SOLAKLAR OKLARI NASIL TAŞIRLAR?
Tarihine bizim kadar düşkün başka bir millet yoktur herhalde. Göz kamaştırıcı tarihimizin aslında son halkası olan Osmanlı dönemi ana hatlarıyla iyi biliniyor olmasına rağmen detay çalışmaların fazla olduğu söylenemez. Özellikle bizi ilgilendiren silahlar ve okçuluk konusu, çelik çomak olarak görüldüğünden midir nedir, inceleme sahasının dışında kalmıştır. Devasa bir arşiv, milyonlarca belge, müzelerdeki eserler, çizimler, resimler, minyatürler… Aslında kaynak açısından hiçbir sıkıntı olmamasına rağmen askeri kıyafetler konusunda elimizde doyurucu malumat yoktur mesela. Kaynakları şöyle bir tarayalım bakalım neler bulabileceğiz; Önce Solakların kim olduğuna kısa bir açıklama getirelim. Cesur, kuvvetli, boylu poslu yeniçerilerin en iyi kemankeşlerinden oluşan solaklar 60, 61, 62 ve 63. ortalara ait olup, padişahın yakın korumalarıdır. “Bunların kârı ok atmaktır ve darb delmektir ve bilmeyene talim ettirmektir” varak 90
“Muharebe meydanında dört solakbaşı ile dört kethuda ve dört odabaşı hükümdarın atının yılarlarına ve padişahın eteklerine yapuşup, dörtyüz kemankeş yani okçu solak Padişahı her taraftan ihata eylerler ve hatta silahdar, çuhadar, rikapdar ve saire gibi hükümdarın en yakinlerini bile atının yanına sokmazlardı; solak muhafızların etrafında da yeniçeriler….”
Allah rahmet eylesin İsmail Hakkı Uzunçarşılı hocamız devasa bir inceleme bırakmış arkasında. Hocamızın kapıkulu teşkilatı isimli eserinde konu ile ilgili kaynaklarda bulabileceğimiz en net bilgiyi alıntılayalım
“ solakların arkalarında tirkeş denilen ok çantaları ve bellerinde hançer ile birer eğri kılınçları vardı; bunlar tüfenk kullanmazlardı. "
Uzunçarşılı hocamız böyle söylemişse akan sular durur elbette. Ancak hocamızın Osmanlı tarihi konusundaki her detayı bilmesinin mümkün olmadığını da düşünmek gerekir. Eline ok ve yay almayan tarihçinin okçuluk konusunda yanlış değerlendirme yapması muhtemeldir ve üzerinde durduğumuz konu da teferruat kabilinden bir olay olup dikkat çekmemiş de olabilir. Bu nedenle hocamızı bu yargıya sevk eden bilgilere göz atmakta fayda var.
"Celal zade Nişancı Mustafa Tabakatülmemalik de ve Kanuni’nin Belgrad seferinde Solaklar hakkında şöyle diyor:..Bu kayıtlara göre Solaklar Kanuni’nin ilk zemanlarında üç yüz kadarmış. Başlarında Üsküf olup kaftanları beyaz, etekleri bellerine sokulmuş, ellerinde yay ve bellerinde okluk (tirkeş) varmış ve boylu boslu zırh gömlekli imişler.” Bu dipnota bakarak solakların tirkeşleri sırtında taşıdığını düşünmek yanlış olur. Bir başka dipnot daha var;
“Thevernot eserinin Ellinci faslında Padişahın milisi isimli kısımda Solakların piyade olduklarını yazdıktan sonra elbiseleri hakkında şöyle diyor,” “Padişah şehirde dolaştığı zaman etrafında bulunurlar… Oklarının yayı kollarına takılır ve okla dolu tirkeşleri sağ omuzda olup, icap ederse heman ok atmağa hazırdırlar”
Thevernot’un verdiği malumat şehir gezisi hakkında. Elbetteki şehir gezisi ile savaş
durumu farklı olacaktır. Dipnotlara bakarak Uzunçarşılı hocamızın “sırta asma” gibi algılanabilecek yargısına katılmak pek mümkün değil. Hocanın yazılı kaynaklara değil görsel malzemelere bakarak bu sonuca ulaştığını düşünebiliriz.
