29 Ocak 2009 Perşembe

Bengü Taşta Bengüleşmek

Bay Yevglevski'yi takdimimdir...

Ramazan ayında kısa süreliğine Ukrayna'ya bir gezi düzenlemiş, akademik çevreden değerli hocalar ile görüşmüş, bol bol müze gezmiştim. Elimde 20 cilte yakın çok değerli kitap, yüzlerce kare foto, sevinç ve burukluklarla dolu izlenimlerle, bir ay kadar önce canım memleketime dönmüştüm.

Bir hafta içinde Odessa, Çernigov, Kiev, Donetsk ve tekrar Odessa olmak üzere tahmini 3.000.km'lik bir güzergahta okçuluk ve Türk tarihi ile ilgili pek çok bilgi toplama fırsatı doğdu. Ancak size evvela Bay Yevglevski'yi tanıtmak istiyorum. Kendisi ile internet üzerinde okçulukla ilgili araştırma yaptığım esnada tanıştım. Dünya arkeoloji çalışmalarında ender rastlanan, hatta bazı açılardan benzeri olmayan çalışmalar içersinde olan bir gurubun başında ve Donetsk Ulusal Üniversitesi Tarih Fakültesi'nde arkeoloji kürsüsünde öğretim görevlisi. "Orta çağ Avrasya Stepleri" isimli, ağırlıkla göçebe Türklerin (bu tabiri pek sevmiyorum ama kendisi de öyle isimlendirdiği için öyle yazdım) yaşam, silah ve zırhları ile ilgili çok detaylı araştırmalar içeren, arkeoloji serisi gibi çalışmaları olan, değerli bir bilim adamı.

Kurganlar, bizim balbal diye bildiğimiz taş babalar (kamennaya baba), Balballar kurganda yatan kahramanın öldürdüğü düşman adedi kadar dikilen kısa silindirik taşlarmış. Heykel şeklinde olanlara ise balbal değil taş baba denilirmiş.) ve kılıçlar özel ilgi alanına giriyor. Sayın Prof. İlber Ortaylı'nın tabiriyle "Türkiye'de Türk tarihi hakkında yapılan çalışma Rusya'dakinin onda biri bile değil" dediği Rus tarihçi ve arkeologların Türk tarihi ile ilgili yaptıkları çalışmalara öteden beri hayrandım zaten. Ama Sayın Yevglevski'nin çalışmaları gerçekten takdire değerdi. Israrlı davetleri neticesinde zar zor içişleri bakanından izin kopartarak Ramazanda da olsa ziyaretine gittiğim sayın Yevglevski beni çok candan ve samimi bir şekilde karşıladı. Kendisini görünce şaşırdım çünkü Rus değil Türk'e benziyordu.

Kazak Türkçesi ile konuşmaya çalıştı ama ben anlayamadım. Sohbete Rusça olarak devam ettik. "Siz Türk'e benziyorsunuz" dedim. "Ben göçebeyim (koçevnik), Türküm, Karay Türküyüm dedi. Bilir misin?". "Elbette! Dünya üzerinde 4000-4.500 kadar kalmış bulunan Hazar Türklerinin torunları" dedim. "Rakam yanlış şu an maalesef 2000-2500 kadar kaldık" diye ekledi. Eski bir tanıdığına kavuşan birisinin samimiyeti ile akademik kaygıları da bir kenara bırakarak çok candan bir sohbete daldık. Elbette iki Türkün kendi ana dili dışında başka bir dil ile konuşması acı ama yapacak bir şey yok. Zaman zaman Profesör Bernştam ve Gumilyev'in tarzı ve uslubu konusunda tartıştık. Hiç durmadan bir şeyler ikram etme kaygısı ve misafirini rahat ettirmek isteyen bir Anadolulu, bir Trakyalı yani bizden birinin heyecanı ve sevinci ile bölünse de sohbetimiz saatlerin nasıl geçtiğini anlayamadık.

Mütevazi bir insan...

Beraber müze ziyareti ve zamanı unutturan tatlı bir sohbet... Türkiye de sokakta görse herkesin bizden zannedip Türkçe konuşabileceği kadar bize benzeyen birisi. Mali durumunun pek de iyi olmadığını gösteren mütevazi kıyafetleri ile yaptığı çalışmalar hayranlık verici bir tezat teşkil ediyordu. Her birinin üzerinde "Kazakistan", "Kırgızistan", "Macaristan"...vb isimler bulunan klasörler dolusu çalışmalar vardı bürosunda. Sordum nedir diye. "Taş babalar hakkında çalışıyorum şu an" dedi. Yaklaşık 10 ciltlik bir çalışma. Afalladım sadece taş babalar hakkında 10 ciltlik bir çalışma nasıl olur diye. Kaç tane var ki? Sayısını bilen yok. Kazılmayı bekleyen ve her gün kara arkeolog (çörniy arheolog) dedikleri hazine avcıları,mezar soyguncularınca talan edilen yığınlarca irili ufaklı kurgan. Sadece Yevglevski 300 kurganı üzerinde arkeolojik çalışma yapmış. "Çalıyorlar, tahrip ediyorlar" dedi ağlamaklı bir sesle. "Bunların çok acele kazılması lazım, ama kaynak yok. Yabancı bir kültür olduğu için Ukrayna hükümeti parayı iyice kıstı hatta bu sene bir kapik bile vermedi. Artık öğretim görevlisi ve araştırmacı bulmakta zorlanıyorum, topu topu 8 kişilik bir ekibim var . Taş babalar bitince Oğuzlarla ilgili çalışmaya başlayacağım" dedi. Ama dedim yaptığınız çalışmalar göz kamaştırıcı bunları devlet finanse etmedi mi? Hayır dedi bir kısmı için sponsor bulduk, geri kalanını kendimiz karşıladık. Gömleğine baktım, kısa boylu bu dev adamın ve hayranlığım 10 kat daha arttı. Kıyafete harcamıyor bu değerli bilim adamı, eğlenmiyor,hatta hanımı terk etmiş kendisini ve evlenmiyor, eş aramaya vakti yok Yevglevski'nin... Araştırıyor, okuyor, yazıyor, çırpınıyor Sayın Yevglevski bir şeyler yapmak için, didiniyor.

Adnan Mehel, müze ve Üniversite'deki parklarda sergilenen 15 adet balbalların yanında Alexander Yevglevski ile sohbet ederken.

