidir. Zaten Amerikalı pilotun çektiği fotoğrafta da aşınma izleri rahatlıkla görülebilmektedir.
Özetle söylersek Öntürkler tarafından Çin’de inşa edildiği ve şu ana kadar saklandığı iddia edilen piramitler, kayadan yapılmış olmayıp yeraltında gömülü mezar odasının üzerini örten yığma topraktan ibaret tümülüslerdir. Kadim başkentte oturan lar aristokrat oldukları için kendi kurganlarını piramide benzer şekilde inşa ettir mişlerdir. Kuzey Çin’deki ilk Türk devleti olan Chuou'lar tarafından Çin’e getiril miş, hâkim sınıfı Türkler ve Tibetliler olan Qin imparatorluğu tarafından devam ettirilmiş Kurgan geleneğinden başka bir şey değildir.
Sonsöz
Yazı içersindeki fotoğraflar Çinli arkadaşların yardımıyla elde edilmiştir. Fotoğrafların çoğu Mao Ling piramidinin etrafındaki eserlerden alınmıştır. Kazı fotoğrafları da Yang ling piramidinin fotoğraflarıdır. En son fotoğraf olan Çin’ce yazıt fotoğrafının biraz kafa karışıklığına sebebiyet verdiğini söylemeden geçemeyeceğiz. Genelde bu tür yazıtların dört tarafı açık olur. Oysa bu yazıtın sadece bir yüzü açıkta. Sanki etrafındaki duvar yeni yapılmış gibi duruyor. Yazıtın diğer yüzlerinde yazı olma ihtimali var. Komplo teorisi üretmeden duramıyoruz galiba. Ama bu araştırma bizim boyumuzu aşar.
Mustafa Adnan Mehel Eylül 2009
Kaynakça:
1-Tarcan Haluk, Tarihin Başladığı Ön Türk Uygarlığı, Töre yayınları İstanbul 2006

2-Hudyakov Y.S , Skulpturnoe İzobrajenie Poverjennogo Hunna Na Mogile Qo Tsubina..(G.Novosibirsk)
3-Belli Oktay, Kırgızistan’da Taş Balbal ve İnsan Biçimli Heykeller, Arkeoloji ve
sanat Yay. İstanbul 2003 s.12
4-Liu Mau-Tsai .Çin Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri, Selenge Yayınları. 2006
5-Eberhard Dr. Wolfram, Çin Tarihi, Türk tarih Kurumu yayınevi, Ankara 2007, s. 36
6-Togan A. Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihi’ne Giriş, İ.Ü. Edebiyat Fak. Yay. İstanbul, 1981 s.13
7-Francfort, Corinne Debaine , Eski Çin’in Yeniden Keşfi ,Çev. Elif Gökteke, Yapı Kredi yay. İstanbul 2008

19 Kasım 2012 Pazartesi

TARİHSEL SÜREÇTE DERİCİLİK TEKSTİL VE SAVAŞÇILAR

Kazakistan’dan, Kırgızistan’dan, Ukrayna’dan, Rusya’dan dünya çapında 15 uzman ve bizim akademisyenlerimiz. Talimhane olarak İstanbul Üniversitesi bünyesinde yapılan ve 3 gün süren bu büyük organizasyona sadece katılımcı değil aynı zamanda organizatör olarak da iştirak etmenin gururunu ve onurunu yaşamaktayız. Bağımsız devletler topluluğundan gelen akademisyenlerin kimler olacağına karar vermek ve onların gelişlerini organize etmek talimhane olarak bizlere düştü. 3. Kasım 2012 tarihinden beri bu değerli bilim adamlarının havaalanından alınması ve sunumlarının tercüme edilmesi, onlara mihmandarlık edilmesi, sahne arkasında kalan ve seve seve yaptığımız görevlerimizdendi. Sempozyumun sınav zamanına gelmesi büyük şanssızlıktı ancak Talimhane olarak arkadaşlarımız büyük fedakârlık göstererek bizleri yalnız bırakmadılar. Yaşar Burak Uslu, Burçin Uslu, Hüseyin Karaman, Hüdai Bekir, Melike Kazaz, Fatihhan Beştaş, Alexander Kuçma, Azad Kuldevlet ,Burak ve Emin kardeşlerimiz ilk