Hocamızın istifade ettiğini düşündüğümüz görsel malzemeler «Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı» isimli kitabındadır. Kitabın son bölümündeki çizimlerde 4 adet solak var. Resim 25’deki solak tirkeşi sol beline asmış, resim 27’de sırtında gibi, resim 28’de ok ve yay hiç yok, resim 29’ da tirkeşi sağ elinde tutuyor. 1984 baskısı kitaptaki çizimler Avrupalı ressamların eserleri.
Aynı kitabın 199. sayfasında hocamızın Eski Türk Kıyafetleri isimli bir kitaptan daha istifade ettiğini görüyoruz. Muharrem Fevzi Togay’ın tercüme ettiği kitabın aslında Thomas mc Lean’ ın "The Military Costume of Turkey" isimli eseri olduğunu ve çizimler için William Wittman ile Otto Magnus von Stackeleberg'in gravürlerinin bazılarından yararlanıldığını internet üzerinden öğreniyor, gene internet üzerinden bulduğumuz resimlere bakarak bu kitaptan da bir sonuca ulaşamıyoruz.
Uzunçarşılı’nın dayandığı kaynaklardan bir tanesi kendi özel arşivindeki nüshasından istifade ettiğini söylediği «Kavanini Yeniçeriyan»dır. Kapıkulu Ocakları 1. Cilt S.221 de varak 90 da rikap solaklarının ok ve yaylarının çekili olduğuna dair bir malumat vermişse de başkaca bilgiye rastlanmıyor. Yetersiz bir malumat gibi görünmesine rağmen solakların yakın koruma olduklarını düşündüğümüzde bugün nasıl üst düzey devlet yetkililerinin korumasında korumalar mermi namluda, eller tetikte etrafı kolluyor iseler; solakların da padişah ile birlikte buna benzer bir pozisyonda şehirde dolaştıklarını, anlayabiliyoruz. Kavanini Yeniçeriyan ile ilgili internette bir kanunnameden çok nasihatname olduğu yolunda bilgiler varsa da konumuzun dışında olduğu için detaya girmiyoruz. Ama bu kısa malumat Kavanini Yeniçeriyan’da istediğimiz gibi bir bilgi olmayacağını bize gösteriyor. İnşallah birileri bu eseri bulup okuyabilir ve bizi de bilgilendirir. Ama sırta asma gibi bir durum olsa Uzunçarşılı muhakkak alıntı yapardı diye tahminle yetinmek zorunda kalıyoruz.
Konu ile ilgili olabileceğini düşündüğümüz Kritovulos’un İstanbul’un Fethi, (çev. Karolidi ,Kaknüs Yay . İstanbul 2007 2. Baskı) , Yorgios Sfrancis’in Anıları (çev. Levent Kayapınar, Kitabevi Yay. III. Baskı, İstanbul 2009 ) ve Bir Yeniçerinin Hatıratı , (Çev. Kemal Beydilli. Tatav Yay. İstanbul 2003) kitaplarında da konu ile ilgili bir malumata rastlayamadık. Busbecq’in anılarında yeniçeri kıyafetleri ile ilgili biraz malumat varsa da bu konu ile ilgili bir şey bulunmamaktadır. Reşat Ekrem Koçu‘nun «Yeniçeriler» kitabına görsel malzemeleri değerlendirdikten sonra bakmakta fayda var. Çoğunluğu Avrupa kaynaklı gravür ve tasvirlerin kemankeşleri görmeden ressamın muhayyilesinde canlandırdığı şekliyle çizildiğini düşünmeniz için birkaç resme bakmanız yeterlidir. Kıyafetlerin direk görgü ve bilgiye dayalı olmadığı anlaşılabilmektedir. Veya sıklıkla yapıldığı gibi ressam resmi taslak olarak yapmakta, sonra tamamlamaktadır. Bazen aylar sonra yapılan bu tamamlamalarda hataların olması kaçınılmazdır. O nedenle Avrupalı sanatkârların fırçasında tirkeş kâh sırta gider, kâh elde olur, kâh belde olur, kâh omza asılır. Bu resimlere bakarak bir sonuca ulaşmak da bizi yanıltabilir. Reşat Ekrem Koçu‘nun kitabında bir yeniçeri sırta asmış gibi görünse de çizer Sabiha Bozcalı hanımefendinin bu bilgiyi nereden aldığı kitapta verilmez. Üstelik hemen yanındaki yeniçerinin elindeki kılıç çizimi ressamın bu konu ile ilgili bilgisini büsbütün şüpheli hale getirmektedir.