"Taş babalar açıkta, zaten yumuşak taşlardan yapılmış kirli havanın tesiri ile plakalar halinde dökülüyor, hem de kendiliğinden" diye anlatıyor hüzünle, korumak lazım restore etmek lazım kırılan taş babaları eliyle baba şefkati ile okşayarak gösteriyor bana.Ukrayna ve Ukraynalılar çok kötü, kendi tarihinden olmayan eserlere sahip çıkmıyorlar kötü davranıyorlar. Bak diyor Balbalın kafasına boya dökmüşler, Türkiye öyle değil diyor.Yutkunuyorum. Belli ki Yevglevski hayalinde bir Türkiye canlandırıyor. Bilmiyor kendi eserlerimizi kırdığımızı, tahrip ettiğimizi. Kütüphanelerde olması gereken eserlerin Fransa'da veya İngiltere'de ortaya çıktığını. Yol yapmak için yıkılan Mimar Sinan'ın eserlerini bilmiyor. Çekiçlerle kazınan ve kırılan tuğralardan, canım hat eserlerinden haberi yok Yevglevski'nin. Taksim gezisi yani boş meydan yapmak için yıkılan Tarihi taksim kışlasından veya Karaköy meydan genişletmesi için başka yere nakledeceğiz diye parça parça sökülen ve bir daha kendisinden haber alınamayan camiden de. Sayın Şinasi Acar'ın "İstanbul'un Son Nişan Taşları" adlı kitabında resmedilen canım menzil taşlarının halinden de haberi yok. Söylemiyorum Yevglevski'ye bütün bunları, ama içim burkuluyor elbette. Belli ki Yevglevski hoca yaşamak istiyor. Belli ki Yevglevski ölümsüzlüğü bulmak, Bengü taşlarda bengüleşmek istiyor. Mevcudu 200'lere kadar düşen Şor Türkleri veya akraba diğer kabileler gibi Karayları yaşatmak istiyor. Elinde avucunda ne varsa hepsini bilim uğruna harcıyor. Bu nedenle Türkiye'den birisinin ziyaretinin onu çok mutlu etmesinin sebebini anladım. Anladım ki o hayata tutunmak, akrabalarıyla buluşmak, onlar için bir şeyler yapmak ve kitaplarda ölümsüzlüğü bulmak istiyor. "Ben Ortodoks inancındanım ama Türküm, ben göçebeyim" diyor sıkça. Belli ki sadece bana değil herkese öyle söylüyor. Müzede bulunan meslektaşlarının istihza kokan tavırları dikkatimi çekiyor. Ben de onlara nedense mağrurane duruyorum ve aslında tabiatımda olmadığım halde ukalaca yaklaşıyorum, biraz yukardan bakıyorum.

2008 yılı sonunda Çin'de olacak Sayın Yevglevski. Daha önce de belli başlı büyük ülkelerden davet almış konferans için. Belli ki arkeoloji dünyasında tanınan bir isim ve araştırdığı konu dünyanın ilgisini çekiyor.Oradan Nepal'e ve Tibet'e geçecekmiş. Şaşkınlıkla Nepallilerin ve Tibetlilerin de Göçebelerin yaşama tarzı ile ilgili çalışmalara ilgi duyduğunu öğreniyor aslında cevabını tahmin etmenin korkusuyla "ya Türkiye" diye çekinerek soruyorum. Ege Üniversitesi'nden Prof. Bekir Deniz ile Kazakistan'da birlikte çalıştıklarını ve bir defa İzmir'den davet aldığını, ancak Macaristan'daki konferansla çakıştığı için gidemediğini ve başka davet almadığını söylüyor.

"Hocam, dil sorunu nedeniyle çalışmalarınızdan haberimiz olmadı" diye mevzuuyu hemen değiştirip "bundan sonra davet olacaktır, özellikle kılıçlar konusunda yaptığınız çalışmaların çok dikkat çekeceğinden eminim" diye biraz ümitlerini besleyerek konuyu değiştiriyorum. Arkeolog olmadığını ve Aristokrat tavırlı olmasıyla eleştirdiği Gumilov'un, Prof. Artomoff ile birlikte arkeoloji çalışmalarında bulunduğunu ortaya atarak, biraz damarına basıp tartışma ortamı yaratarak ilgisizliğimizin üzerini örtmeye çalışıyorum. Benim muhakkak Harkov ve Dinyepropetrovsk'taki müzeleri ziyaret etmem gerektiğini hatta en güzel taş babaların Moskova tarih müzesinde bulunduğunu ilave ediyor.

Sayılı gün çabuk geçiyor. Ayrılma vakti geldiğinde "hocam izninizle gitmem lazım" artık diyorum.Adli tatil bitti, çalışmalıyım... Yazışacağız değil mi diyor. Ben size her türlü yardımı yaparım diyor, biraz endişeli... Hocam diyorum, biz akrabayız, bırakın yazışmayı sizi arkadaşlarımızla birlikte ziyaret etmeyi düşünüyoruz... Ve inşallah tekrar geleceğiz, diyorum, gülümsüyor. Çıkıyoruz üniversiteden. Babası hastanede, aslında oraya gitmesi lazım, dersler ve çalışmalar onu bekliyor. "Hocam zahmet etmeyin lütfen ben giderim" diyorum. Olmaz diyor "taksi pahalı olur, troleybüsle git". Bir şey diyemedim durağa kadar yürüdük. Hüzünlüydü küçük dev adam, vedalaştık, candan kucaklaştık.Eski ve bira kokan troleybüs uzaklaşıncaya kadar el salladı ardımdan. Rusça bir şiiri hatırladım yanılmıyorsam Aleksandr Blok olmalı:

Da svidanya, drug moy,
Da svidanya,
Miliy moy, Ti u mena v grudu,
Prednaznaçennoye rasstavanie
Obeşçaet vstreçu vperyedu"

Hoşça kal, arkadaşım,
Hoşça kal,
Sevgili arkadaşım, kalbimdesin
Ayrılığın hüznü ,
Müjdesidir tekrar görüşmemizin

Bulutları Kovan Tapınak (Fu-Yüng-ts'e)

Hayda bu da nereden çıktı demeyin şimdi. Kuzeyde aşırı kar ve soğuk olduğu için az biraz güneye indim, Çin içlerinde hafif araştırma yapayım dedim. "Bulutları Kovan Tapınak" enteresan bir konu geldi bana, isterseniz okuduğum yerden bir alıntı yapayım. Bakalım size de ilginç gelecek mi...

"Daha önceleri So-fang ordusu ile T'u-küe'ler arasında kuzeyde (sarı) nehir sınır oluşturuyordu. Nehrin kuzey kıyısında bir Fu-yün(bulut kovucu) tanrılar tapınağı bulunuyordu.T'u-küe'ler imparatorluğa saldırmayı düşündüklerinde önce mutlaka tapınağı ziyaret ediyorlar,orada şarap adaklarında bulunuyor ve şans diliyorlardı.Ancak bunun ardından atlarını otlatıyor,ve askerlerini topluyor ve (sarı) nehri geçiyorlardı.

…Ama T'ai-tse-şao-şi (veliahdın saray öğretmeni) T'ang Hiu-king iki han zamanından beri(İ.Ö. 206-219) Kuzeyde hep (sarı) nehrin kenarında mevzilenildiğini söyledi;….

(Çang) Jen-yüan) Fu-yün-ts'e nin (bulutları kovan tapınak) bulunduğu yerde orta şehri kurdu….Üç şehir de nehir geçitleri kenarında kuruldu ve birbirleriyle bağlantıları vardı."