aklıma geliverenler. Sevgili Ali Kılıç, Serdar İnanmış, Asım Sönmez, Ramazan Şimşek, Kızlarımız Şeymanur ve Betül sahnede gösteride yer alanlar. Şu an ismini sayamadığım 10-15 kadar daha talimhaneli bizimleydiler, sağ olsunlar. Hüseyin Emiroğlu ağabey de hem bizzat iştirak etti hem de sempozyumun ikinci günü Tarihi Sultanahmet Köftecisinde bir akşam yemeği organizasyonu ile bizleri misafir ve mutlu etti.Prof. Svezdana Dode başlangıçta yoğurttan başka bir şey yemeyeceğim demesine rağmen döndüğü güne kadar sultanahmet köftesinin köftesinin lezzetini anlattı durdu. Hüzeyin ağabey sağolsun bunaldığım zamanlarda hem sırdaşlık hem de bizzat yardım edip arkadaşlık görevini de fazlasıyla yerine getirdi. Yaşar Burak ve Burçin Uslu biraderlerimiz Sempozyumu baştan sona takip edip, bazen de akademisyenleri müzelerde gezdirerek büyük destek oldular. Sempozyumun fotoğraflanmasında da Hüseyin Karaman kardeşimizin çok emeği var. Sınavları dolayısı ile gelemeyen arkadaşlarımızın da gönülleri ve duaları bizimleydi şüphesiz. Şu ana kadar talimhane olarak oldukça ciddi sayıda konferansa imza attık, hamdolsun. Ama bu içlerinde en uzun süreli olanıydı. İlk gün mihmandarlık görevinin yanında okçuluk gösterimiz vardı. Kısa bir hazırlık yapabildiğimiz arkadaşlarımızdan Buğra ve Arif gelemeyince yerine Asım ve Hüdai kardeşlerimizi davet edip koreografide değişiklik yapmak zorunda kaldık. Gösteri esnasında Ercan usta’nın yayını seyircilere verip “buyurun göçebelerin gücünü hissedin, göçebe ruhuna dokunun!! işte size gerçek bir Türk yayının son örneklerinden" deyip elimdeki Narin Edrene’yi seyircilere fırlattım. Gelen akademisyenlerin hemen hepsi İskit, Kazak, Saka, Alan, Moğol ve Selçuklu kostümleri uzmanıydı. Kazı alanından aldıkları çamura bulanmış ve hırpalanmış tekstil parçalarını birleştirip o kumaş parçalarının nasıl dokunduğunu, yapısının ve içeriğinin ne olduğunu belirleyip İllüstrasyonunu çizdikten sonra, birebir aynısını üretebilen uzmanların karşısında, kendi emeğimizle ve bilgimizle yaptığımız mütevazı kostümlerle çıkmak elimizi ayağımızı titretiyordu. “Acaba bize gülerler mi?" Sorusu beynimi kemirdikçe tuhaf oluyordum. Hazırlıklarımızı yapıp perdenin tam açılacağı yerde dimdik durdum. Daha açılır açılmaz beğeni sesleri gelince “ kırmızı olsun da 5 kuruş pahalı olsun “ sözü geldi aklıma ve gülümsedim. Biraz anlatı, bir kaç farklı türde atış ve fındık serpme. İlk defa yapacağımız bu gösteride aramızda uzun zamandır antrenman yapmamış arkadaşların varlığı beni biraz korkutuyordu. Spot ışıkları gözümüzü alıyor, gençlerin tedirginliği yüzlerinden belli oluyordu. Bu nedenle kızlarımıza sadece bir atış yaptırabildim. Betül hanım, Şeyma kızım lütfen affedin. Harikaydınız Yaşar Burak uslu kardeşimiz davudi sesiyle sofa tezkiresine ( Sefer duası yerine sofa tezkiresini okuduk. : )))) başladığında yavaştan hücum marşı girmişti. Sahnede başka türlü yapma imkanı olmadığından biz vezir için yapılan fındık serpme seremonisini canlandıracaktık ( Vezir için 3 sıra Sultan için… zahmet olmazsa biraz araştırın ; amma kolaycısınız ha : )) .
- “…demine devranına huuu diyelim.!!!” -Huuuu!!!! diyeceğiz amma heyecandan sesimiz fazla gür çıkmadı. “Neyse bir dahakine inşallah” dedik ve atışa başladık. Önce birinci sıra sonra ikinci sıra sonra üçüncü sıra. Sıra ile aslında tüfenk atışlarında yapılan bu atış şeklini okçuluğa uyarladık ve oklarımızı serpmeye başladık. Kaşıklıklardan yükselen tüyler arkadaki atıcının görüşünü biraz engelliyor, putaya yani aşağıya doğru atıyor olmamız riski artırıyordu. Bir yandan atıyor bir yandan da bir kaza olmasın diye dua ediyorduk. Hücum marşı bittiğinde atışı kestik ve dinleyicileri selamladık. Özellikle Rusların alkışlaması ve beğenilerini göstermesi bizi keyiflendirmişti. Akademisyenleri davet ettik sahneye ve atış yaptık, yaptırdık. Toz toprak içersinde kazılar yapan ve bulduklarını yorumlayıp tasnif ederek bizlere çok değerli bilgiler bırakan bilim adamlarının ellerine ok ve yayı aldıklarına nasıl çocuklaştıklarını görmek keyif vericiydi. Hemen Türklerden ve Ruslardan daha doğrusu bağımsız devletler topluluğundan iki takım çıkartıp yarışma havasına soktuk. Çok keyifli atışlardan sonra dinlenme zamanı gelmiş dışarı çıktığımızda özellikle Ruslar bizimle fotoğraf çektirme yarışına girmiş lerdi. Ekibin neşe kaynağı Kazakistanlı âlim Kırım Altınbekov bize bir isim taktı; “Adnan Paşa “. Kahkahalar atarak ikide bir “Adnan paşa!!!” diye bağırıyor ben de ona; “ Altın Paşa” diye karşılık veriyordum. Birinci günkü görevimizi bir mazarrat çıkmadan hakkıyla yerine getirmiştik. Yalnız İskit kadın kostümleri uzmanı Prof. Olena Fialko hemen “kızlarınızla bir fotoğraf çektireyim” dedi. Ardından “Osmanlıda bayan savaşçı var mıydı?” diye sordu. “Hayır” dedim “Osmanlıda yoktu ama Selçuklu da vardı.” Bir uzmana böyle bir şey söylenir mi? “Delilin var mı? benimle paylaşır mısın? “diye ekledi. Haydi, bakalım ‘kem küm’ teranesini Rusça mı söylersin yoksa Türkçe mi. Neyse bir şekilde durumu idare ettik ama bunu bir eksi puan olarak kendi haneme yazdım. Emin olmadığın bir şeyi özellikle akademisyenlerle paylaşmayacaksın kardeşim. Sadece bu gösteri için gelmiş talimhaneli kardeşlerimiz birer birer izin isteyip çıkınca aslında o gün öğleden sonra salonu bizim doldurduğumuzu fark ettim. Ama imtihan dolayısı ile öğrenciler ayrılmak zorundaydılar. Akşam herkes uyudu ancak ben ve Yevgelevski hoca ayaktaydık. Saat ikiye kadar anlayamadığım bazı noktaları açıklamaya çalışıyordu. Rus profosörlerin huzurunda Rusça kaynaklardan hem de adamların uzmanlık alanında sunum yapmaya çalışan kaç avukat vardır bilmiyorum ama yaptığımız tereciye tere satmaya çalışmanın Rusçası galiba. “Yahu başka işin yok mu senin. Sen ne anlarsın deri ve tekstilden. Git okunu at okçuluğunu anlat.” Uykum kaçtı elbette. Ertesi gün bir dizi aksilik çıkınca doğru dürüst hazırladığım kâğıtlara bakamadım bile. Sunum sabahı alelacele hazırladığım pover point ve elimde birkaç sayfa buruşmuş yazı. Heyecandan elim ayağım titremeye başladı. Hani mikrofona alışkınım ama hem konu Okçuluğun kenarında hem de gerçekten bizim için çok ciddi bir sınavdı. Öğlen yemeği gecikince “yemek yiyelim ondan sonra “ diye sunum yapmayı erteledim. Aslında ‘belki bir iki defa daha okurum’ düşüncesindeydim. Ama olmadı benim sunum akşam son oturuma ertelendi. Bu arada Prof. Olena Fialko “seni dinlemek istiyoruz ne zaman sunum yapacaksın?” diye sordu. “Bu kadar uzmanın karşısında biraz çekiniyorum” diye açık yüreklilikle cevapladım. “Hayır, dedi bir savaşçı olarak senin yorumun önemli ve dinlemek istiyoruz.” Aynı soru kültür bakanlığının temsilcisinden de geldi. Bu arada roma heykellerindeki ayakkabıları işleyen hocamız “Orta Asya -Türk zırhları konu sunda maalesef bir araştırmaya ulaşamadık” gibi bir şeyler söyledi. Birden tedirginliğimi unutup Moderatör prof.Dr. Sevil Gülçur hocamıza yaklaştım “lütfen beni ilk sıraya alır mısınız” dedim. Aradan sonra kürsüye çıktık, İlk ben başladım. Sadece resimleri değil, bilgileri bile kimden aldığımı tek tek Rus ve Bağımsız Devletler Topluluğundan akademisyenlerin isimlerini zikrederek anlatmaya başladım. Perdede tarihin derinliklerinde kalmış deri ve şilte zırhlar birer birer boy gösteriyor, Tagarlar, Hunlar, Göktürkler İskitler arzı endam ediyordu. İnsanlar yazılı metinlerde bile bir yerlerden aşırıp kaynak göstermezken ben sempozyumda alıntıladığım bilgi ve resimleri kaynak göstererek anlatmaya çalışıyordum. Elimdeki kağıtlara kâğıtlara hemen hiç bakmadan hafif zırh tiplerine kadar ayrıntılı sunumu tamamladım, hamdolsun. Bizlere Orta Asya’nın kapılarını aralayan, atalarımızın neye benzediği, ne yedikleri ne içtikleri ne giydikleri konularında çok değerli bilgiler sunan Bağımsız Devletler Topluluğundan bilim adamlarını alkışlayarak konuşmamı bitirdim. Solovyev, Gorelik, Ahmedjan, Hudyakov, Polosmak, Rudenko, Kubarev ve diğerleri.
Elbette var. Bizim tarihimizi araştıran birileri var. Orada Asya’nın derinliklerinde bize rağmen bizi araştıran insanlar var. Selçuklu kostümleri ile ilgilenen kaç akademisyen tanıyorsunuz? Ya Osmanlı? Rusya’daki Osmanlı kumaşlarını bilen kim var? Alanlar üzerindeki Türk kıyafetlerini? Amazonları, İskitleri, altın adamın üzerindeki kostümün detaylarını? Cingul Hanın ismini duyan var mı? Taş tasvirleri üzerindeki betimlemelerden nasıl bir kaftan modeli çıkardı bilir misiniz? Gencecik akademisyenlerden birisi hem konferansı dinliyor hem de elinde bir kumaş parçası ile dikiş dikiyor. Hayır, hayır çeyizini falan hazırladığı yok, sadece tarihi bir kaftanı veya bir eseri yeniden yapmaya çalı şıyor. İzin istedim fotoğrafını çekmek için. İşte bu değerli insanlar buradayken bu değerli hazineler ayağımıza kadar getirilmişken istifade etmeye çalışanların sayısı maalesef hiç de istediğimiz gibi değildi. Üçüncü gün ‘acaba bir gün tanışma imkânı bulabilir miyim?’ diye hayal kurduğum değerli hocalarımızın yanında ve hem de moderator olarak verilen görev bizi çok onurlandırdı. İskit uzmanları Yurii Boltryk, Olena Fialko, Sibirya’dan çok değerli bir isim Prof. Tamara Glushkova ve Cem Çelik ile birlikte Sekizinci ve son oturumu başarıyla tamamladık. Oturum bittiğinde uzunca bir fotoğraf faslı başladı. Hem organizasyon, hem gösteri, hem sunum, hem moderatörlük hem mihmandarlık görevini hamdolsun alnımızın akıyla yerine getirdik. Sunumun beğenilip beğenil mediği konusunda Rusya’ya konferans için davet edildiğimizi söylersem yeterli olur herhalde. Hem de kostümlerimizle. Bu arada bazı akademisyenlerle kısmet olursa müşterek projeler üzerinde çalışacağız. Bilimse bilim, sanatsa sanat, sporsa spor, gösteri ise gösteri, Bu imtihandan da alnının akıyla çıktı Talimhane neferleri. Hamdolsun. Kasım 2012