Aslında en net çizimler İtalyan ressam Giovanni Jean Brindesi ‘nin resimleridir. O çizimlerin de Sultan ahmetteki (Elbise-i Atika) Yeniçeri müzesinde bulunan kıyafetlere bakılarak çizildiği bilinmektedir. İsmine bakarak buranın bir kostüm müzesi olduğu anlaşılmak tadır. Müze olduğuna göre o zaman çizimler doğrudur diye düşünebiliriz elbette. Ancak hem Brindesi’nin çizimlerinde tirkeş bulunmaz, hem de bakın bu konuda Reşat Ekrem Koçu ne diyor;
“YENİÇERİ KIYAFETİ
Milli kütüphanemizde Yeniçeriler üzerine, garp memleketlerindeki askeri kıyafetnameler ayarında, kesin ve doğru bir kıyafet albümü yoktur. Cevat Paşa ’nın «Tarihi Askerii Osmanî » ve Mahmut Şevket Paşa’nın «Osmanlı Teşkilat ve Kıyafeti Askeriyesi» adındaki eserleri ve batılı müelliflerle ressamlar tarafından Türk kıyafetleri üzerine, bu arada yeniçeriler üzerine çizilmiş resimler, yazı ile tarifler tatmin edici değildir. Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın «Kapıkulu Ocakları» adındaki eserinin birinci cildinde yeniçerilerin kıyafetlerine tahsis edilmiş olan «Yeniçerilerin Börk ve Elbiseleri» ve «Yeniçerilerin Çamaşır ve Çuhaları» başlıklı fasılları okuyup Yeniçeri resimleri çizmek zannederim ki mümkün değildir. Bu azametli eserin sonuna eklenmiş resimler de asla tatmin edici değildir.” Kapıkulu Ocaklarının 2. Cildinin sonundaki resimlerin de gene Avrupalılarca çizilmiş resimler olduğunu ve ne solak ne de tirkeş resmi bulunduğunu belirtelim. Ve kulağımızı gene üstada verelim bakalım üstat «Elbisei Atika» konusunda ne diyor;
“İkinci Abdülhamit devri sonlarında İstanbul’da Sultan- ahmette bir «Yeniçeri Kıyafethanesi » açılmışdı. Yüze yakın manken yapılmış ve bu mankenlere batı gravürle rinden ve Türk minyatürlerinden toplanan bilgi ve es vaplar giydirilmiş, askeri müzeden alınan bazı silahlar ile techiz edilmişlerdi. Müessese zaman ile inkişaf ede cek, mankenler güzelleşecek, kıyafetler tam doğruluğa doğru düzeltilecek yerde kapandı.”
Kapanmasa şaşardık zaten. Demek ki bizim Elbisei Atika müzesi dediğimiz ve çok güvendiğimiz yer de aslında bir replika müzesinden başka bir şey değilmiş ve kaynak olarak da gene Avrupalı ressamların eserleri kullanılmış.
Yazılı kaynakların kısıtlı imkânları bir sonuca gitmemizi engelliyor. Ama elimizde bize ait ve uzmanlarınca ‘ne gördülerse onu çizerler’ dedikleri minyatürler var. Minyatürlerdeki solak figürleri incelendiğinde aslında hiçbirinde sadak da bulunmadığını fark ediyoruz. Daha önce hiç düşünmediği miz bu olay ‘solakların yakın koruma olmaları ve her zaman yaylarının kasılı, atışa hazır vaziyette elde tutma zorunluluğu, ayrıca kaftanlarının uzun eteklerini kemerlerine sıkıştırdıklarında sadak takmanın zor olması’ gibi sebeplere bağlanabilir. Birçoğunda ok ve tirkeş de görünmüyor. Hünername’ deki minyatürleri incelediğinizde okların yelek kısımlarının arkala rında görüldüğü minyatürlerde de tirkeşin belde mi yoksa sırtta mı olduğu konusunda tereddüt doğmaktadır. Çünkü okların pozisyonları omuz üzerinden almaya müsait değil gibi, ayrıca ne tirkeşin ucu ön taraftan görünüyor ne de omuzda askı kayışı var. Bazı minyatürlerde de tirkeşi veya ok demetini ellerinde tutuyorlar ve minyatürlerde genelde tirkeş net olarak görünmüyor.