Çin kaynaklarına göre Doğu Türkleri, Liu Mau-Tsai, Selenge yayınları s.426-427

Dipnotlarda bahsi geçen üç antik şehrin So-fang,Yü-lin ve Ling-wu olduğu belirtilmekte.

Bulutları Kovan Tapınak neden ilginç olsun ki diye düşünebilirsiniz. Türklerin ve Türkiklerin iklimi kontrol etmek amacı ile kamlardan, şamanlardan yardım istediklerini, iklimi kontrol ettiğine inandıkları "yada - jade" taşını kutsal saydıklarını biliyoruz.

Hava durumunun bu kadar önemli olmasının sebebinin biz kemankeşler için anlaşılmayacak bir tarafı yok. Ellerindeki en güçlü silahları olan organik kompozit yaylar yağmurda çalışmıyordu. Bu nedenle havanın açık ve ayın göründüğü geceler onların saldırı yapması için uygun zamanlar olarak görünüyordu. Karşılarında sayıca çok üstün Çin orduları karşısında en güvendikleri silah zamanının teknoloji harikası kompozit yayalardı elbet. Savaş anında yağmur yağması halinde de genelde savaşı kaybettikleri Çin kaynaklarında yer almakta.

Ebetteki eski Türkler farklı inançlara sahip olmuşlar İslamiyet öncesinde Budizmden Tengrizme (Şamanizm), Hristiyanlıktan Yahudiliğe, Manihezime bir çok inanca intisab etmişlerdi. Çin kaynaklarından Bilge Kağan zamanında halkın çoğunluğunun Budist ve Taoist inanca sahip olduklarını biliyoruz.

Eski Türklerin hava durumunu gökyüzünün durumuna göre inceledikten sonra, inançları gereğince yağmur yağmaması için "Bulutları Kovan Tapınak"ta ibadet ettikleri ve tanrılara adak sundukları, sonra birbirlerine şans dileyerek Çin içlerine saldırdıklarını düşünmekteyiz. Kitaptan alıntı yaptığım dönem M.S. 701 yılları, yani bu yüzyıla kadar Türk ve Hun ordularının saldırıya geçmende önce nehrin bu kesiminde toplandıkları ve ibadet ettikleri bilgilerini elde edebiliyoruz.

Acaba bu tapınağı bulabilir miyiz? Aramızda Çince bilen olmadığına göre işimiz zor ama denemekle bir şey kaybetmeyiz. Elimizdeki veriler;

  1. (Sarı) Nehrin o tarihlerde Çinliler ile Köktürkler arasında sınır olduğu. Hemen bir Köktürk devleti haritasına bakarak kabataslak incelememiz gereken sahayı enlemsel olarak tespit ediyoruz

  2. O tarihlerde Köktürk devleti tebası olan Türklerin Ordos’ta olmadığını bildiğimiz için, Sarı Nehrin kuzeydeki kolunun civarında aramamız gerekiyor.

  3. Eski Türklerin ve Hunların Çin içlerinde ağırlıkla Gansu ve Shensi eyaletlerinde olduğunu da bildiğimizden boylamsal olarak araştırma alanımızı biraz daha daraltıyoruz.

  4. Elimizde antik şehirlerin isimleri olmasına rağmen şimdiki şehir isimleri hem farklı hem de aksan farkı yüzünden Çinli arkadaşlarımızın bu şehir isimlerine göre bize yardımcı olmadıklarını üzülerek müşahede ediyoruz.

GoogleEarth sağ olsun, Çin'e gitmeye gerek yok. Başlıyoruz taramaya nehir boyunca ama, sarp dağlardan veya çöllerden başka bir şey yok. Bütün nehir boyunu tarıyoruz ama ilginç hiçbir şey yok. Çinli arkadaşlardan yardım istiyoruz ama onlar da bir şey bulamıyorlar. Sonra "Sarı" kelimesinin parantez içerisinde olmasından, orijinal metinde nehirden bahsedildiğini Sarı Nehir olmayabileceğini tespit ediyoruz, diğer nehirlere bakmaya başlıyoruz… Ve bingo! Sarı nehrin kuzeydeki koluna paralel bir başka nehrin kenarında ve kitapta yazıldığı gibi nehrin kuzeyinde bir tapınak buluyoruz. Tapınağın yeri tam olarak sınır bölgesinde ve nehir Sarı Nehir gibi devasa bir nehir değil, geçmeye oldukça müsait. Zoom’luyoruz tapınağın olduğu yere ve bulunduğu tepenin bulutlu tepe "cloudy hill" olarak isimlendirildiğini görünce içimizden "galiba aradığımız yer burası" diye geçiriyoruz.


Tapınak uydu görüntüsü (Google Inc. izniyle / © 2008 Europa Technologies, © 2008 NFGIS, Image © 2009 DigitalGlobe)

Noktayı GoogleEarth programında açmak için tıklayınız (GoogleEarth yüklü olmalıdır)

İçerisinde 50.000 Budha heykelinin olduğu bu Budist tapınağının Unesco tarafından Dünya Kültür Mirası listesinde korunduğunu öğreniyor ve "bir ordu ancak burada ibadet edebilirdi" diye düşünüyoruz. Gene de işi şansa bırakmayalım diye o tarihlerde Türkistan da başka Budist tapınağı var mı diye kısa bir araştırma yapıyoruz. Doğu Türkistan'da Bezelik’te benzer bir Budist Tapınağının olduğunu tespit ediyoruz. Gene mağaraya yapılmış ve gene binlerce heykelin olduğu bir tapınak... Ne dersiniz, savaştan önce atalarımızın yağmur yağmasın diye bulutları kovmak için ibadet ettikleri yer burası olabilir mi?


(Tony Chou Y.J. izniyle)

Tapınak ile ilgili resimlerin bulunduğu "http://www.panoramio.com/photo/4274688" adresine bir göz attığımızda oradan alınan yukarıdaki resimde kullanılan mavi-turkuaz renkler dikkatimizi çekiyor. Çinlilerin favori rengi kırmızı ama Turkiklerin maviyi tercih ettiğini biliyoruz, bayrakları da o renk zaten. Sadece Budha heykellerine bakarak bir sonuca ulaşmak mümkün olmadığından diğer detay süslemelerin fotoğraflarına ulaşmaya çalışıyoruz. Ne de olsa insanlar yeni bir inancı benimserken eski inançlarından kolaylıkla vazgeçmiyorlar. Temalı fotoğraflardan belki bize ait bir şeyler bulma ihtimali olabilir. Bir Çinli arkadaştan gelen tapınağın görüntüleri aşağıdaki linklerde mevcut. Herhangi birine tıklayıp seyredebilirsiniz. Elbette ki elimizdeki verilere bakarak bu tapınağın Hunlar tarafından yapılmış bir tapınak olduğunu söyleyemeyiz. Ama en azından Hunların Köktürklerin etrafında savaştan önce toplandıkları ve bulutları kovmak için ibadet ettikleri tapınağın burası olmasının ihtimal dâhilinde olduğunu söyleyebiliriz. İnşallah Cengiz hoca oralarda da araştırma yapmıştır. Aradığımız tapınak bu olmasa bile Dünya Kültür mirası listesindeki bu dehşetengiz tapınak bakılmaya değer. Aşağıdaki linklerden tapınakla ilgili klipleri isterseniz bir seyredin belki size ilginç gelen bir şeylere rastlarsınız.

Görüntüler için tıklayınız

Bir yakınımız ölmüş uzakta - 2

Sevgili kemankeş arkadaşlarımız sitemizde yazmış bulunduğum "Bir yakınımız ölmüş uzakta" isimli makalemde konu edindiğim "prototürk dönemi savaşçısı" ile ilgili araştırmamı hatırlarlar herhalde.Bu işin sonunu bırakmayacağımı belirtmiştim yazımda. Nihayet kazıyı yapan Arkeolog Aleksey Tişkin'le irtibata geçebildik. Sayın Tişkin'in çalıştığı üniversitenin rektöründen alınan referansla bir tanıdığım ziyaret etti sayın Tişkin'i Yapılan görüşmenin özetini söylüyorum. Kazı yapıldığı haliyle duruyor. Buluntular üzerinde herhangi bir restorasyon çalışması yapılmamış. Sponsor ihtiyacı olduğu için bekliyorlar. Sayın Tişkin prototurk dönemi savaşçısına ait savaşçının fotoğraflarını vermiyor. Bunu da iki sebebe dayandırıyor;

1-Para istiyor
2-Daha da önemlisi eşsiz bir buluş olan bu kazının (sıkı durun) "politik hedefler için kullanılmasından" endişe ediyor.

Sizi bilmem ama ben bu yorum üzerine tabiri caizse hopladım. Belki ilk makaleyi okuyan arkadaşlarımız, tarihimizin yağmalandığını söylediğimde şovenist bir yaklaşım sergilediğimi düşünmüş bile olabilirler. Buyurun size bir Rus arkeologun ağzından ikrar. Şayet onların dediği gibi bu kültür, Türklere ait bir kültür değilse nasıl Türkiye bunu Politik bir malzeme olarak kullanabilir? Onlara göre(Rus bilim adamları) Türkiye vatandaşları Turk, bizim Köktürk diye bildiğimiz ise "Tyurk". araya bir y harfi koyarak bizim onlarla irtibatımız olmadığını savunuyorlar.

Arkadaşlar bu buluş gerçekten çok önemli. Çünkü Köktürk tarihinin başladığı iddia edilen VI. yüzyıldan daha eski bir döneme ait. Milat öncesine dayanan Bulan-kobinski denilen bu kültür Prototurk (предтюркского периода) dönemi olarak bilinmekte ve Pazırık kültürüne ait bir kültür ve Tişkin bunların İskit olmadığını söylüyor. Bildiğiniz gibi göz kamaştırıcı eserlerin bulunduğu bu kültür İndo-İrani bir kavme genellikle de İndo-İrani olduğunu iddia ettikleri İskitlere mal ediliyor.Gene ulaştığım materyallere göre bu döneme ait hun kadın giysileri rekonstrüksiyon çalışmaları mevcut, Hyunnu olduğunu bizzat Rus araştırmacılar söylüyor.Yani Bulan-Kobinski kültürü denilen bu kültür etnik olarak Hunlulara ait. Bu araştırmanın üzerine muhakkak gidilmesi lazım. Buradan toplanılan eserlerin Türk bilim adamlarınca incelenmesi lazım. Bu araştırmaların desteklenmesi lazım. Çünkü bu araştırmaların neticesinde Pazırık kültürünün bize ait bir kültür olduğu kesinlikle ispatlanabilir. O göz kamaştırıcı eserlerin Türk kültür tarihine ait nadide parçalar olduğu şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ortaya konulabilinir.

Sayın Tişkin'in "politik malzeme olarak kullanılmasından korkuyorum" demesi de bu düşüncelerimi bana göre teyit ediyor. Benim mali durumum ancak kemankeş ormanı oluşturma projelerine yeter. Neredesiniz ey Kültür Bakanlığı, Türk Tarih Kurumu. Neredesiniz ey Tika veya Türk kültürünü araştırma kuruluşları olduğunu iddia eden oluşumlar. Neredesiniz ey tarihçiler ey arkeologlar ve bilim adamları. Duydunuz mu bu kültürün ismini? Böyle bir kültür tasnifinden haberiniz var mı? Böyle önemli bir buluş sizi heyecanlandırmıyor mu? Uyumayın lütfen, siz mahçup mahçup Avrupalı meslektaşlarınızın direttikleri "atalarınız göçebe idi" masalını "yahu herhalde atlı göçebe kültürü demek daha doğru" diye yumuşatmaya çalışırken göz kamaştırıcı hazinelerimiz yağmalanıyor, atalarımıza ait tereke haraç mezat elden çıkartılıyor.Gelin çalınan eserlerimize sahip çıkalım, gelin bakın atalarımız bu nadide eserleri ortaya koymuşlar bunları yapan nasıl göçebe olabilir diye dalgamızı geçelim hatta göçebe sizin babanızdır hergeleler diyelim.

Irganın biraz, silkinin, toparlanın da gelin şu mirasımızı kaptırmayalım. Bakın yanınızda miras işlerinde uzman avukatınız da var. Altay dağlarında yapılan talanın neler olduğunu anlatmak için bu konu üzerinde çalışmama devam edeceğim. Gelecek çalışma bu savaşçının bulunduğu yerin sadece 50 km uzağında bulunan ve bizde pek bilinmediği halde arkeoloji dünyasında çok meşhur “Ukok prensesi” konusunu işleyeceğim. Bakalım bu güzelliğine çok düşkün manikürlü prenses İskitli, daha doğrusu onların iddiasına göre İndo-İrani bir kavme ait prenses mi, yoksa bizim prensesimiz Uçi-Bala mı imiş. Hadi davranın biraz.

Bir yakınımız ölmüş uzakta

Arşivin tozlu raflarında kaybolmaya aday bir haber internette dolanıyor. Öyle çok eski falan da değil hani... 1 sene olmamış daha. Kaynak Habertürk olarak gösteriliyor:

"Rus arkeologlar, Altay bölgesinde 2 bin yıldır donmuş toprakta cesedi bozulmadan korunmuş bir savaşçı buldu. Altaylar'daki mezarında hiç bozulmadan duran cesedin seçkin bir savaşçıya ait olduğu tahmin ediliyor…"

ve devam ediyor haber önemsiz ayrıntı gibi

"…Arkeologlar, bu kişinin Rus-Çin-Moğol çatışmaları sırasında ölen Pazırık göçebe aşiretinin seçkin grubunun bir üyesi olduğunu düşünüyor. Sarışın savaşçının bedeninde dövmeler bulunuyor. Keçeden yapılmış süslemeli paltolu savaşçı, mitolojik yaratıkları temsil eden desenlerle gömülmüş…"

Ardından konunun uzmanlarından önemli açıklama ile haber bitiyor:

"Rus arkeolog Aleksey Tişkin, bunun çok ciddi bir keşif olduğunu kaydetti."

Bu kadar mı? Evet hepsi bu kadar… Önemsiz bir taziye haberinden farkı yok.

Bakındım biraz, hepsi aynı haberi tekrarlamış durmuş. Bazıları da "Türk savaşçı bulundu" başlığını atmış. Acaba haberi hazırlayanlar Pazırık neresi, Pazırık kültürü ne demek Pazırık göçebeleri de ne anlama gelir biliyor mu? Adam sarışın bizimle bir ilgisi yok, diye düşündüler herhalde. Haberde de Rus Moğol ve Çin savaşında ölmüş birisi olabilir dendiğinden Rus'tur herhalde diye değerlendirmiş olmalılar.

Pazırık'tan ve eski Türk tarihinden haberi olmayanlar için araştırmaya değer bir tarafı görünmüyor. Belki tarihçi ve akademisyenlerimiz üzerinde araştırmaya başlamışlardır ama bunun iyimser bir avuntu olduğunu düşündüğüm için işi biraz kurcalamaya karar verdim.

Neresi Bu Pazırık?

Pazırık, dağlık Altay'da Ukok platosunda bir yayla adı. Türk tarihi açısından çok önemli buluntuların bulunduğu alan. Altay dağları, dağlık Altay hiç olmazsa tarihçilerin ittifakla Türklerin atayurdu olarak gösterilen bir bölge. İlk çizmenin, paltonun, pantolonun, eğerlerin, at koşum takımları, silahlar ve zırhların, çok değerli sanat eserlerinin ve çok değerli bilgilerin elde edildiği alan.

Aynı zamanda Pazırık, bugün Ermitaj müzesinde sergilenen Ünlü "Pazırık halısı" ve üzeri dövmelerle kaplı prenses ve prenslerin bulunduğu yer. Nejat Diyarbekirli hocamız "Hun Sanatı" adlı kitabında bu halının Türk halısı olduğunu, şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ispatlıyor.

Avrupa merkezci tarih görüşü taraftarlarının açıklamalarına göre de "İran" halısı... Kimse de yahu İranlılar o tarihlerde etek giyiyordu, bu kurganlarda "şarovar"ın ne işi var o zaman, demez mi? (bizim şalvar diye kullandığımız kelime Rus dilinde şarovar olarak geçer ve Rusçadaki 2000 Türkçe kelimeden birisidir) Bunun dışında kurganlarda kurban edilmiş atlar da Türk atı olarak bilinen ahalteke atlarıdır.

Pazırık bölgesi, İskit dönemi, Hun-Sarmat dönemi, Eski Türkler dönemi şeklinde periyotlandırılmış durumdadır. Tabii ki Türk periyodu ancak VI. yüzyıldan başlatılır, ama hiç kimse de sormaz yahu bu adamlar uzaydan mı geldi, yoksa metro çukurundan birdenbire mi peyda oldular diye...

Hani bize tarih kitaplarında kocaman oklarla göç masalları anlatılır ya, sanki Asyalı kavimler devletler halinde toplu göç yaparlar zannederiz. Yahu o kadar insan nasıl göç eder, ne yer, ne içer, yolda çoluk çocuk nasıl bu kadar kalabalık seyahat eder diye sormaya gerek yok. Ama bu bile Türklerin Altay dağlarında birden bire nasıl ortaya çıktıklarını açıklayamaz çünkü nereden geldikleri konusu meçhuldür. Kültür mantarı gibi V. yy.'da Altay dağlarına ekim yapılmıştır ve birdenbire Türkler orada ortaya çıkmıştır (!).

Bu Avrupa merkezci tarih taraftarları, en değerli eserlerin İskitlere ait olduğunu iddia ederler. İskitlerin de İrani dilli Osetlerin atası olduğunu, İran dilinin de İndo-İran dil gurubuna ait olduğunu iddia edip bu değerli eserlerin güzide Avrupa'nın üstün beyaz ırkına ait olduğunu ispatlamaya çalışırlar. Türk kökenli olanları ise basitçe "göçebe" diye adlandırırlar.

Olanlar aslında bir komedidir ama asıl üzücü olan, bazı tarihçilerimizin de bu tanımlamaya uyması ve bu görüşü eserlerinde "biz göçebeymişiz" şeklinde tekrar etmeleridir. Öyle ya, koskoca araştırmacılar Avrupa'da atalarımızın göçebe olduğunu söylüyorsa bir bildikleri olmalıdır. Bu görüşün asıl amacı önce atalarımızın göçebe olduğunu bize kabul ettirip, buluntuları "göçebeler böyle bir şey yapamaz zaten" diyerek sahiplenmek olmalıdır. Gülmeyin lütfen, değerli akademisyenlerden birisi, bütün tarihçilerin ve kaynakların Türklerin demir işlemeyi çok iyi bildiği gerçeğini tekrarladığını gözardı ederek aynen şu yorumda bulunmuştur: "Göçebeler demir işlemeyi bilemez, olsa olsa onları fason olarak Altay kabilelerinden birisine yaptırmışlardır". Benzer bir yorum Rudenko nam isimli -toprağı bol olsun- ünlü Pazırık arkeologundan da gelir: "Bu sanat eserlerini göçebeler yapamaz, bunlar İrani bir kavme ait olmalı" (Merak edenler için bu alıntı da Hun Sanatı isimli eserden)

Bugün dahi medeniyet ölçüsü, üretilen çelik miktarı ile ölçülürken, bazı akademisyenlerimizin demiri işlemeyi iyi bilen, dünyanın en ünlü ticaret yolu olan ipek yolunu kontrol eden, çok değerli sanat eserlerini üreten atalarımızın ne diye göçebe olarak adlandırıldıklarını araştırıp-soruşturmadan kabul ederlerse olacağı budur. Amaç, tarihi yağmalamak ve bu yolla Avrupa ırkının üstün ırk olduğunu ispata çalışmaktır. Araç da biraz önce söylediğimiz gibi İskit -Oset -İran-İndo-İran- Hind Avrupa dolambaçlı yoludur.

Aslında İskitler diye adlandırılan devletin, bugünkü Ukrayna ve bir miktar da aşağı Povolje denilen Kafkasya'nın kuzey tarafında bulunan bölgede bulunduğunu kendileri de bilirler. Ama bu bölge körüklüdür sanki, Altay dağında bir eser bulunsa İskit devleti oralara kadar uzar ve hemen İskitlere mal edilir. Sadece Altay dağları mı? Kazakistan Esik kurganda bulunan Altın Adam buluntuları ele geçirildiğinde de o kısma uzanır, bu İskitya denilen "körüklü devlet" ve hemen sahibini(!) bulur.

İyi ama kardeşim buralara kadar uzandıysa, İskit Devletinden değil, İskit "İmparatorluğu"ndan bahsedilmesi gerekmez mi, diye sormaz kimse. Yahu kaynaklarda yapılan tarife ve anlatılanlara göre İskitler de Türkik olmalı, onların İrani dilli olduklarını nereden çıkardınız, deyin bakalım nasıl tepki gösteriyorlar. Çünkü İskit konusu bir tabudur ve -bana göre- yağmalanan tarih için hazırlanmış bir kılıftan başka bir şey değildir. Ayrıca İskitlerin Türk olduklarını ispatlamaya çalışırsanız da kafatasçı olarak suçlanmanız kaçınılmazdır.

Hangi Savaş?

Haberde Moğol, Rus, Çin savaşından bahsediliyor... 2000 sene önce Altay dağlarının adını duydu mu ki Ruslar orada bulunsunlar ve Moğollarla savaşsınlar! Pazırık'ta bizzat Rusların yaptığı dönem çalışmalarının hiçbirinde "Rus dönemi" diye bir periyot yer almaz. Rusların oraya gelmesi Altınordu devletinin düşmesinden daha sonradır. Kendi kitaplarında yer almayan bir bilgi nasıl haberleşir anlamış değilim. Anlaşılan tarih yağmasından Ruslar da hisselerine düşen payı almak istiyor veya sadece bir tercüme hatası.

Sarışın Savaşçı

Türklerin arasında sarışın insanların bulunduğu bütün antik kaynaklarda geçer. Özellikle Kıpçaklar, Bolgarlar sarışındırlar. Bu nedenle Kıpçaklara Avrupa'da Kuman, Rusya'da Polovets, Araplarda Saklab (çoğulu Sakalibe) denir. Hepsinin manası "sarışın beyaz tenli" demektir. Ayrıca Doğu Türkistan Urumçi kentinde bulunan mumyalar, Pazırık kurganlarında ve diğer kurganlardaki erkek mumyalar da genelde sarışındırlar ve üzerleri dövmelerle kaplıdır.

Anadolu'da ve Türkiklerin bulundukları diğer bölgelerde de mumyalama ve dövme yapma (özellikle vahşi hayvan dövmeleri) sık rastlanılan bir durumdur. Hun sanatının bir çeşididir ve vahşi hayvan figürleri önemli bir öğedir. Tabi biraz önce sözü edilen Avrupa merkezci tarih taraftarları "İskit vahşi hayvan figürleri" şeklinde açıklamalar getirmişlerdir. Bu hesaba göre İskit Körüklü İmparatorluğu kuzey Çin'e kadar uzamış olur. Bu aşırı bir abartı olacağı için de Hunları - eş zamanlı olduklarını unutarak - İskit vahşi hayvan figürlerini kullanmakla itham ederler.

Rus tarihçiler eserlerinde paltonun, pantolonun, keçenin, savaş arabasının, eğri kılıcın, - Türk veya Türkik demeye dilleri varmadığı için- Orta Asya göçebeleri tarafından bulunduğunu yazarlar. Zaten önemli eserlerin bulundukları yerleri de etnik ayrım yapmadan bulundukları köylere göre isimlendirirler: Pazırık kültürü, Taştık kültürü vb. Kimlere ait bunlar, denilince de göçebelere deyip çıkarlar işin içinden. Bazıları ise "Hunlar ve Türkler" der cılız bir sesle.

Merak edenler Selenge Yayınları'nın kitaplarından bu bilgileri kontrol edebilir. Özellikle Gumilov bu bilgileri teyit eder ki Orta Asya tarihi konusunun en değerli uzmanlarından biridir. Kısa haberdeki keçe paltosu ile bulunan göçebe savaşçı, yaptığım açıklamalardan sonra zannediyorum biraz ilginç hale geldi.

Basındaki Yansımalar…

İnternet üzerinden Rus sitelerini taradım ve haberin oralardaki veriliş şeklini buldum. Buyurun size 10 Ocak 2007 tarihli Altay gazetesinin haberi (www.rg.ru/2007/01/10/kochevnik.html):

"Sarışın Göçebe; Sibiryalı arkeologlar sansasyonel bir kazı çalışması yaptılar. Ünlü Ukok prensesi buluntusunun sadece 50 km uzağında 2000 yaşından daha eski bir Pazırık askeri mezarı keşfettiler. Yeni keşif arkeoloji açısından büyük önem taşımaktadır. Sürekli donmuşlukta savaşçı vücudundaki dövmelere kadar tamamen korunmuş. 2000 yıllık sarışın savaşçının ünlü bir aileye ait olduğu sanılmakta. Ceset ağaç bir kütük içerisine yerleştirilmiş. Sadece elbiseler değil, göçebenin süslemeleri, mitolojik hayvanlarla süslü ahşap bilezik, yanında amfora, koyun (kuyruk) yağından yiyecekler, buz kazması ve makasa benzer bir şey. Savaşçı Altay dağlarında Altay Cumhuriyeti ve Moğolistan sınırında bulundu.
Göçebe buluntusu araştırma için Almanya'ya gönderildi onun elbise silah ve süslemeleri ise Novosibirsk'te restore ediliyor. Restoratörler samur kürkü ile süslenmiş keçe paltoya özellikle itina gösteriyorlar. Gerçek değeri, restorasyondan sonra ortaya çıkacak."

Haber böyle verilmiş. Buluntu üzerindeki araştırma Almanya'da yapılacak olduğuna göre oradan "Vikinglerin torunu olma ihtimali yüksek" şeklinde bir bilimsel açıklama gelme olasılığı oldukça yüksek.

Bizdeki gazetelerde "çok önemli bir buluş" diye oldukça ayrıntılı yorumları bulunan Aleksey Tişkin'in de açıklaması var. Altay Gazetesine göre kazı ile ilgili şu açıklamaları yapıyor Tişkin;

" Şüphesiz bu çok önemli bir buluş. İlk olarak Moğolistan'da Pazırık kültürünün olduğuna dair çok önemli bir delil. Zaten Pazırık kültüründen arkeolojik buluntulardan başka herhangi bir eser kalmadığı için bu buluş çok önem taşımaktadır. Ancak, örneğin yazılarda ima bile olmadığı halde, bu savaşçının İskitlerle alakası olmamasına rağmen bir çok basın nedense öyle yazdı. Bu Pazırık göçebesi İskitlerle aynı zaman diliminde yaşadı sadece. Elbette ki cesedin devamlı buz içersinde kalmış olması büyük şans ve bu nedenle bu şekilde kalmış olması harikulade. Şunları da ilave edebilirim: Maalesef Altay Cumhuriyeti halkı arkeolojik çalışmalara çok olumsuz yaklaşıyor ve karşısındalar. Kazı çalışmalarını Moğolistan sınırının beri tarafına yapmamız gerekiyor."

Gördüğünüz gibi buluntunun İskitlerle ilişkilendirilmesine Aleksey Tişkin hoca bile isyan etmiş. Eee, dedik ya kılıf da hazır, şahit de, borazanlar da... Daha araştırmalar bitmeden İskit diye basın yaygarası başlamış bile.
Araştırmalarıma devam ettim elbette… Geçtiğimiz hafta Aleksey Tişkin ile Altay Üniversitesi üzerinden irtibata geçmeye çalıştım. Tişkin hocanın bulunduğu Barnaul şehrinde bir tanıdığımı üniversiteye gönderdim. Çalışma arkadaşları, hocanın umumi bir arkeoloji kongresi için Moskova'da olduğu bilgisini vermişler. Türkiye'den Kemankeş gurubu olarak çalışmalarından haberdar olduğumuzu, onlar adına irtibata geçtiğimizi ilettik.
Beklemediğimiz bir ilgi ve hoşluk gördüğümüzü burada yazmam gerekiyor. Her türlü yardıma hazır olduklarını alçak gönüllülükle belirttikleri gibi bizi Altay dağlarında yazın yapacakları kazı çalışmalarına davet ettiler. Daha da ötesi bakım nedeni ile kapalı olan Üniversite müzesini bize özel açarak, Türklerle ilgili eserlerin fotoğraflarını çekmemize izin verdiler. Bu arada bu sene Eylül ayı sonu ve Ekim ayı başında çok önemli bir buluntu daha ele geçirdiklerini ve bunun Prototürk döneme ait olduğu bilgisini verdiler. Tişkin hocanın Moskova'daki tebliğ konusu da zaten bu imiş.

Şifahen elde ettiğimiz bu bilgiyi teyit için gene internete daldım ve buyrun size beni çok heyecanlandıran Prototürk haberi. Kaynak, Rusya'nın haber ajansı İtartas olarak gösterilmiş (ww.ruschudo.ru/news/news189867):

"Altaylarda ilk defa bozulmadan prototürk dönemi savaşçısı, pul zırhları ile birlikte bulundu. Eylül sonu, Ekim başları gibi Altay Devlet Üniversitesi arkeologları, Altay Cumhuriyeti, Ongudaysk bölgesinde büyük Yaloman Nehri vadisindeki saha çalışmalarını tamamladılar. İlk olarak Yaloman-II kazı alanında bütün ve bozulmadan muhafaza olmuş pul zırhlı Prototürk devresi savaşçısı bulundu ( IV. Yüzyılın ikinci yarısı -V. yüzyılın ilk yarısı). Altay devlet üniversitesinde özel bir ekip 7 yıldır büyük Yaloman nehri ağzında bu bölgeyi araştırıyordu. Bu sene kazılarda, Yaloman-II kazı alanındaki kurganlardan birinde çok değerli buluntular keşfedildi - Prototürk devresi askeri eşyaları. Bu bölgede farklı tarih dilimlerine ait 15 alan bulunmaktadır, bir kurganlar gurubudur ve bu ekip hepsini inceliyor. Araştırılan kurgan guruplarının özel bir yapısı vardır ve Bulan-kobinsko arkeoloji kültürüne yakındır. Avrasya tarihinin büyük halk göçleri denilen fırtınalı bir dönemine denk düşmektedir. Bu dönem değişik kabilelerin kitleler halinde, savaş ve çatışmalarla birlikte göç ettikleri zamandır. Özellikle Hunların Avrupayı istila ettiği zaman olarak bilinir.
Bulan- Kobinkskiy ortak kültürü Altayda M.Ö. II. yy'dan V. yy'a kadar varlığını sürdürmüştür (merkezi Asya'da Hun, Siyenpi, Jujen göçebe imparatorlukları dönemi) ve gelecekteki güçlü Türk devletinin temeli sayılmaktadır. Kurganlar araştırılırken, dizgin takımı kalıntıları, eyer, bol miktarda okla birlikte, tirkeş, demir kılıç ve bıçaklar gibi buluntular keşfedildi. Ama en önemlisi korozyondan etkilenmiş halde, metal levhalar birleştirilerek yapılmış koruyucu demir zırh ele geçirildi. Ve farklı şekillerde bağlamış savaşlarda kullanılmasına rağmen Oldukça iyi durumda deri kemerler. Bu arkeolojik çalışma sayesinde objektif bir şekilde sözü geçen dönemin savunma silahlarını restore etmek ve yeniden yapmak ve faydalanmak mümkündür."

Evet biz Altaylarda Türk periyodunun VI. yy.'da başladığını düşüneduralım.Onur sahibi ve ilmine saygı duyan bazı bilim adamları atalarımızın oralarda çok daha önceden var olduğunu ispatlamaya çalışıyorlar. Ne imkansızlıklar içinde bu araştırmaları yaptıklarını biliyorum. Kanaatimce bu buluş gerçekten çok önemli, bu iş araştırıldığı takdirde göz kamaştırıcı Pazırık buluntularının İrani kavimlere değil, Türkik kavimlere ait olduğunu; İskitlerin de gene İrani değil Türkik olduklarını şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ispatlamak mümkün olabilecektir. Ama bu iş benim gibi amatör araştırmacıların değil, konunun uzmanlarının görevi olmalıdır.

Biz gene haberimize dönelim. Haber, Bay Tişkin'in bu konu ile ilgili Moskova'daki arkeoloji kongresinde de tebliğ sunacağı bilgisini veriyor ve kendi ağzından yorumlarını ekliyor:

"Sunacağım tebliğde yer alacak bu materyallerin Ortaçağ Avrasya tarihi için çok önemli bir buluntu olduğunu, Rus arkeologlarının büyük ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Bu materyaller büyük bir bilgi potansiyeline sahiptir ve araştırma ilerledikçe Altay tarihinde Prototürk donemi için yeni bir sayfa açılacağını söylemek mümkündür."

Ellerin kolların dert görmesin Tişkin hoca!

Bu çalışmaları ile ilgili asıl fotoğraflara ulaşamadım. Önümüzdeki hafta hoca Barnaul şehrine geri dönecek ve Bay Tişkin'in kendisiyle bizzat irtibata geçip bu fotoğraflara ulaşmaya çalışacağım.

Gördüğünüz gibi sevgili okurlar, uzakta bir yakınımız ölmüş ve etrafında mirasını paylaşmak için dolaşan akbabalar bulunmakta. 1600 sene önce ölmüş adama yas tutmanızı, sürünüzden at kurban etmenizi veya bıçaklarla yüzünüzü kanatıp dövünmenizi beklemiyorum elbette. Ama terekesi yeni açılıyor, eee biz de akraba olduğumuza göre bize de hisse düşmeli…

Gelin atalarımızın mirasını ele-aleme yedirmeyelim. Ben hisseme düşeni almak için bu işin peşini bırakmayacağım (Ne de olsa Metin Orhan hocam mirasyedi olduğumu düşünüyor)…

Kemankeş çelebi gezi notları (Ukrayna Ocak 2009)

Selam arkadaşlar.En verimsiz geçen seyahatlerimden birini yaptım maalesef. İş dolayısı ile gittiğim Ukrayna Kiev'de sadece luvr müzesini gezme imkanım oldu. Bizdeki hazine dairesine benzeyen altın müzesini gezebildim . İskitlerden ve Kimmerlerden kalan altın eşyaların sergilendiği müzede artık tanıdık olan yevgelevskinin kazılarda elde ettiği altından miğfer ve diğer altın eşyalar muhteşemdi tek kelimeyle. Özellike pektoral isimli büyük altın gerdanlık etkileyici. Üzerinde at figürlerinden süt sağan insan tasvirlerine iskit altın işlemeciliğini değil sadece belkide dünyadaki hiçbir örneği ile kıyaslanamayacak ölçüde realistik görünümlü figürlerle donatılmış muhteşem bir sanat eseri. Dostumuz Yevgelevskinin bulmuş olduğu altın miğfer üzerinde de savaşçı figürleri müthiş etkileyici . Ne anlatıyorsun fotoları göster deseniz de gösteremem çünkü bu muhteşem eserlerin sergilendiği müzede fotograf çekmek yasak.Müze ile ilgili bir kitap satın aldım ama tarama imkanı bulamadım henüz.Zaten okçulukla ilgisi olmadığı için de bu fotoların buraya konması anlamsız olurdu ama yolunuz Kiev'e düşerse buradaki üç müzeyi de gezmenizi öneririm.

Silahlar konusunda ünlü arkeolog Gorelik in bir eserini satın alma imkanım oldu onu da zaten internet aracılığı ile sipariş vermiştim. Kayahan horoz kardeşimin de bu kitaptan faydalanabileceğini düşünüyorum .Ukrayna'nın meşhur üniveristelerinden Taras Şevçenko( ukraynanın en ünlü yazarına atfen bu isim verilmiştir) Üniversitesinin yanındaki 4 katlı kütüphanenin tüm raflarını taramama rağmen hiçbir şey bulamadım.Kütüphanenin büyük kısmını zaten kuş beyinli Yulya Şilova gibi yazarların ucuz dedektif masalları dolduruyor. Rus klasikleri de olmasa kitapçı değil kartpostalcı dükkanı diye isimlendirmek gerekirdi herhalde.Müvekkillerle gittiğim için kendime ve araştırmaya sadece iki gün ayırabildim. Bu günlerden birini Kievden 170 km uzaklıktaki geleneksel okçuların antremanına katılmak ve onlarla yüz yüze tanışmak için harcadım. Bizim köy minibüslerine benzeyen mikrobüs dedikleri Tata marka midibüslerle buzla kaplı asfaltta 100 km den aşağı düşmeyen kadranı fal taşı gibi açılmış gözlerimle yüksek seviyeli adrenalin daha doğrusu yusufçuk kuşu türküsü eşliğinde kat etmenin pek de eğlenceli olduğunu söyleyemem elbette. Lastiklerinin özel olduğunu bilmeme rağmen tedirginliğim yol boyunca geçmedi. Bizde olsa hayatı durduracak miktardaki karda hayat aynen devam ediyor. Soğuk ve kar nedeniyle az katılımın olduğu antremana Türkiye'den bir ziyaretçi gelmesi Ukraynalı hevesdaşlarımızı epeyce şaşırttı elbet. Adamlar haklı aslında şaşılmayacak gibi de değil Kievin 170 km kuzeyinde ki küçük bir vilayetin şehir dışındaki antreman sahasına soğuk ve karlı bir akşamda hem de yabancı bir ülkeden ziyaretçi gelmesi pek normal bir durum olmasa gerek.Özellikle haber vermeden gittim ki tanışma daha etkili olsun.Ellerinde kendi yaptıkları basit ahşap yayları ile antrenör ve üç sporcu ile spor salonunda uzun uzun sohbet ettik. Kendi yaptıkları yaylarla oklarla antreman yapan bu okçuları o kadar soğuğa rağmen antremana katılmaları dolayısı ile tebrik ettim. Titreşim moduna alınmış kel kemankeşe gülerek bakıp "ne soğuğu bu kış çok sıcak geçiyor" dediler. Antrenor aynı zamanda demirci imiş. Ok uçlarından bazılarını kendisi yapmış döve döve. Varsa alayım dedim ama elinde örnek yoktu.Şubat ayında yapacakları üç vilayetin katılımıyla düzenlenecek turnuvaya bizleri de davet ettiler ama nedense ben üşütük popolar filmini hatırlayıp baharda varsa ona katılırız dedim.Daha kapsamlısı ve geniş katılımlısı yapılacakmış Gerçi Çernobil yakınlarındaki bu yere bizden gelmeye cesaret eden olur mu bilmem.

Bu arada antreman sahasını dışarıdaki soğuktan dolayı ziyaret eden e konuşmaları dinleyen alkaş(alkolik) ise beni sevmiş olacak ki " bırak bu boş işleri gel ısıtacak bir şeyler içelim dedi" ."(Tavariş(yoldaş) smirnoff bana dokunuyor,saçlarımı döküyor ( çarların vodkacıbaşısı olan ünlü Smirnof ailesi Bolşeviklerden kaçarak geldiği İstanbul'da 1921-1924 yılları arasında geleneksel yöntemlerle vodka yapımına başlamış ancak İstanbul'da pek müşteri bulamadığı için mi nedir buradan Avrupa'ya geçerek vodka üretimine devam etmişlerdir.Meşe kömürü ile ısıtarak damıttıkları Smirnoff vodkaları en iyi Rus vodkası olarak bilinir ve ticari olarak ilk üretildikleri yer bu şehri İstanbul dur ) Nemirnov da( içinde kırmızı biberlerle bilinen ünlü Ukrayna vodkası) içindeki biber dolayısı ile midemde yanma yapıyor.Biz Türkiye'de Zamzam votkası içeriz bir de aslan sütü" dedim."Zamzam vodkasını hiç duymadım, rakıyı bir defa denedim öksürük şurubu zannettim" dedi."Bak yoldaş kendim içmesem de aslan sütümüze laf söyletmem sizin vodkanız katır tepmesi gibi içer içmez çarpar bizimki ise arap atı gibi önce çok tatlı gider sonradan çifteyi basar, kibar içkidir dedim.Neyse ki acil alkol ihtiyacı nedeniyle antreman salonunu terkedip iki litrelik malt sevgilisinin yanına yollandı bizim alkaş tavariş(sarhoş yoldaş). Gene çenem düştü kusura bakmayın ama ne yapayım özledim sizi. Buyurun size Ukraynalı okçu arkadaşlarımızın ve kendi yaptıkları yaylarla zırh delici temrenlerin fotoları. Kalan son günü ne yaptığımı sormayın artık. Ya ben size Ukrayna mutfağından yediklerimi içtiklerimi anlatsam olmaz mı?: ))))