Dikkatlice bakıldığında aslında solakların üzerinde beldeki kuşaktan başka bir şeyler asılabilecek hiçbir şeyin olmadığı ve buna asılı bir kılıcın olduğu fark edilmektedir. Ama aradığımız sorunun cevabını Süleymanname’deki minyatürleri dikkatlice incelediğimizde buluyoruz. Buradaki savaş konulu minyatürlere bakıldığında belli belirsiz okların yassı ve küçük bir kubur içersinde kuşağa sokulu olduğunu, bunun sağ veya sol tarafta gezleri bazen öne, bazen arkaya gelecek şekilde takıldığını, bazen ellerinde tuttuklarını, bazen omuzlarına koyduklarını görüyoruz. (Ancak kesin bir kanaat oluşturacak veriye rastlayamadığımız halde, gezlerin modern okçulukta olduğu gibi ön tarafta olduğunu gösteren gravürlerin hatalı olduğunu düşünmekteyiz. çünkü minyatürlerde bu tarzı destekleyen bir çizime rastlayamadık).Ve bu durum Avrupalı ressamların çok farklı şekiller çizmesini de açıklığa kavuşturmuş oluyor. Uzunçarşılı’nın tirkeşin “arkada” taşındığı bilgisi sırta asılı olması manasına alınmaması gerektiğini gösteriyor. Osmanlıda Kuşağa sokulu vaziyette ok taşıma âdeti var mı acaba diye araştırdığımızda Thomas Artus’un «silahdar aga» diye isimlen dirilen gravürü ile , «Şatır» isimli gravür bize tam manası ile bir sonuca ulaşma imkânı sağlamaktadır. Çizimdeki detayın netliği “arkada” tabirine de açıklık kazandırmaktadır ve niye okların omuz hizasında göründüğünü de anlamamıza imkân sağlamak tadır. Taşıdıkları okların miktarı ile ilgili kesin olarak bir sayı vermek mümkün olmamakla beraber bellerindeki okların en fazla iki düzine kadar olabileceğini tahmin edebiliyoruz. Elbetteki bu sayının savaş zamanında farklı olması gerekmektedir.
Neticeten solakların bir tutam oku tirkeşle bele veya omza asmak yerine atışa her an hazır şekilde kasılı yayları ile birlikte, yassı bir kubur içinde elde tuttukları, bazen de bellerindeki kuşağın içine soktukları sonucuna ulaşıyoruz.
Mustafa Adnan Mehel, İstanbul. Kasım 2010
Kaynakça
-Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Kapıkulu Ocakları I.cilt,Türk Tarih Kurumu basımevi,Ankara,1984
- Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu
basımevi, Ankara,1984,
- Koçu, Reşat Ekrem, Yeniçeriler, Koçu Yayınları İstanbul 1964,
- Hünername Minyatürleri ve Sanatçıları. Yapı Kredi Yay.. İstanbul, 1969
- Busbecq,Ogier Ghiselin De, Türkiye’yi Böyle Gördüm,Elips Kitap,Ankara 2004
- Kritovulos’un İstanbul’un Fethi, Çev. Karolidi, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2007 2. Baskı
- Yorgios Sfrancis’in Anıları, Çev. Levent Kayapınar, Kitabevi Yay. III. Baskı, İstanbul 2009
- Bir Yeniçerinin Hatıratı, çev. Kemal Beydilli. Tatav Yay. İstanbul 2003
- Gravürlerle Türkiye, Kültür Bakanlığı yay. Ankara 2002
not: Dipnotları nasıl yerleştireceğimi bilemediğim için metne işleyemedim. okurlardan özür dilerim.
8 Aralık 2010 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder