tag:blogger.com,1999:blog-57890091536047275812024-02-07T06:04:56.303+03:00Orta Asya GünlüğüHoşgeldiniz. Bu blogda tarafımdan okçuluk başta olmak üzere islamiyet öncesi Türk kavimlerinin silahları, kıyafetleri,taktikleri, kültürleri vs.konularında yapılmış araştırmalara ilişkin yazılar yeralmaktadır.Yazılar ağırlıklı olarak Rusça kaynaklar ve arkeolojik tesbitler dikkate alınarak hazırlanmaktadır.Blog, yaptığım araştırmaların sadece gelenkesel okçulukla ilgilenen kemankeş gurubu üyelerine değil bu konuya ilgi duyan insanların da okuması,istifade etmesi amacıyla oluşturulmuşturAdnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.comBlogger27125tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-53993775362169601922013-04-23T09:14:00.000+03:002013-04-23T09:14:02.640+03:00OKÇU NARASI<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiDw01TYcJAUVf4GM9YL_0bWbCEepU_WCRnaHL9UgYyS-67RTErLuHGnZQ0B940ECdzn-l0a5Oaazc3ppD6Qm2He37IiaJEWoCWHN88CVAkF1f7aBgT3jFkOUEN_-LQCxSUFOWk7-46og1Z/s1600/552823_10150968726892092_276852055_n.jpg" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiDw01TYcJAUVf4GM9YL_0bWbCEepU_WCRnaHL9UgYyS-67RTErLuHGnZQ0B940ECdzn-l0a5Oaazc3ppD6Qm2He37IiaJEWoCWHN88CVAkF1f7aBgT3jFkOUEN_-LQCxSUFOWk7-46og1Z/s320/552823_10150968726892092_276852055_n.jpg" /></a>Ne bağırıyoruz be!!!!!
Bilenler bilir ok atarken önce bir “gaza niyetine!!!!” diye komut verir , ondan sonra alnımızdan damarlarımız fırlayıncaya, gırtlağımızın elverdiği ölçüde yüksek sesle Allahın adını haykırarak okumuzu atarız.
-“Ya Hak!”
Bazı arkadaşlarımız veya bilmeyenler “niye bağırıyorsunuz?” diye soruyorlar. “Sessiz sessiz ok atmak varken niye yırtınıyorsunuz?” “Yok, böyle bir şey, nereden uyduruyorsunuz” diyenler de var . Hatta ilk bakışta mantıklı gibi görülen gerekçeler de buluyorlar. Öyle ya bağırırken konsantrasyon bozulabilir, el titreyebilir, dikkat dağılabilir, düşman ürkebilir, Pusuda böyle bağırılmaz vs. vs. vs.
Türk okçuluğunun en çelebi öğreticisi Ali Kılıç ile birlikte şu ana kadar yüzlerce öğrenciye okçuluk eğitimi verdik. Katıldığımız organizasyonlara küçük bir ordu görünümünde gidiyoruz. Türkiyenin en kalabalık okçuluk gurubu olduğumuzu söyleyebiliriz. Dünyada da sayılı guruplardan olduğumuzun farkındayız. Neyse reklamı kesip neden Ya Hak! diye bağırarak ok attığımızı açıklamaya çalışalım: İlk söz elbette rahmetli Ünsal Yücel Hocamızın:
"Harp okçuluğu yanında, bir savaş hazırlığı sayılarak spor okçuluğuna da aynı kutsal önemim tanındığını görürüz. Nitekim gerek menzil gerek koşu atışlarında oklar hep " Ya Hak!" ünlemi ile "gaza niyetine" atılırdı. Savaş okçuluğu terk edildikten sonra, spor okçuluğunun öncelikle manevi bir disiplin sayılıp, yüz yıllar boyu sürdürül mesinde bu dini inanç önemli rol oynar. Yine bu inanca dayanılarak okmeydanlarına, cennetten bir köşe diye bakılmış, sınırına tecavüz edilmesine sarhoş abdestsiz ve pabuçla girilmesine izin verilmemiş, yetkili kişisine Şeyh denilmiş, cihat, yağmur ve afet dualarında hep bu meydanlarda toplanılmıştır." Türk Okçuluğu, Ünsal Yücel, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara 1999 s 29-30
-Ya Hak!
Bu kadar net bilgiden sonra daha fazla açıklama yapmaya gerek olmadığının farkındayız amma devam edelim. Bakalım başka hangi sebepler var. Kavsnameye kısa bir göz atmakta fayda var ;
“heman bir eyüce yay üstad işi eyüce oklar alup gaza niyetine meydane varub nişane ok atasın...”
Kavsname , Mustafa Kani , s.42
“Puta yayı boyları on buçuk tutamdan on bir tutama varınca okları uydurup meydana vara niyyetü’l-gaza diyüp ka’ide üzre putaya ok atup sevab tahsil idesin..... Kavsname s.59. Kavsnamedeki bu kayıtlardan ve Ünsal hocanına beyanından sadece menzil değil puta atışlarında da gaza niyetiyle yapıldığı sonucunu rahatlıkla çıkartabilriz.
“ havacılar arasında üstadlardan gayet bir havacı dostun gerekdür ki sen ok atup Ya Allah çağırdığun zaman ok nereye düşer mukayyed olup ve atduğun okun havasın bulup hava eyleye ...” Kavsname s. 81
Osmanlıca terimleri anlamakta sıkıntı olabilir. Buyrun daha öztürkçe olan kitaplardan alıntılar ;
“Havacılar tülbentlerini havaya atınca ok atmaya başlanır ve oklar havacıların üstüne doğru atılır. Oku atan, atınca "Ya Hak" veya ok meşk oku ise "vardı" diye ünleyince havacılar namazda rüku haline benzer vaziyet alırlar” Telhis-i Resailat-ı Rumat, Mustafa Kani bey, İstanbul Fetih Cemiyeti, , İstanbul 2010.s.151 Aynı olay Süleyman Kani İrtem tarafından da anlatılır ;
“Tirendazlar ayak yerinde, havacılar hava yerinde toplanıp yaylar kurularak " küşad" a başlanmadan evvel tirendazlardan biri
-Hava eyle!
Diye bağırır, havacılar da ellerinde bulunup ucuna taş bağlanmış olan tülbentlerini havaya atarlardı. Bunu müteakip ok " küşadına" iptidar olunarak havacıların üstüne doğru atılırdı.
Tirendaz okuna küşad verip;
-Ya hak!
ve yahut meşk oku ise ;
-Vardı!
nidasını eder, havacı da rükua varır gibi vaziyette sağ elini sağ dizine dayar, kulağını yere doğru tutar, okun konmasını veya geçerse sesini dinler, konunca işaret eder.”
Türk Kemankeşleri, Süleyman Kani İrtem , Ülkü basımevi ,İstanbul, 1939 s.32-33
Ok atıcılığında hava sebebiyle veya yanlışlıkla yolundan dışarı olan ok şast tarafına atılır ise,”ya hak “ sözünden sonra “şasta bak “, kabza tarafına atılır ise “kabzaya bak” diye bağırılır. Telhis-i Resailat-ı Rumat. S. 153.
“Tirendaz oku (şest)ile çekerken kalbinden Allahı yadeder ve "küşaddan" sonra ;
-Ya Hak!
Yahud;
-Allahüekber!
diye Allah’dan medet talebeylerdi.” Türk Kemankeşleri, Süleyman Kani İrtem s. 41 Ya Hak kelimesinin sonundaki ünlemin ne manaya geldiğini söylemeye gerek yok herhalde .
-Ya Hak!
Aslında bu tür naraları gösteri amaçlı ve menzil atışlarında yaptığımızı belirtmekte fayda var. İnsanlara eski kemankeşlerin, savaşçıların nasıl nara attıklarını göstermek hem izleyicileri heyecanlandıran hem de atıcıları motive eden bir durumdur. Defalarca yaptığımız gösterilerde insanların ve atıcıların bu durumdan çok memnun olduklarını gözlemleme imkânımız oldu. Bir savaşçı müfrezeyi canlandırdığımıza göre savaşta bağırıldığı gibi bağırmaktan daha normal ne olabilir. Uzakdoğu menşe’li havada uçuşan keratacıların hayt huytlarından veya mart kedisi gibi acaip sesler çıkarmalarından baygınlık gelmişken atalarımızın savaşta bağırdığı gibi nara atıp efelenmek niye yanlış olsun? İlla bizim de Uzakdoğulular gibi hayt huyt mu yapmamız lazım? Kaynaklar da savaşta nara atılması ile ilgili bir iki alıntı yapmakta fayda var. Acaba selçuklular savaşta nasıl bağırıyordu? ;
“ imparator.... Manuel Angelos’un emrine Doğu birliklerinden en seçmelerini vermiş ....Kharaks’da bulunan Türkler üzerine göndermişti....Fakat herhangi bir yararlık gösteremediği gibi, böyle güçlü bir ordudan beklenecek hiçbir şey de yapamadı. Aksine, otlaklardaki sürüleri yağmalamayı ve birkaç Türk çobanını esir etmeyi yeterli bir kahramanlık sayarak korku içinde ormandan ayrıldı. Çünkü gecenin birinde arkasında Türkler belirmiş ve nara atmışlardı. Bunun üzerine üstüne yürüyen düşmanların sayısının belirlenmesini bile beklemedi; ordusunu savaş düzenine sokmadı; aksine, atını, elleri, ayakları ve okşayıcı sözlerle dörtnala kaldırarak oradan uzaklaştı. ...Başkomutanın hiç iz bırakmadan kayboluşu orduda karışıklık doğurdu. Düzen tamamıyla bozuldu ve herkes kaçmaya başladı. Ganimet olarak kazanılmış olan hayvanlar ile esirler arkada bırakıldı. Bizanslılar, eğer Manuel Kantakuzenos kılıcını çekip karşılarına çıkmamış ve kılıcının tersiyle kaçanların sırtına vurmamış olsaydı, herhalde birbirlerine düşecek ve kendi aralarında döğüşmeye başlayacaklardı. Çünkü daha henüz geceydi, gün ışımamıştı. Kantakuzenos : “ Durun! Nereye kaçıyorsunuz, kimsenin saldırdığı yok!” diye bağırmıştı. Böylece askerler yavaş yavaş kendilerine geldiler ve öyle düşüncesizce, akıllarını yitirmişçesine, üzerinde bulundukları tepeden aşağıya doğru koşmaktan vazgeçtiler. Historia , Niketas Khoniates ,çev. Prof. Dr. Fikret Işıltan , Türk Tarih kurumu Ankara 1995 s.135,136. Demekki nara savaşta baya iş görüyormuş. : )))<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjsEejKAB85Ahu6OdDl2zlXqd5RNtCKqavNKYXmg1NBH0csdgREM_BQuJ5TFkUqGWeY3pXCPbOPGDaT6HIjssCLGgoI_Eo98-a0Pk1ntvp-1EAwOGsIlnr2P2RCsprGWBu7yHEC9IgjYlFU/s1600/304121_10150314654607602_750472601_8052474_386392927_n.jpg" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjsEejKAB85Ahu6OdDl2zlXqd5RNtCKqavNKYXmg1NBH0csdgREM_BQuJ5TFkUqGWeY3pXCPbOPGDaT6HIjssCLGgoI_Eo98-a0Pk1ntvp-1EAwOGsIlnr2P2RCsprGWBu7yHEC9IgjYlFU/s320/304121_10150314654607602_750472601_8052474_386392927_n.jpg" /></a>
Muharrem Kesik de eserinde yaptığı alıntılarla Türkiye Selçuklu ordusunun naralarının düşmana büyük korku verdiğini söylemekte ve bu naranın da “Allahüekber” olduğunu bildirmektedir. At Üstünde Selçuklular, Muharrem Kesik, Timaş yayınları, İstanbul 2011 s.140-1451.
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEho5JLPONKz5L_dKL5qCHsJXxqAbMcE-j0hQbtyVMAOIEweomshg-k7H_DVI57-6VyAoXFUAroeDdtM6C2W6ImGy5MU_cO1WdOznN4FkOf09LpXNWNGb_iv9iZa48d_OCK48zv-_DzGhtxp/s1600/DSC_3239.jpg" imageanchor="1" ><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEho5JLPONKz5L_dKL5qCHsJXxqAbMcE-j0hQbtyVMAOIEweomshg-k7H_DVI57-6VyAoXFUAroeDdtM6C2W6ImGy5MU_cO1WdOznN4FkOf09LpXNWNGb_iv9iZa48d_OCK48zv-_DzGhtxp/s320/DSC_3239.jpg" /></a>
Ok atarken Hz. Ali’nin Ya Hak yerine Allahüekber diye nara attığı belirtmekte fayda görüyoruz. Süleyman Kani İrtemden alıntıladığımız şekilde zaman zaman Okçuların da bu şekilde nara attığını gördük.
Bir Başka veasıl önemli sebebimiz de Necmeddin Okyay Üstadın bu şekilde atmasıdır. Elbette merhumu sağlığında iken görme şansımız olmadı ancak Müteaddit defalar Prof. Dr. Uğur Derman hocamızın konferanslarında bu soruyu kendisine yönelttik. Prof. Uğur Derman hocamız bize Necmeddin üstadın nasıl atış yaptığını ve atış yaparken nasıl nara attığını aynen attığımız şekilde tarif etti. Hatta defalarca Ya kısmının uzatılması Hak kısmının kısa tutulması gerekmez mi hocam? diye sorduk ve tam bir İstanbul beyefendisi olarak sıkılmadan defalarca aynı cevabı verdi. Necmeddin Okyay üstadımız Seyfeddin efendiden ok dersleri almış birisi olarak Ya hak narasının nasıl atılması gerektiğini bilen birinsandır .Kendisine yetişememiş olsak da Allah uzun ömürler versin Uğur Derman Hocamız sağ ve merak edenler kendisine sorup nasıl atış yapıldığını öğrenebilirler. Okçulukla ilgili birkaç hatıra kırıntısını da üstaddan dinlemekte fayda var.
-Ya Hak!
Bursalı Şüca’nın Yıldız menzili bozması şu şekilde anlatılır. Şüca o gece bir rüya görmüştür ve daha meydana gelmeden “vallahi de billahi de bu gün o Yıldız menzilini ben aşırı atacağım ve ondan sonra da elime ok ve yay almayacağım..” dedi.
“ Üçüncü oku atma sırası İskender’e gelince , meydanı dolduran yüksek bir sesle Ya Hakk diye bağırıp atışını yaptı ve Şücayı geçti, ama o da Havan-delen Solak Bali’nin taşından aşırı atamadı... Devamında Şüca gördüğü rüyanın tesiri ile Yaradan’a sığınıp atışını yapar ve neticeyi beklemeden yayını yasar. Ve menzil Şüca’ nın olur. Osmanlı Devletinde Spor, Atıf Kahra man, Kültür bakanlığı 1995 Ankara s.270
Bursalı Şücanın bu menzilin bozmak için Tozkoparan İskender 10 sene çalışmak zorunda kalır. Süleyman Kani İrtem bu olayı şöyle anlatıyor;
“Tozkoparanın ilk attığı ok Deve Kemal menziline vardı. Havacılar tülbent ettiler. Öteki pehlivanlarda attıktan sonra nöbet tekrar Tozkoparana gelince yaycısı İçkoz ahmed
- şast canibine at!
diyerek yüz yirmi beş dirhemlik yayını eline verdi. Pehlivan okunu attığı anda öyle bir bağırdı ki bütün meydan erleri şevka geldiler. Türk Kemankeşleri, s.63
Bu önemli olay bir okçuluk irsalesine atfen Atıf Kahraman tarafından daha detaylı verilir:
”... Meydanda yaşlı üstatlardan izin ister. Onlar da;
“Gaza niyetine atmana izin verdik. Allah yardımcın olup koluna kuvvet versin.” Diyerek izin verince İskender.
“Bismillah deyip Ya Hak” sedasıyla okunu attı.
Ok Benli Karagöz ile Deve Kemalin taşları arasına düşüp, havacılar “ beş dülbend ile çuka attılar”
İskender’den sonra diğer atıcı pehlivanlar da atış yaptılar ise de , hiç birisi İskender’in okunu geçe medi( basılmadı)
İkinci oku atma sırası (növbet) yine İskender gelince, yaycısı üstad İçkoz Ahmet ağa, yayı yoklayıp eline verirken;
“Allahını seviyorsan sağ tarafa ( şast) doğru at.” diye uyarıda bulundu.
İskender İçkoz Ahmet Ağanın dediği gibi sağ tarafa doğru okunu attı. “Ya Hakk” diye bağırıp öyle sıçradı ki; o gün giyinmiş olduğu ak kaftanın etekleri , rüzgarın da etikisiyle kendi boyunca havaya kalkıp, ok altında duranlara alay bayrağı gibi göründü. ( risale . yk.25.b.) Atıf kahraman s. 274
-Ya Hak!
Bu kadar delilden sonra hala ikna olmayanlara söyleyecek birşeyimiz yok. Ama açıkça görüldüğü gibi aslıda biz yeteri kadar bağırmıyormuşuz .Haydi, bakalım kaftanımızın etekleri tepemize çıkana kadar nara atmaya devam. O pehlivanların rekorlarını kıramayız belki ama hiç olmazsa yaptıklarını taklit edelim. Biz böyle atmaktan memnunuz. Güzel bir İnsanın kitabından alıntıyla başladığımız yazıyı Şeyh Galibin güzel bir beytiyle bitirelim . Ne demiş şair ?
“Ne heva vü ne keman, ve ne kemankeş ancak
Erdirir menziline tiri nidayı ya Hak”
-Ya Hak!
KAYNAKÇA..
• Telhisi Resailatı Rumat, Mustafa Kani Bey, istanbul fetih cemiyeti , istanbul 2010.
• Türk Okçuluğu, Ünsal Yücel, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara 1999 s 29-30
• Osmanlı devletinde spor Atıf Kahraman, Kültür bakanlığı 1995 Ankara s.270
• Kavsname, Kemankeş Mustafa Efendi , transkribe eden Dr.Hanifi Vural,taşhan kitap tokat , 2010
• At Üstünde Selçuklular. Muharrem Kesik, Timaş yayınları, İstanbul 2011 s.140-1451.
• Historia , Niketas Khoniates ,çev. Prof. Dr. Fikret Işıltan , Türk Tarih kurumu Ankara 1995 s.135,136.
• Türk Kemankeşleri, Süleyman Kani İrtem , ülkü basımevi ,İstanbul, 1939
ADNAN MEHEL, NİSAN 2013Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-72026938110966842702012-11-21T00:38:00.000+02:002012-11-21T00:38:56.844+02:00<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3njqyIa_7vJdH3_JZzZyf9IH1VtFHDI-ZyUe_wnEf0xx9Wt3gAngy4qJGk2K_KB1Ruc5NuC8ny2t65LDycGOMFhsGFWEmcsovuG2VNCPX-cK2AafK97J1nB4Rcls4PMkURZohU2odYNh-/s1600-h/kurgan.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 207px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3njqyIa_7vJdH3_JZzZyf9IH1VtFHDI-ZyUe_wnEf0xx9Wt3gAngy4qJGk2K_KB1Ruc5NuC8ny2t65LDycGOMFhsGFWEmcsovuG2VNCPX-cK2AafK97J1nB4Rcls4PMkURZohU2odYNh-/s400/kurgan.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5379245877012493010" border="0" /></a><br /><span style="font-weight: bold;">Kurgan Yapımı</span> (Heredotun tarfine göre)Resim, Tarih ve Doğa Tarihi Müzesi'nde(Kiev)<br /><br /><span style="font-weight: bold;">ÇİN’DEKİ PİRAMİTLER EFSANESİ<span style="font-style: italic;"></span></span><br /><br />Çin de bulunan Türk Piramitleri konusu uzun zamandır insanımızın zihinlerini meşgul etmektedir. Kaynak olarak da genelde Haluk Tarcan gösterilmektedir. Türkler tarafın dan, Mısır Piramidinden 2000 sene önce ve ondan daha yüksek (300 m.) piramitlerin in şa edildiği, ancak bu piramitlerin saklandığı, bu alana bırakın turisti insanın bile girmesine izin verilmediği ileri sürülmektedir. II. Dünya savaşı esnasında Amerikalı bir pilotun (James Gaussman 1945 yılında) büyük beyaz piramidin resmini çekebildi ği, Alman bilim adamı Hartwig Hausdof ‘a 1994 yılında bir araştırma yapılmasına izin verildiği, Housdof’un da bir kaç fotoğraf dışında kimseye fotoğrafları göstermediği iddia edilmektedir. <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhoCneve_eDQxDh6Rc2kOh10B7FghBwWcp9fm4WqJzyMJR1Pl7DPwF2kJe5A2AGGpKWYcgyhOy8c5zk23V5vI7PNnKpjvT99fYfTk5Qc9QadJIFgkrEt_seO7LEzQOUzPeC6DASTVJP9Amm/s1600-h/s208055.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 200px; height: 131px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhoCneve_eDQxDh6Rc2kOh10B7FghBwWcp9fm4WqJzyMJR1Pl7DPwF2kJe5A2AGGpKWYcgyhOy8c5zk23V5vI7PNnKpjvT99fYfTk5Qc9QadJIFgkrEt_seO7LEzQOUzPeC6DASTVJP9Amm/s200/s208055.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5378432645682030978" border="0" /></a><br /> Rusça sitelerde ve forumlar da da Çin’ deki piramitler, özellikle de beyaz piramit tartışılmakta, bölgeye girişin yasak olduğu, Çin yetkililerinin piramitlerin üzerine ağaç dikerek sakladığı konuları konuşulmaktadır. Bölgeye girişin yasak olma sı da ufolar ve gökcisimleri ile açıklanmaya çalışılmaktadır. İngilizce forumlarda da benzer bilgiler bulunmaktadır. Google Earth programında buradaki piramitleri gör mek mümkündür. Anlatılan gibi irili ufaklı onlarca piramidin bulunduğu piramitler vadisi Xi’an (Şian okunur) şehrinin 30-40 km kadar kuzeyinde bulunmaktadır. Araştır maya kaynak olarak gösterilen Haluk Tarcan’ın kitabından başlamakta fayda var;<br />Haluk Tarcan’ın eserinin 130. sahifesinde piramitlerin M.Ö. 3000’ lerde öntürkler tarafından yapılmış olabileceği bildirilmektedir.(1) <br />Alman bilim adamı diye lanse edilen Hartwig Hausdof ‘un bir bilim adamı değil tur düzenleyicisi olduğu bilgisine İngilizce sitelerden ulaşma imkânı var. Burada bir abartı söz konusu.<br />Bu alana kimsenin sokulmadığı hususunun da abartılı bir değerlendirme olduğunu belirtelim. En azından 1990 yılından sonrası için. Okçuluk araştırmalarım esnasında Novosibirsk Üniversitesinden Prof. Hudyakov’un bu alana Unesco tarafından 1990 yıllarda düzenlenen bir araştırma gezisine katıldığını Kumandan Qo Tsubin mezarında bulunan “Hunluyu Çiğneyen Çin atı” üzerine yazdığı bir makalesi dolayısı ile öğrenmiştim. Makale içersinde bu heykel üzerinde araştırmaların 1936 yılında yapıldığı ve yayınlandığı da bildirilmektedir.(2) <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMw-OQ61-UbntVxHCcUYeTIrDiDpJpAnqcBmdaQ-11aI132VOBkZ1V0HerQr5nOEVMV2zhSYEiSrUXOembc8_y8Th_7WNOFgszEzUREb8ODQNa5sKkjpyRPf5jLC4f4oDojgjOYNuY3mQi/s1600-h/at%C4%B1n+alt%C4%B1ndaki+gur+sakall%C4%B1+kompozit+yayl%C4%B1+sava%C5%9F%C3%A7%C4%B1ya+dikkat.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 200px; height: 150px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMw-OQ61-UbntVxHCcUYeTIrDiDpJpAnqcBmdaQ-11aI132VOBkZ1V0HerQr5nOEVMV2zhSYEiSrUXOembc8_y8Th_7WNOFgszEzUREb8ODQNa5sKkjpyRPf5jLC4f4oDojgjOYNuY3mQi/s200/at%C4%B1n+alt%C4%B1ndaki+gur+sakall%C4%B1+kompozit+yayl%C4%B1+sava%C5%9F%C3%A7%C4%B1ya+dikkat.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5378432649487033554" border="0" /></a><br /><br />Orta Asya ve eski Türk tarihi konusunda ciddi ve genel kabul görmüş tarih kitapla rında Çin’de piramitlerin olduğuna dair bir bilgi bulmak mümkün değildir. Konunun şu ana kadar aydınlığa kavuşturulamamasının sebebi de bu olmalı. Ancak piramide benzer bir yapı olabileceğini düşündüğümüz kurgan(tümülüs)la ilgili bazı bilgiler bulmak mümkün. Önce bilmeyenler için Kurganın ne olduğu açıklamaya çalışalım;<br /><br />Kurgan kısaca ölü odasının üzerine toprak yığılarak yapılan tepecik demektir. Dili mizdeki karşılığı “tümülüs” tür. Kurgan kelimesi aslında Türkçe bir kelimedir. M.Ö. III binlerde Asya steplerinde ortaya çıkan bu defin şekli Orta Asya başta olmak üze re Avrasya kıtasında yaygındır. Afonesova Kültürü ile irtibatlandıranlar olduğu gibi Hazar denizi ile Karadeniz arasındaki steplerde oluşan Yama Kültürüne bağlayan bilim adamları da var. Kesin olan, bir bozkır kültürü olduğudur. İskitlerde ve Kimmerler de de bulunan bu kültür ağırlıklı olarak Türkî halklar tarafından kullanılmıştır. İskandinavlarda ve Ruslarda da bulunmaktadır. <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi7rry4r1hbetq8ae5n066dgcOCXrMW59v49KaekXGpOWcA6yGYEDV08gfNnr7SBDyVg-KmEBDpTmQcoY13lFxtn7VVS80srPSC6rMv1EGs7ie8kGcdOlG0jjN7zmwXNtYSGk_3l1zJjSDX/s1600-h/yang+ling6.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 200px; height: 134px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi7rry4r1hbetq8ae5n066dgcOCXrMW59v49KaekXGpOWcA6yGYEDV08gfNnr7SBDyVg-KmEBDpTmQcoY13lFxtn7VVS80srPSC6rMv1EGs7ie8kGcdOlG0jjN7zmwXNtYSGk_3l1zJjSDX/s200/yang+ling6.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5378432651819512642" border="0" /></a><br />Oktay Belli’nin kitabında kurgan hakkında şu bilgiler bulunmaktadır;<br />“<span style="font-style: italic;">Eserini 10. Yüzyılın ortalarına doğru yazdığı anlaşılan Arap tarihçi Ebu Zeyd El-Belhi, Türk dilinde mezara tepe denildiğini belirtmektedir.</span>”(3)<br />Aynı kitabın 17. Sahifesinde E.Chavannes’den alıntıyla Hiong-nu(Hun)'larda Asena Şö-ül öldüğünde kendisine yapılan kurganın Kaşgar’daki dağ kadar görkemli olduğu, İbn-i Fadlan’dan alıntıyla Oğuzlarda da bu şekilde kurganların yapıldığı bilgileri yer almaktadır. Aynı eserde bu kurganların bazen piramide benzer şekilde yapıldığı bilgisine ulaşmak ta mümkün;<br /><span style="font-style: italic;">“ 1253 yılında Fransa Kralı tarafından Orta Asya Karakurum’daki Moğol ordusuna gönderilen bir heyette bulunan rahip Guillaume de Rubrouck da şunları anlatmaktadır.; “</span>… <span style="font-style: italic;">Kumanlar mezarlarının üzerine büyük bir kurgan yaparlar.. Eğer ölen kişi zengin ise onun mezarı üstündeki kurgana piramit biçimli bir şekil verirler.</span>” Belli.s.18<br />Piramitlerin bulunduğu alan Çin’de kurulan devletlerin kadim başkenti Ch’ang-an dır. Liu Mau Tsei nin kitabında sayfa 203 de piramitlerin bulunduğu alanda defnedilen Bir Türk Tigin’i (prens) ile ilgili malumat bulunmaktadır. (A-şi-na) Sse-mo Hie-li (Kağan’ın) sülalesindendi. Çin imparatoru ile birlikte Liao-Tung’a düzenlenen seferde bir okla yaralanır. İmparator bizzat kanını emse de kısa bir süre sonra başkentte ölür. Devamını s.207 den takip ediyoruz <br /><span style="font-style: italic;">“ Çao-Ling’in mezarının yanına gömüldü ve mezar Po-tao Dağı’nın şekli örnek alınarak inşa edildi.”</span> (4) . Bu bilgiye göre piramit lerin bulunduğu alanda bir Türk Tigin (prens)’in bulunduğunu söyleyebiliriz<br /><br /><span style="font-weight: bold;">Piramitlerin Türklerle bir ilgisi var mı?</span><br />Yaptığımız alıntılarla aradığımız şeyin ne olabileceği konusu biraz aydınlatılmış oldu. Ancak bunlar daha yakın tarihe ait bilgiler. Çin’deki Piramitlerin yapıldığı tarih daha eski, o nedenle bu dönemi araştıran diğer kaynaklardaki bilgilerle konuyu biraz daha açmakta fayda var:<br />Eberhard’da bu konu ile ilgili olarak Chou sülalesi başlığı altında (M.Ö. 1050- M.Ö.247) aşağıdaki bilgiler bulunmaktadır.<br /><span style="font-style: italic;">“Gerçi Chou’lar kültürlerinin malı olan çuha ve yünlü kumaşları beraberlerin de getirmişlerdir, fakat elbiseler yine değişmemiş olacaktır. Esaslı olarak yalnız mezarların şekilleri değişmektedir; Shang devrin de toprak altında ev şeklinde mezarlar yap mışlardır; şimdi ise, büyük bozkır sakinle rinin tercih ettikleri gibi, büyük Tümülüs-mezarlar yapıyorlardı.”</span> (5) <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjOiLHYUNFTayPKc8rwYnmI6HqzLzsKSRTCSu40zeEZeMmf7K77SsEpjVxYTlLt2DrWtu-ubXalt_yG6TwzQDoKlyQXAgubnXiCKOfVefwLN-8NxvGSH-TdK_dNGdd1JIHVNOgdE-VAoN98/s1600-h/postcard-under.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 200px; height: 138px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjOiLHYUNFTayPKc8rwYnmI6HqzLzsKSRTCSu40zeEZeMmf7K77SsEpjVxYTlLt2DrWtu-ubXalt_yG6TwzQDoKlyQXAgubnXiCKOfVefwLN-8NxvGSH-TdK_dNGdd1JIHVNOgdE-VAoN98/s200/postcard-under.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5378432664984366610" border="0" /></a><br /><br /><span style="font-style: italic;">“Chou hükümdarlarının mezarları ise, Orta Asya’dakilerin şekillerine çok ben zeyen büyük tepeler halinde idi.”</span> Eberhard s. 69<br />Aslında kurgan kültürü Gök tanrı inancı ile ilintilidir. Gök tanrı inancı Choulardan önceki kültür olan Shang döneminde Çin’de görülmeye başlamışken kurgan kültürü Choularla birlikte gelmiştir. Chou’ların kimliği konusunda Eberhard şu açıklamayı getirmektedir;<br /><span style="font-style: italic;">“Bugünkü bilgimize nazaran Chou’lar aslen bir Türk kabilesi idi; ufak olan devletleri, bilhassa Türklerle Tibetliler’den müteşekkil idi.</span>” demektedir. Eberhard.s.33<br />Chou’ların Türk asıllı oldukları bilgisi Zeki Velidi Togan’ın kitabında da bulunmak tadır.(6) Ancak bu bilgilere bakarak Chou devletini oluşturan halkın tamamının Türk olduğu sonucuna varamayız. Aralarında Tibetliler olduğu gibi asıl teba Çinlilerden oluşmuş olmalıdır. Çünkü Çin o tarihlerde de çok büyük bir nüfusa sahipti. Ama Chou devletini kuranların ağırlıklı olarak Türk olduklarını söyleyebiliriz. Ayrıca bu Chou devleti Çin’in kuzeyinde kurulan bir devlettir. O tarihte Çin’de başka devlet ler de vardı.<br />Kurgan Kültürü Chou’larla birlikte M.Ö 1050 yılından sonra Kuzey Çin’de görülmeyebaşlamıştır. Bu arada Xi’an şehrinin bulunduğu Shensi(Shaanxi de okunur) eyaletinin, Gansu eyaleti ile birlikte kuzey Çin’deki kadim Türk yerleşkelerinden birisi olduğunu hatırlatmakta fayda var. M.Ö III. binyılın ortalarından itibaren bu bölgede görüldüğünü söylediği Proto-Türk kültürü hakkında Eberhard’da şu bilgiler bulunmaktadır. <span style="font-style: italic;">“ Çin kaynaklarından öğrenildiğine göre, bu kültürün merkezi bugünkü Shensi ve Kansu eyaletleridir.</span>” Eberhard s.17 <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiesVTjHg0-7b9aIC4BWQkrCf4pVtSfPvvOFdvc-ePKPEOhjlV-_QKPfszNPZs_0p01gjnUgx9HKIx9GtLWo0GIvL1RwNXYFfwrlLDSAQkIOfOZqAW5CV6EPfpkAr8Tf0ZQohyk5KVCDJ7r/s1600-h/yang+ling9.jpg"><img style="margin: 0pt 0pt 10px 10px; float: right; cursor: pointer; width: 93px; height: 200px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiesVTjHg0-7b9aIC4BWQkrCf4pVtSfPvvOFdvc-ePKPEOhjlV-_QKPfszNPZs_0p01gjnUgx9HKIx9GtLWo0GIvL1RwNXYFfwrlLDSAQkIOfOZqAW5CV6EPfpkAr8Tf0ZQohyk5KVCDJ7r/s200/yang+ling9.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5378433386235451266" border="0" /></a><br />Eberhard bu bölgenin gelişim düzeyi ile ilgili bir kıyaslama da yapmaktadır; “ <span style="font-style: italic;">..tarihi raporlara göre, Mançurya’da ve Doğu Moğolistan’da henüz taş aletler bulunurken, Batı Moğolistan’da ve Kuzey Çin’de maden biliniyor ve kullanılıyordu.Fakat şimdiye kadar Batı ve Güney Çin’de Kabataş devrine ait aletlerin bulunmamış olması mühimdir. Herhalde bu bölgelerde taş kültürü yerine bir tahta yahut daha doğrusu bugün bile Hindiçini’nin iptidai kabilelerinde bulunan Bambu kültürünün mevcut olduğunu kabul etmek icap edecektir.</span>” Eberhard s.14<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYN2-uYJY9hmmZ8VTbE0XV-jHzEgLBfPFdIVt9PyH-i-a9aNn8UYq-HAGjnbcdByMOV5UPgkxNQlxpTOXYZ9ZhcNDFNk6m5AE3rvJrHS9Bw3XTFtfBomlFbqA9dmcBVs9Ntv5QvubsijXy/s1600-h/beyaz+piramit2.jpg"><img style="margin: 0pt 0pt 10px 10px; float: right; cursor: pointer; width: 200px; height: 146px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYN2-uYJY9hmmZ8VTbE0XV-jHzEgLBfPFdIVt9PyH-i-a9aNn8UYq-HAGjnbcdByMOV5UPgkxNQlxpTOXYZ9ZhcNDFNk6m5AE3rvJrHS9Bw3XTFtfBomlFbqA9dmcBVs9Ntv5QvubsijXy/s200/beyaz+piramit2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5378433393005051762" border="0" /></a> Xi’an (Şian) şehri, yani inceleme konusu olan piramitlerin bulunduğu alan Shensi eyaletinin güney kısmındadır. Xi’an şehri ile ilgili araştırmaya başlamadan önce Çin’de bu alandan başka yerde kurgan olup olmadığı hususunu araştırmakta fayda olduğu kanaatin deyiz. Pekin yakınlarında Ming hanedanı mezarları bulunmaktadır. Buradaki mezarlara bir göz attığımızda kurgan şeklinde değil mozole olarak yapıldı ğını müşahede etmekteyiz. Başka yerde böyle bir gelenek yoktur da denilebilir, sonra ki dönemlerde bu defin şekli terk edilmiş de olabilir. Elimizde başka araştırma imkâ nı olmadığı için maalesef bu yüzeysel araştırma ile yetinmek zorunda kalıyoruz.<br />Fransız arkeolog Corinne Debaine- Francfort’a ait arkeoloji kitapçığı nın 16. ve 20. sahifelerinde, Şair Viktor Segalen’in Tarihçi Chavannes’in keşfettiği eserleri ararken ünlülerin tümülüslerinden bir tanesinin yerini tespit ettiği bilgisi yer almaktadır. Segalen’in keşfettiği şey, tümülüsün hemen yanında bir Çin atının Hunluyu çiğnerken betimlendiği heykel ile birlikte, M.Ö.117 de ölmüş ve Hunlulara karşı başarılı savaşları ile tanınan komutan Huo Qubing’in kurganıdır.(7) <br />Gene aynı kitapçığın 132, 134 ve 135. sayfalarında kurganlar ile ilgili bilgi mevcuttur. 135. sayfada Sima Qian’in notlarından E. Chavannes çevirisini şöyle bitirmektedir. “<span style="font-style: italic;"> (Mezar) dağ gibi görünsün diye otlar ve ağaçlar dikildi.”</span> Görüldüğü gibi üzerine ağaç dikerek saklama diye bir olay da söz konusu değil. Zaten koca bir tepenin ağaçla saklanabileceğini düşünmek abesle iştigaldir. Bu alıntılar Xi’an şehri yakınında bulunan kurganlar yani araştırma konusu piramitlerle ilgili. Buradaki kurganların oluşumunda Türklerin bir katkısı olmuş olabilir mi?;<br />Francford’un kitabının 134. Sahifesinde ünlü Ch’in ( Qin de okunur) imparatoru Shi Huangdi hakkında Han hanedanının ünlü tarihçisi Sima Qian’ dan ilginç bir alıntı var. <span style="font-style: italic;">“ Çin kralı burnu çıkık, gözleri iri, göğsü yırtıcı kuşların göğsüne benzeyen bir adamdır; sesi çakal sesidir…”</span> Olumsuz ifadeler devam edip gidiyor. Bir Çin tarihçisinin Çin’in ilk imparatoru sayılan birisi hakkında neden böyle olumsuz ifadeler kullandığının cevabını Eberhard’da buluyoruz. <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgC7QqwrMckjJSNDVZmcXhoMoKQnxINS0JNV2uI9_uAQqsxpxo_VFF9ZSUjnMTG1I0SY90xU4mL-6BjTORUObeqcTkx3XmYLhQ4tl818S_tV9byP7kjfxEtA0pYJgHE6Qsg5ODasHuwPKrJ/s1600-h/yang+ling7.jpg"><img style="margin: 0pt 0pt 10px 10px; float: right; cursor: pointer; width: 200px; height: 134px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgC7QqwrMckjJSNDVZmcXhoMoKQnxINS0JNV2uI9_uAQqsxpxo_VFF9ZSUjnMTG1I0SY90xU4mL-6BjTORUObeqcTkx3XmYLhQ4tl818S_tV9byP7kjfxEtA0pYJgHE6Qsg5ODasHuwPKrJ/s200/yang+ling7.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5378433400511724866" border="0" /></a><br /><span style="font-style: italic;">“..çünkü 221 de bütün geri kalan sülaleler bertaraf edilerek Ch’in( Qin) yalnız başına bütün Çin’e hakim olmuştu”</span> Çin’de gerçek manada ilk imparatorluğun Qin’ler tarafından kurulmuş olduğunu söyleyebiliriz. <br /><span style="font-style: italic;">“Başlangıçtan beri ahalinin ekserisinin saf Çinli olmadığına, Türkler ve Tibetli’lerle çok karışmış olduğuna şüphe yoktur. Saf Çinliler bu devletten daima yarı “barbar devleti” diye bahsederler.</span>” Eberhard s.75<br />“<span style="font-style: italic;">221’den itibaren bütün Çin’e hakim olan Shih-huang-ti hakkında hükümler muhteliftir: Resmi Çin tarihi onu tanımaz</span>.” Eberhard s.79<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGlEVd8eSIt0I2JEhIgipRRd7ZlVTRpKPQqU5mF5QAR_KpGzfi_oPIplWBjjNpjufZdWeDucElNlZYO8tEiruwbkF4WSrycrvePPrzuwlxx-i6eczy6IUvKeYziRjhxUmY_eqGbHMX6bQ_/s1600-h/s208074.jpg"><img style="margin: 0pt 0pt 10px 10px; float: right; cursor: pointer; width: 200px; height: 144px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGlEVd8eSIt0I2JEhIgipRRd7ZlVTRpKPQqU5mF5QAR_KpGzfi_oPIplWBjjNpjufZdWeDucElNlZYO8tEiruwbkF4WSrycrvePPrzuwlxx-i6eczy6IUvKeYziRjhxUmY_eqGbHMX6bQ_/s200/s208074.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5378433408895468162" border="0" /></a><br />Sima Qian’in tavrı şimdi daha net anlaşılabilmektedir. Barbar diye tanımladıkları halkların yönetimindeki bu devlete karşı ciddi bir önyargı içindedirler, hatta resmi tarihçe bu ilk imparator kabullenilememektedir. Frankfort da Çin’in belirgin bir biçim de geçmişin çeşitliliğinden korktuğunun altını çizmektedir.1949-1990 yılları arasında Çin’deki hiçbir arkeolojik alana yabancı arkeologların sokulmadığını söylemektedir. Devamında; “Ama 1950’li yılların Çin’i, geçmişin çeşitliliğinden korkmakta, bu geçmişe özgü bazı kültürel akrabalıkların üstünü örtmekte çabuk davranmaktadır.”demektedir Francford s.34<br />Qin imparatorluğunun, Çin medeniyetine ve tarihine ne gibi katkılarda bulunmuş olabi leceğini de araştırmamızda fayda bulunmaktadır.<br /><span style="font-style: italic;">“Çin seddinin ilk bölümleri, yani sıkıştırılmış topraktan basit surlar o dönemde yapı lır… Görkemli bir başkent isteyen ilk imparator Shaanxi’de, bugünkü Xi’an’ın yakınındaki Xianyang’a yerleştirmiştir.<br />Sima Qian’e göre imparator burada birçok konut ve harika saraylar inşa ettirdi. Me zarı gibi bu yapılar da ne yazık ki imparatorun ölümünden kısa bir süre sonra, geçici hane dan yıkılırken yakılıp yıkıldı. </span>”Francford s.90 <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgG75rkItsr-eyvLgcUvVE6jvT1BHeOMTN_TU_yz5fhP2MRxTFt76T12LPiFi39hyIFHmmcSiiYi6O6XcZ1VO7hhvm0tLfqQ0qeL3ozPSSxR34Y8Rtv-Z25i_NTRuldvUQkWhzb6nYsdXvv/s1600-h/yang+ling+piramidi.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 200px; height: 148px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgG75rkItsr-eyvLgcUvVE6jvT1BHeOMTN_TU_yz5fhP2MRxTFt76T12LPiFi39hyIFHmmcSiiYi6O6XcZ1VO7hhvm0tLfqQ0qeL3ozPSSxR34Y8Rtv-Z25i_NTRuldvUQkWhzb6nYsdXvv/s200/yang+ling+piramidi.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5378432662660722786" border="0" /></a><br />Anlaşılan piramitlerin bulunduğu vadide ilk başkent Shih-huang-ti tarafından kurulmuş. Buradaki kurganlarda ancak M.Ö. 221 den itibaren yapılmaya başlanmış olabilir. Çin seddinin inşasına Qin’ler tarafından başlanması da ilginç. Kendileri de bozkırlı olmalarına rağmen başarılarını ve zenginliklerini koruma altına alma ihtiyacı duymuş olmalılar. Çok kısa ömürlü olan bu imparatorluk Sima Qian’ın bildi ğinden çok daha fazla eserler bırakmıştı. Ama onlar yerin altındaydılar ve Sima Qian’ın onları görme şansı elbette yoktu. Bu nedenle onlardan tek satır bile bahsetmemişti.<br />İmparatorunun bıraktığı eserler tamamen tahrip edilmiş olduğundan kurganında da başlangıçta ciddi bir kazı yapılmamıştı. Ama 1974 yılında tesadüfen açılan bir kuyu nedeniyle ünlü terra cotta askerlerinin bulunduğu galeriye ulaşılmıştır. Toplam olarak 6000 pişmiş top raktan asker heykeli bu galerilerden çıkartılır. Alan müze haline getirilir ve dünyanın dört bir tarafında gelen ziyaretçileri ile Çinin tanıtımında en büyük katkıya sahip mekânlardan birisi olur. İnsanın bile girmesi yasak denilen mekânları her gün binlerce turist ziyaret etmektedir. İlginç olan Çin başlangıçta burun kıvırdığı Qin devletinin eserlerini bugün gururla sergilemek tedir. <br /><br /><span style="font-weight: bold;">Beyaz piramit efsanesi</span><br /><br />Qin imparatoru Shih-huang-ti, bütün Çini birleştirerek çok büyük bir ekonomik güce kavuşmuştu. Ancak iktidarından on yıl sonra ölüm onu yakalamıştı. Yeraltındaki galerilerinde savaş arabaları ile birlikte 6000 pişmiş topraktan heykelin bulunduğu kurgan oldukça büyük inşa edilmiş olmalıydı.<br /><span style="font-style: italic;">“ kürek mahkûmu 700.000.’i aşkın insan, imparator tahta çıkar çıkmaz inşasına başlanan mozolesinin yapımında çalıştırıldı. </span>” Frankford. s.93<br />Rakamların oldukça abartılı olması kadim Çin tarihçiliğinde neredeyse bir gelenektir. Bunu sayılamayacak kadar çok insan şeklinde anlamakta fayda var. Yoksa ne kadar büyük olursa olsun bir tepe üzerinde 700.000. kişi çalışması mümkün değildir.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhIuhnxmBOS38NYioQzW2TI2i0LNLUFm-pcY3ZZOOS-pu3Mv7lyXPAx-LjhBHhnNrv-Pc1oE3GDLH5_VZ3kB4xTqKjTcuBMlbr-MOoBmIbNjyjGuwTH9cKOc1k3vsrV7OVG23P1eRaVWDJI/s1600-h/ek.4.a.Amerikal%C4%B1+piloyun+%C3%A7ekti%C4%9Fi+fote.jpg"><img style="margin: 0pt 0pt 10px 10px; float: right; cursor: pointer; width: 293px; height: 209px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhIuhnxmBOS38NYioQzW2TI2i0LNLUFm-pcY3ZZOOS-pu3Mv7lyXPAx-LjhBHhnNrv-Pc1oE3GDLH5_VZ3kB4xTqKjTcuBMlbr-MOoBmIbNjyjGuwTH9cKOc1k3vsrV7OVG23P1eRaVWDJI/s320/ek.4.a.Amerikal%C4%B1+piloyun+%C3%A7ekti%C4%9Fi+fote.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5378444869858930034" border="0" /></a><br /><span style="font-style: italic;">“ Höyük iyice görülebilmektedir. İmparatorun isteği doğrultusunda, Mısırın en büyük piramidini hacim açısından geride bıra kan bir dağa benzemektedir”.</span> Frankford. s.94.<br /><br />Yazıda tarif edildiği kadarı ile Qin imparatorunun kurganı (höyük) beyaz piramidin tanımına çok benzemektedir. Ancak yukarıda zikredildiği gibi ilk imparator tarafından yapılan eserlerin tamamı yıkılmış olduğu için kurganının da günümüze ilk yapıldığı şekliyle kalmamış olması muhtemeldir. Alanda başka büyük piramitler de vardır. Çünkü kurgan geleneği M.Ö. 206 yılında kurulan Han hanedanı tarafından da devam ettirilmiştir. Hanlar Mete han ile savaşan Çin hanedanı idi. Beyaz piramit konusunda da tam bir netlik olmamakla beraber Qin imparatorununkinin dışında iki ayrı piramit üzerinde dikkatler yoğunlaşmaktadır. Bir tanesi Çinlilerin beyanına göre İmparatoriçe Wu’nun piramidi. Piramitten çok dağa benzeyen bu kurganın aslında bir dağ olduğu, daha sonra çukur yerlerine toprak doldurularak dış görünüşünün piramide benzetildiği, zamanla bu killerin aşınması ile bugünkü görünümüne kavuştuğu ve yabancılar tarafından anlaşılamadığı söylenilmektedir. İkinci görüş de mevcut piramitler içerisinde en geniş alana yayılmış bulunan Çinlilerin isimlendirmesiyle Mao Ling piramididir. Bir ölçüde efsane haline gelmiş bulunan beyaz piramit Shi- huangdi nin, İmparatoriçe Wu’ nun veya Mao Ling’in piramidi olabilir. Mao ling piramidi’nin geniş alana yayılmış olması yüksek olması manasına gelmez. Shi huangdi nin kurganının da ölümünden hemen sonra tahrip edilmesi nedeniyle yapıldığı zamanki heybetini muhafaza edememiş olduğunu düşünmekteyiz. Amerikalı pilotun ikinci dünya savaşı yıl larında fotoğrafladığı piramide benzer nesnenin yani beyaz piramidin, İmparatoriçe Wu’nun piramidi olduğu kanaatini taşımaktayız. Bazı kısımları aşınmakla artık piramide benzemese de buradaki en yüksek piramit imparatoriçe Wu’nun piramidir. Zaten Amerikalı pilotun çektiği fotoğrafta da aşınma izleri rahatlıkla görülebilmektedir.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrGnfnr0k41xfZqHP-YmItK_ByD9Iud0Eev8TpIe6nixAcgGEa3smoHZxqLFAhoRaBgTZBfQDLaWb-KDrxLlgWJEOXdPDLDBdnyRsDTIQlb9nBJhuQ7M4jNV6EZ_Cjx5sP0HyhJLcnavWg/s1600-h/12185362_2005032211163152338100.jpg"><img style="margin: 0pt 0pt 10px 10px; float: right; cursor: pointer; width: 150px; height: 200px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrGnfnr0k41xfZqHP-YmItK_ByD9Iud0Eev8TpIe6nixAcgGEa3smoHZxqLFAhoRaBgTZBfQDLaWb-KDrxLlgWJEOXdPDLDBdnyRsDTIQlb9nBJhuQ7M4jNV6EZ_Cjx5sP0HyhJLcnavWg/s200/12185362_2005032211163152338100.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5378433411938600002" border="0" /></a><br />Özetle söylersek Öntürkler tarafından Çin’de inşa edildiği ve şu ana kadar saklandığı iddia edilen piramitler, kayadan yapılmış olmayıp yeraltında gömülü mezar odasının üzerini örten yığma topraktan ibaret tümülüslerdir. Kadim başkentte oturan lar aristokrat oldukları için kendi kurganlarını piramide benzer şekilde inşa ettir mişlerdir. Kuzey Çin’deki ilk Türk devleti olan Chuou'lar tarafından Çin’e getiril miş, hâkim sınıfı Türkler ve Tibetliler olan Qin imparatorluğu tarafından devam ettirilmiş Kurgan geleneğinden başka bir şey değildir.<br /><span style="font-weight: bold;">Sonsöz</span><br />Yazı içersindeki fotoğraflar Çinli arkadaşların yardımıyla elde edilmiştir. Fotoğrafların çoğu Mao Ling piramidinin etrafındaki eserlerden alınmıştır. Kazı fotoğrafları da Yang ling piramidinin fotoğraflarıdır. En son fotoğraf olan Çin’ce yazıt fotoğrafının biraz kafa karışıklığına sebebiyet verdiğini söylemeden geçemeyeceğiz. Genelde bu tür yazıtların dört tarafı açık olur. Oysa bu yazıtın sadece bir yüzü açıkta. Sanki etrafındaki duvar yeni yapılmış gibi duruyor. Yazıtın diğer yüzlerinde yazı olma ihtimali var. Komplo teorisi üretmeden duramıyoruz galiba. Ama bu araştırma bizim boyumuzu aşar.<br /> <span style="font-weight: bold;">Mustafa Adnan Mehel Eylül 2009</span><br />Kaynakça:<br />1-Tarcan Haluk, Tarihin Başladığı Ön Türk Uygarlığı, Töre yayınları İstanbul 2006 <br /><br />2-Hudyakov Y.S , Skulpturnoe İzobrajenie Poverjennogo Hunna Na Mogile Qo Tsubina..(G.Novosibirsk)<br />3-Belli Oktay, Kırgızistan’da Taş Balbal ve İnsan Biçimli Heykeller, Arkeoloji ve<br />sanat Yay. İstanbul 2003 s.12 <br />4-Liu Mau-Tsai .Çin Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri, Selenge Yayınları. 2006<br />5-Eberhard Dr. Wolfram, Çin Tarihi, Türk tarih Kurumu yayınevi, Ankara 2007, s. 36<br />6-Togan A. Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihi’ne Giriş, İ.Ü. Edebiyat Fak. Yay. İstanbul, 1981 s.13<br />7-Francfort, Corinne Debaine , Eski Çin’in Yeniden Keşfi ,Çev. Elif Gökteke, Yapı Kredi yay. İstanbul 2008Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-56530677905097013122012-11-19T00:56:00.000+02:002012-11-19T00:56:14.190+02:00TARİHSEL SÜREÇTE DERİCİLİK TEKSTİL VE SAVAŞÇILAR<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4KM3mgkj07Bj_fG8NK88PbNE3eYf-_4k3LUZGsPtAW5FP95SvyH-xJOGBSi9GlltXVeItCXsdEM3IA7RBJcgWTzaPj-bTJ0pZBnu-gEVHNvWEvs8rPIczVJfVta1iuPNu5Z8Z_IoUJ3UJ/s1600/615260_286893974761056_1490154284_o.jpg" imageanchor="1" style="margin-left:1em; margin-right:1em"><img border="0" height="162" width="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4KM3mgkj07Bj_fG8NK88PbNE3eYf-_4k3LUZGsPtAW5FP95SvyH-xJOGBSi9GlltXVeItCXsdEM3IA7RBJcgWTzaPj-bTJ0pZBnu-gEVHNvWEvs8rPIczVJfVta1iuPNu5Z8Z_IoUJ3UJ/s400/615260_286893974761056_1490154284_o.jpg" /></a></div>
Kazakistan’dan, Kırgızistan’dan, Ukrayna’dan, Rusya’dan dünya çapında 15
uzman ve bizim akademisyenlerimiz. Talimhane olarak İstanbul Üniversitesi
bünyesinde yapılan ve 3 gün süren bu büyük organizasyona sadece katılımcı
değil aynı zamanda organizatör olarak da iştirak etmenin gururunu ve onurunu yaşamaktayız. Bağımsız devletler topluluğundan gelen akademisyenlerin kimler
olacağına karar vermek ve onların gelişlerini organize etmek talimhane olarak
bizlere düştü.
3. Kasım 2012 tarihinden beri bu değerli bilim adamlarının havaalanından
alınması ve sunumlarının tercüme edilmesi, onlara mihmandarlık edilmesi,
sahne arkasında kalan ve seve seve yaptığımız görevlerimizdendi. Sempozyumun
sınav zamanına gelmesi büyük şanssızlıktı ancak Talimhane olarak arkadaşlarımız
büyük fedakârlık göstererek bizleri yalnız bırakmadılar. Yaşar Burak Uslu,
Burçin Uslu, Hüseyin Karaman, Hüdai Bekir, Melike Kazaz, Fatihhan Beştaş,
Alexander Kuçma, Azad Kuldevlet ,Burak ve Emin kardeşlerimiz ilk aklıma
geliverenler. Sevgili Ali Kılıç, Serdar İnanmış, Asım Sönmez, Ramazan Şimşek, Kızlarımız Şeymanur ve Betül sahnede gösteride yer alanlar. Şu an ismini
sayamadığım 10-15 kadar daha talimhaneli bizimleydiler, sağ olsunlar. Hüseyin
Emiroğlu ağabey de hem bizzat iştirak etti hem de sempozyumun ikinci günü Tarihi Sultanahmet Köftecisinde bir akşam yemeği organizasyonu ile bizleri misafir ve
mutlu etti.Prof. Svezdana Dode başlangıçta yoğurttan başka bir şey yemeyeceğim demesine rağmen döndüğü güne kadar sultanahmet köftesinin köftesinin lezzetini
anlattı durdu. Hüzeyin ağabey sağolsun bunaldığım zamanlarda hem sırdaşlık
hem de bizzat yardım edip arkadaşlık görevini de fazlasıyla yerine getirdi.
Yaşar Burak ve Burçin Uslu biraderlerimiz Sempozyumu baştan sona takip edip,
bazen de akademisyenleri müzelerde gezdirerek büyük destek oldular. Sempozyumun fotoğraflanmasında da Hüseyin Karaman kardeşimizin çok emeği var. Sınavları
dolayısı ile gelemeyen arkadaşlarımızın da gönülleri ve duaları bizimleydi
şüphesiz.
Şu ana kadar talimhane olarak oldukça ciddi sayıda konferansa imza attık,
hamdolsun. Ama bu içlerinde en uzun süreli olanıydı. İlk gün mihmandarlık
görevinin yanında okçuluk gösterimiz vardı. Kısa bir hazırlık yapabildiğimiz arkadaşlarımızdan Buğra ve Arif gelemeyince yerine Asım ve Hüdai kardeşlerimizi
davet edip koreografide değişiklik yapmak zorunda kaldık. Gösteri esnasında
Ercan usta’nın yayını seyircilere verip “buyurun göçebelerin gücünü hissedin,
göçebe ruhuna dokunun!! işte size gerçek bir Türk yayının son örneklerinden"
deyip elimdeki Narin Edrene’yi seyircilere fırlattım.
Gelen akademisyenlerin hemen hepsi İskit, Kazak, Saka, Alan, Moğol ve
Selçuklu kostümleri uzmanıydı. Kazı alanından aldıkları çamura bulanmış ve
hırpalanmış tekstil parçalarını birleştirip o kumaş parçalarının nasıl
dokunduğunu, yapısının ve içeriğinin ne olduğunu belirleyip İllüstrasyonunu
çizdikten sonra, birebir aynısını üretebilen uzmanların karşısında, kendi
emeğimizle ve bilgimizle yaptığımız mütevazı kostümlerle çıkmak elimizi
ayağımızı titretiyordu. “Acaba bize gülerler mi?" Sorusu beynimi kemirdikçe
tuhaf oluyordum. Hazırlıklarımızı yapıp perdenin tam açılacağı yerde dimdik
durdum. Daha açılır açılmaz beğeni sesleri gelince “ kırmızı olsun da 5 kuruş
pahalı olsun “ sözü geldi aklıma ve gülümsedim. Biraz anlatı, bir kaç farklı
türde atış ve fındık serpme. İlk defa yapacağımız bu gösteride aramızda uzun
zamandır antrenman yapmamış arkadaşların varlığı beni biraz korkutuyordu. Spot ışıkları gözümüzü alıyor, gençlerin tedirginliği yüzlerinden belli oluyordu.
Bu nedenle kızlarımıza sadece bir atış yaptırabildim. Betül hanım, Şeyma kızım
lütfen affedin. Harikaydınız
Yaşar Burak uslu kardeşimiz davudi sesiyle sofa tezkiresine ( Sefer duası
yerine sofa tezkiresini okuduk. : )))) başladığında yavaştan hücum marşı
girmişti. Sahnede başka türlü yapma imkanı olmadığından biz vezir için yapılan
fındık serpme seremonisini canlandıracaktık ( Vezir için 3 sıra Sultan için…
zahmet olmazsa biraz araştırın ; amma kolaycısınız ha : )) .<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiqARdlNPrgaV9diQQudnC3OxFBCYNLHhyphenhyphenclhA4c_f_QvKU0flmVtagfmBkzBsp0MV-WINynAvWk1erC1m-LX6qz6OyhMt1ZsaOY_uTFT7jQ3Z1P_E4LzbC6pugY94cZchqSxA6XNQrjN5p/s1600/_MG_1716.JPG" imageanchor="1" style="clear:right; float:right; margin-left:1em; margin-bottom:1em"><img border="0" height="400" width="286" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiqARdlNPrgaV9diQQudnC3OxFBCYNLHhyphenhyphenclhA4c_f_QvKU0flmVtagfmBkzBsp0MV-WINynAvWk1erC1m-LX6qz6OyhMt1ZsaOY_uTFT7jQ3Z1P_E4LzbC6pugY94cZchqSxA6XNQrjN5p/s400/_MG_1716.JPG" /></a></div>
- “…demine devranına huuu diyelim.!!!”
-Huuuu!!!! diyeceğiz amma heyecandan sesimiz fazla gür çıkmadı. “Neyse bir
dahakine inşallah” dedik ve atışa başladık. Önce birinci sıra sonra ikinci
sıra sonra üçüncü sıra. Sıra ile aslında tüfenk atışlarında yapılan bu atış
şeklini okçuluğa uyarladık ve oklarımızı serpmeye başladık. Kaşıklıklardan
yükselen tüyler arkadaki atıcının görüşünü biraz engelliyor, putaya yani aşağıya
doğru atıyor olmamız riski artırıyordu. Bir yandan atıyor bir yandan da bir kaza olmasın diye dua ediyorduk. Hücum marşı bittiğinde atışı kestik ve dinleyicileri selamladık. Özellikle Rusların alkışlaması ve beğenilerini göstermesi bizi keyiflendirmişti. Akademisyenleri davet ettik sahneye ve atış yaptık, yaptırdık.
Toz toprak içersinde kazılar yapan ve bulduklarını yorumlayıp tasnif ederek
bizlere çok değerli bilgiler bırakan bilim adamlarının ellerine ok ve yayı
aldıklarına nasıl çocuklaştıklarını görmek keyif vericiydi. Hemen Türklerden ve Ruslardan daha doğrusu bağımsız devletler topluluğundan iki takım çıkartıp
yarışma havasına soktuk. Çok keyifli atışlardan sonra dinlenme zamanı gelmiş
dışarı çıktığımızda özellikle Ruslar bizimle fotoğraf çektirme yarışına girmiş
lerdi. Ekibin neşe kaynağı Kazakistanlı âlim Kırım Altınbekov bize bir isim taktı; “Adnan Paşa “. Kahkahalar atarak ikide bir “Adnan paşa!!!” diye
bağırıyor ben de ona; “ Altın Paşa” diye karşılık veriyordum.
Birinci günkü görevimizi bir mazarrat çıkmadan hakkıyla yerine getirmiştik.
Yalnız İskit kadın kostümleri uzmanı Prof. Olena Fialko hemen “kızlarınızla bir fotoğraf çektireyim” dedi. Ardından “Osmanlıda bayan savaşçı var mıydı?” diye sordu. “Hayır” dedim “Osmanlıda yoktu ama Selçuklu da vardı.” Bir uzmana böyle
bir şey söylenir mi? “Delilin var mı? benimle paylaşır mısın? “diye ekledi.
Haydi, bakalım ‘kem küm’ teranesini Rusça mı söylersin yoksa Türkçe mi. Neyse
bir şekilde durumu idare ettik ama bunu bir eksi puan olarak kendi haneme yazdım.
Emin olmadığın bir şeyi özellikle akademisyenlerle paylaşmayacaksın kardeşim.
Sadece bu gösteri için gelmiş talimhaneli kardeşlerimiz birer birer izin
isteyip çıkınca aslında o gün öğleden sonra salonu bizim doldurduğumuzu fark
ettim. Ama imtihan dolayısı ile öğrenciler ayrılmak zorundaydılar.
Akşam herkes uyudu ancak ben ve Yevgelevski hoca ayaktaydık. Saat ikiye kadar
anlayamadığım bazı noktaları açıklamaya çalışıyordu. Rus profosörlerin huzurunda Rusça kaynaklardan hem de adamların uzmanlık alanında sunum yapmaya çalışan kaç
avukat vardır bilmiyorum ama yaptığımız tereciye tere satmaya çalışmanın Rusçası galiba. “Yahu başka işin yok mu senin. Sen ne anlarsın deri ve tekstilden. Git
okunu at okçuluğunu anlat.” Uykum kaçtı elbette. Ertesi gün bir dizi aksilik
çıkınca doğru dürüst hazırladığım kâğıtlara bakamadım bile. Sunum sabahı
alelacele hazırladığım pover point ve elimde birkaç sayfa buruşmuş yazı.
Heyecandan elim ayağım titremeye başladı. Hani mikrofona alışkınım ama hem
konu Okçuluğun kenarında hem de gerçekten bizim için çok ciddi bir sınavdı.
Öğlen yemeği gecikince “yemek yiyelim ondan sonra “ diye sunum yapmayı erteledim. Aslında ‘belki bir iki defa daha okurum’ düşüncesindeydim. Ama olmadı benim
sunum akşam son oturuma ertelendi. Bu arada Prof. Olena Fialko “seni dinlemek istiyoruz ne zaman sunum yapacaksın?” diye sordu. “Bu kadar uzmanın karşısında
biraz çekiniyorum” diye açık yüreklilikle cevapladım. “Hayır, dedi bir savaşçı
olarak senin yorumun önemli ve dinlemek istiyoruz.” Aynı soru kültür bakanlığının temsilcisinden de geldi.
Bu arada roma heykellerindeki ayakkabıları işleyen hocamız “Orta Asya -Türk
zırhları konu sunda maalesef bir araştırmaya ulaşamadık” gibi bir şeyler söyledi. Birden tedirginliğimi unutup Moderatör prof.Dr. Sevil Gülçur hocamıza yaklaştım “lütfen beni ilk sıraya alır mısınız” dedim. Aradan sonra kürsüye
çıktık, İlk ben başladım. Sadece resimleri değil, bilgileri bile kimden aldığımı
tek tek Rus ve Bağımsız Devletler Topluluğundan akademisyenlerin isimlerini
zikrederek anlatmaya başladım. Perdede tarihin derinliklerinde kalmış deri ve
şilte zırhlar birer birer boy gösteriyor, Tagarlar, Hunlar, Göktürkler İskitler
arzı endam ediyordu. İnsanlar yazılı metinlerde bile bir yerlerden aşırıp kaynak göstermezken ben sempozyumda alıntıladığım bilgi ve resimleri kaynak göstererek anlatmaya çalışıyordum. Elimdeki kağıtlara kâğıtlara hemen hiç bakmadan hafif
zırh tiplerine kadar ayrıntılı sunumu tamamladım, hamdolsun. Bizlere Orta
Asya’nın kapılarını aralayan, atalarımızın neye benzediği, ne yedikleri ne
içtikleri ne giydikleri konularında çok değerli bilgiler sunan Bağımsız Devletler Topluluğundan bilim adamlarını alkışlayarak konuşmamı bitirdim. Solovyev,
Gorelik, Ahmedjan, Hudyakov, Polosmak, Rudenko, Kubarev ve diğerleri. <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhizebPaGlB2mmquQnP9EhX_S-QhcKE1kTPVZ6MmLBeAFelgNkXA20UTnleb10DqejVQ57KcAG4-1luzxnpRnNAXOnvC6SGR96Iq15clfssdanfizb2xpPQFo3tvHZja9bzcHHwnZfg7GuR/s1600/IMG_2288.JPG" imageanchor="1" style="clear:left; float:left;margin-right:1em; margin-bottom:1em"><img border="0" height="246" width="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhizebPaGlB2mmquQnP9EhX_S-QhcKE1kTPVZ6MmLBeAFelgNkXA20UTnleb10DqejVQ57KcAG4-1luzxnpRnNAXOnvC6SGR96Iq15clfssdanfizb2xpPQFo3tvHZja9bzcHHwnZfg7GuR/s400/IMG_2288.JPG" /></a></div>
Elbette var. Bizim tarihimizi araştıran birileri var. Orada Asya’nın derinliklerinde bize rağmen bizi araştıran insanlar var. Selçuklu kostümleri ile
ilgilenen kaç akademisyen tanıyorsunuz? Ya Osmanlı? Rusya’daki Osmanlı
kumaşlarını bilen kim var? Alanlar üzerindeki Türk kıyafetlerini? Amazonları, İskitleri, altın adamın üzerindeki kostümün detaylarını? Cingul Hanın ismini
duyan var mı? Taş tasvirleri üzerindeki betimlemelerden nasıl bir kaftan modeli çıkardı bilir misiniz? Gencecik akademisyenlerden birisi hem konferansı dinliyor
hem de elinde bir kumaş parçası ile dikiş dikiyor. Hayır, hayır çeyizini falan hazırladığı yok, sadece tarihi bir kaftanı veya bir eseri yeniden yapmaya çalı
şıyor. İzin istedim fotoğrafını çekmek için. İşte bu değerli insanlar buradayken
bu değerli hazineler ayağımıza kadar getirilmişken istifade etmeye çalışanların
sayısı maalesef hiç de istediğimiz gibi değildi.
Üçüncü gün ‘acaba bir gün tanışma imkânı bulabilir miyim?’ diye hayal kurduğum değerli hocalarımızın yanında ve hem de moderator olarak verilen görev bizi çok onurlandırdı. İskit uzmanları Yurii Boltryk, Olena Fialko, Sibirya’dan çok
değerli bir isim Prof. Tamara Glushkova ve Cem Çelik ile birlikte Sekizinci
ve son oturumu başarıyla tamamladık. Oturum bittiğinde uzunca bir fotoğraf faslı başladı.
Hem organizasyon, hem gösteri, hem sunum, hem moderatörlük hem mihmandarlık
görevini hamdolsun alnımızın akıyla yerine getirdik. Sunumun beğenilip beğenil
mediği konusunda Rusya’ya konferans için davet edildiğimizi söylersem yeterli
olur herhalde. Hem de kostümlerimizle. Bu arada bazı akademisyenlerle kısmet
olursa müşterek projeler üzerinde çalışacağız. Bilimse bilim, sanatsa sanat,
sporsa spor, gösteri ise gösteri, Bu imtihandan da alnının akıyla çıktı Talimhane neferleri. Hamdolsun. Kasım 2012
Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0Süleymaniye Mh., İstanbul Ünv. 9, 34200 Fatih/İstanbul, Türkiye41.01207812250005 28.96238565444946341.010580622500051 28.959918154449461 41.013575622500049 28.964853154449465tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-3097443772356196442012-01-11T10:03:00.009+02:002012-01-16T17:18:13.434+02:00Yeşim Taşı Zihgir<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfC-mnE01ttDvbCoq1NudbNlbRicQYQVIHGILC-BZAe_NAknz03NltMGUoMxM8Y1B3D2f4zCNLrfiaR_mBH0wazD7Gh_ilQAtzXaOKWY4BIt7LEeSRkL_Tnug_S4urSWcjwInvJPyd2Ehv/s1600/DSC05725.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 300px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfC-mnE01ttDvbCoq1NudbNlbRicQYQVIHGILC-BZAe_NAknz03NltMGUoMxM8Y1B3D2f4zCNLrfiaR_mBH0wazD7Gh_ilQAtzXaOKWY4BIt7LEeSRkL_Tnug_S4urSWcjwInvJPyd2Ehv/s400/DSC05725.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5696283072027575490" /></a><br /><span style="font-weight:bold;">Zihgir.</span><br />Bilezik, okçu yüzüğü, şast veya zihgir. Asya’nın içlerinde doğan bir okçuluk aparatı, Asya tarzı atışın olmazsa olmazı, özellikle atlı okçuların vazgeçilmez yardımcısı. Erken dönem ilk örnekler zihgirin Orta Asya’da doğduğunu göstermektedir. Elde edilebilen ilk zihgir örnekleri bronzdan yapılmış olup bronz çağından demir çağına geçiş döneminden kalmadır. Tagar ve Sargat kültürüne aittir. Metal örneklerdeki gelişime baktığımızda başlangıçta sert kompozit yay kirişinin baskısından başparmağı korumak için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Daha sonra hem başparmağı korumak, hem de atış esnasında oku sabitleyerek süvariye çok daha rahat hareket edebilme imkânı sağlayacak hale getirilmiştir. Ayrıca tekâmül ederek ulaştığı atış şekli ile başparmak daha kuvvetli hale getirilmekte ve daha güçlü yaylar ile atış yapmaya olanak sağlanmaktadır. Atış tek parmak hareketine bağlı olduğu için çengel atış yani 3 parmakta olabilecek senkron sorunu da ortadan kalkmaktadır. ( Osmanlı da 3 parmak tutuşa çengel tutuş denilmektedir )<br />Bozkır halklarından başka Çin ve Korelilerde de zihgir kullanılmaktadır. Onların formu biraz değişik olmakla beraber temelde aynı mantığa dayanmaktadır. Zihgir deri, altın, gümüş, bronz, fildişi, mors, dişi gergedan boynuzu ve içi dolu olmak şartıyla her tür hayvanın boynuzundan yapılmaktadır. İçi boş boynuzdan zihgir olmaz. Zihgirin ergonomik olarak başparmağı sarması ve kirişten gelen basıncı parmağın her tarafına eşit olarak dağıtması gerekmektedir. Bu nedenle Osmanlılarda zihgir yapılacak parmağın mumla kalıbı alınıp iç kısmının ona göre yapıldığı kaynaklarda yer almaktadır. Parmağın eklem yerindeki boşluğu da dikkate alınarak yapılmalıdır ki içi boş boynuzlar buna imkân vermez. Ayrıca eklem yeri çıkıntısının iç tarafta rahat hareket etmesi için yan ve iç kesimlerin ayarlanması gerekmektedir. Konu ile ilgili malumat Telhisi Resailat-ı Rumat’ta bulunmaktadır. s. 88<br /><span style="font-weight:bold;">Sultanlar yeşim sever.</span><br />Müzeleri, sarayları yeşim taşlarından zihgirler süsler. Babürlerde de Osmanlıda da yeşim taşı zihgirler vardır. Aralarında irtibat var mı bilinmez ama nedense nefrit taşına veya Yada taşına değer verdikleri gibi yeşim taşına da değer verilir. Arkeolojik kazılarda sıklıkla nefritten yapılma eserler bulunur. Tarihin çok eski zamanlarından beri önemli ticaret malzemelerindendir. <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYN2_5MRP2SyfG_VwP40u1i_rxL8wOS7ySUmgZkeo_3O4KWYElAY6-4acMWQbWz-NqgvxBQ7QVtSYMtjP_ZkfVGaEulhNFgX31HbTCkAU-JSmgzESrCle6CezxpM1bjssEwS29_2S49P8J/s1600/DSC05744.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 160px; height: 120px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYN2_5MRP2SyfG_VwP40u1i_rxL8wOS7ySUmgZkeo_3O4KWYElAY6-4acMWQbWz-NqgvxBQ7QVtSYMtjP_ZkfVGaEulhNFgX31HbTCkAU-JSmgzESrCle6CezxpM1bjssEwS29_2S49P8J/s400/DSC05744.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5696283294863133602" /></a><br />Neden yeşim?<br /> Gürol Bıçakçı arkadaşımız geçenlerde yeşim üzerine National Geografi dergisinden uzunca bir makale tercüme etmiş. Oradan alıntılarla bu soruya bir cevap aramayı deneyebiliriz. Yazar Fred Ward ‘gerçek yeşim, yani cennet taşını bulmanın gökkuşağını yakalamak kadar zor’ olduğunu söyleyerek yazıya başlamakta ve şöyle devam etmektedir;<br /><span style="font-style:italic;">“Bu özel Yurungkaş Irmağı, yani Beyaz Yeşim Irmağı, yeşim aşıkları için Mekke gibi bir yerdir; 5.000 yıldan fazla bir zamandır Çin uygarlığının merkezinde bulunan malzemenin kökeni buradadır. Eğer Çin’in ruhu yeşimse, o zaman yeşimin ruhu da Yurungkaş’tır.</span>” <br /><br /> Devamında Kunlun dağlarının (ki gerçek adı yeşim dağları imiş) altında bulunan Hotan şehrinin beyaz yeşimin 1700’ lere kadar tek kaynağı olduğunu zikreder. Yeşimin ne kadar değerli olduğunu anlatmak için ise şöyle demektedir.<br /><span style="font-style:italic;">“Çin, Orta Amerika halkları ve Yeni Zelanda Maorileri yeşimi, altın ve kıymetli taşların bile ötesinde en değerli servet olarak görüyorlardı. “Altına bir fiyat konulabilir” biçiminde başlayan o deyiş, “ama yeşime fiyat biçilemez” diye devam ederdi.”</span><br /><span style="font-style:italic;">“.. Tıpkı bir ifadeyi süsleyip güzelleştirmek için altın sözcüğünü kullandığımız gibi, Çinliler de yeşimi binlerce deyimlerinin içine katmışlar : “Yeşim kişi”, güzel bir kadındır; “güzel kokulu yeşim”, bir kadının cildidir; “yeşim bitkini”, bir güzelin ölüsüdür.”</span><br />Orta Amerika yerlileri altın ve gümüş düşkünü İspanyollar hakkında şöyle bir şey söylemektedirler. <br /><span style="font-style:italic;">“İspanyolları karşılayan Aztek kralı Moctezuma, kendi Kızılderili değerleri ile metal delisi Avrupalılarınkiler arasındaki farkın kesin olarak yerini belirlemişti. Cortés ile karşılaşmasından sonra, söylentiye göre danışmanlarına, “Tanrıya şükür, sadece altın ve gümüşte kalmışlar; yeşimi bilmiyorlar” anlamında bir şeyler söylemiş.”</span><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrYHHKu1vjfcmeg80iszKg7RYGEHVW8yfX6cMZEgmOVc4sJUOACFSqdVQrj2h5Y6qi7rE3j847MbwL27zpBl-PduUWLNCj6SCfHErAR9KClZfmM420SFK7Lf0byGt_pWFH8_rHk7ZplL7n/s1600/DSC05739.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 120px; height: 160px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrYHHKu1vjfcmeg80iszKg7RYGEHVW8yfX6cMZEgmOVc4sJUOACFSqdVQrj2h5Y6qi7rE3j847MbwL27zpBl-PduUWLNCj6SCfHErAR9KClZfmM420SFK7Lf0byGt_pWFH8_rHk7ZplL7n/s400/DSC05739.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5696283192228020850" /></a><br />Gene aynı makaleden yeşimin Çin’de, Doğu Türkistanda ve sadece nefrit denilen türünün olduğunu, nefrit ve jadeit olmak üzere her iki türünün de Altaylarda bulunduğunu öğreniyoruz.Bu ayrıntıyı belki Yada taşı ile bir bağlantısı olabilir diye alıntıladım. Ayrıca bu taşların çok sert olduğu da makalede yer almaktadır.<br /><span style="font-style:italic;">“Mohs sertlik skalasında 5.5 ila 6.5 sertlik derecesine sahip olan nefrit, çelikten (5.0 ila 6.0 Mohs) daha serttir ve kırılmaya karşı direnç ölçüsüyle tüm kayalar içinde en sert olduğu söylenir……<br />.. 6.5 ila 7.0 Mohs sertliğinde olan jadeit, nefritten daha serttir; fakat onun kadar dayanıklı değildir.”</span><br /> Çelikten daha sert ve kırılmaya karşı en dirençli taş, rahatlıkla istenilen incelikte işlenebilecek ve sert yaylarla ok atışı yapılabilecek bir mücevher manasına gelmektedir. Müzelerde gördüğümüz aşırı süslü yeşim zihgirlerin sadece bir ziynet eşyası olmadığını, gerektiğinde bu zihgirlerle atış da yapılabildiğini düşünebilirz. Her ne kadar Fatih’in gül tutan elindeki beyaz renkli zihgirin beyaz yeşim mi yoksa mors veya fildişi mi olduğu konusunda kafamızda bir netlik oluşmasa da yeşim zihgirlerin atışta kullanılabileceğini düşünmekteyiz. <br /><span style="font-style:italic;">“Geleneksel yöntemler, bir yay kirişine iliştirilmiş bir matkap gövdesiyle yayı ileri geri çeviren ve matkabın ucunu su ve zımpara ile birlikte işleten bir zanaatkar tarafından da gösterildiği üzere (solda), sonsuz sabır gerektiriyordu. Çinliler eski nefrite lao-yu, yeşime ise fei-cui-yu ya da balıkçıl yeşimi derlerdi. Eh bu yöntemle küçük bir eserin ortaya çıkmasının aylar alacağını tahmin etmek hiç de zor değil” </span><br />Orta Asya’dan gelen Yada taşına saygı Osmanlıya kadar ulaşmış olabilir mi? Bu konu ile ilgili bir şey söyleme imkanımız yok ancak bazı taşların sağlıkla ilgili faydaları olduğu bilinmektedir veya öyle olduğu düşünülmekteydi. Yeşim taşının böbrek rahatsızlıklarına ve diş çürüklerine iyi geldiğine ve şans getirdiğine inanılmakta idi. Belki bir batıl inanç, belki şifa maksatlı, belki de şans getirsin diye. Sebebi ne olursa olsun yeşim taşının dünyanın hemen her tarafında kıymetli bir taş olduğu ve Osmanlılarda da değer verildiği anlaşılmaktadır.<br /><br />Bizdeki müzelerde, saraylarda yeşim taşından nakış nakış işli zihgirler bulunur. Son Timurlular yani Babürlerin saraylarında da muhteşem zihgirler bulunduğunu kataloglardan biliyoruz. Şu ana kadar manda boynuzu başta olmak üzere kuka, fildişi, abanoz, mors dişi, narçıl, lületaşı, pelesenk, gümüş, pirinç gibi malzemelerden zihgirler yapmış idik. Uzun zamandır aklımızda yeşim taşı vardı. Yeşim taşından zihgir yapılabilir miydi yoksa bu iş artık bitmiş miydi? Beyazıt’ta defalarca doğal taş malzemeler satan dükkânları aşındırdık, ancak onlar bize yeşim taşı yerine yeşil taşlar teklif ettiler. Veya çok küçük parçalar. <br />-“Boşuna uğraşmayın yapamazsınız “ diyerek moral vermeyi de ihmal etmediler elbet. Sadece bir usta varmış taş işleyen. O da çok nazlı imiş ve sadece düz yüzeylerde çalışabiliyormuş. Elimizde yeşim olmadığı için miş- mış larda kaldık daha fazla araştırmadık.<br />-Ağabey yeşim taşı denedin mi hiç?<br />-Bulsam deneyeceğim de Gökmenim bulamadım ki.<br />-Bende bir parça var bir ara getiririm.<br />Gökmen kardeşimin düğününe Ali Kılıç hocamla beraber katıldığımızda , düğün telaşı içinde unutma- mıştı ve bir yumurtanın yarısı olan bir parça yeşimi bize hediye etmişti. Sultanlara yeşim yakışır. İşte müzelerde muhteşem örneklerini gördüğümüz yeşim zihgirlerden en azından deneme için bir fırsat avuçlarımızın içinde duruyordu. İzmir’den döndükten sonra perşembe pazarından gerekli aletleri almıştım ama hastamız vardı. Rahmetli kayınpederim yoğun bakımdaydı ve hanım onunla ilgileniyor du, ben ise avukatlık büromuzu idare etmeye çalışıyordum. Meğerse bütün işi hanım yapıyormuş da ben farkında değilmişim, anladım. Uzunca bir uğraşıdan sonra kabaca bir şekil vermeyi başardım ama aldığım uçlar hem yamuldu, hem kırıldı. Ya hangi uçtan alacağımı bilememiş, ya da bir şeyleri yanlış yapmıştım. Araya cenaze telaşı ve bayram girdiği için bir kenarda duran yeşim taşını Buğra kardeşimin atölyesini bizlere açması ile yeniden elime aldım. Kabaca zihgir hatlarını verdiğim taşın bir kenarında belli belirsiz bir çatlak olması canımı sıkmışı. Alternatifi olsa umurumda olmayacaktı ama alternatifi yoktu. Umutsuz da olsa üzerinde çalışmaya devam ettim. Oldukça kalın hatları olan zihgir ortaya çıktıktan sonra saatlerce zımparalama ve ovalama işleminden geçen zihgir parçası sonunda telkari işlemeye de izin verecek kalınlıkta bir zihgire dönüştü.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7qFddeQp-26ebunTunBcwfWulrVWVH5wVf8hdoQxVJANwMQ0ZyMFd6Gy7zYpSk2Ax3mXZN7PdNZgk89Yjs8sIHc5zXfGq4t0ARn9JO9oQA_pFjbIqghrEv6YwMuFj7FTXkklxhFiIPkUF/s1600/100_0295.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 300px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7qFddeQp-26ebunTunBcwfWulrVWVH5wVf8hdoQxVJANwMQ0ZyMFd6Gy7zYpSk2Ax3mXZN7PdNZgk89Yjs8sIHc5zXfGq4t0ARn9JO9oQA_pFjbIqghrEv6YwMuFj7FTXkklxhFiIPkUF/s400/100_0295.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5696283420116963618" /></a><br /><br /> Yapamazsın diyenleri hatırlıyorum gülümseyerek. Hamdolsun altından kalktık ama eski ustaların işçiliklerine hayran olmamak elde değil. Adamlar o zamanki alet edevatla nasıl bu taşları oymuşlar anlamak zor. Bırakın sert yeşimden zihgir yapmayı üzerine bir de ince oyuklar açıp telkarilerle nakış nakış işlemişler. Bazı resimlerde üzerine altınla işlemeler yapıldığı, bazılarında da aslında yeşim üzerine bir işlem yapmadan gümüş tellerden yapılan bir zarfın taşlarla süslü olarak zihgir üzerine giydirildiği görülmektedir. Elimize alıp inceleme imkânı bulamadığımız için kesin bir şey söyleme hakkımız yok elbette ama üzerindeki işlemeli zarf çıkartılarak atış yapılıyor olması imkân dâhilinde gibi görünmektedir. Telkari işleme bizi aşar ama bu işi yapan ustalarımız var. Bursa Irgandı köprüsündeki usta ( şimdi taşınmış) ‘böyle bir zihgir yapmayı hayal ediyorum’ diyordu ve elinde muhteşem işli yeşim zihgir resmi tutuyordu. Biz yeşim zihgir hayalimizi gerçekleştirebildik. Irgandı köprüsündeki sanatkara ulaşamadık ama hamdolsun sanatkar açısından bir sıkıntımız yok. Talimhanemize altın ışıltısı getiren müzehhibe Melike hanımefendi “bir tezhip denemesine izin verin ben bu zihgiri süslerim” dedi ve aldı eline fırçasını, altın ışıltısını. Bakın bakalım nasıl yeniden canlanıyor geçmişin ihtişamı. Bakın hanım kardeşimizin narin ellerinde tezhip çiçekleri nasıl da güzel açıyor ve saray zerafeti nasıl da göz kırpıyor. Eline sağlık Melike üstad. Talimhanemizi altın ışıltısıyla donattığın gibi inşallah sizin de ömrünüz altın parlaklığında geçer. Sultanlar yeşim sever, Talimhanemize de sultanlara layık eserler yakışır. Sözümüz alın terimize, hükmümüz emeğimize, nazımız gözümüzün nuruna geçer. Biz Türk Okçuluğunu çelikten sert taşları delecek ve üstüne altından çiçekler işleyecek kadar seviyoruz.<br /><br />Ocak 2012 Adnan MehelAdnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-52530180463515765192011-02-18T23:48:00.005+02:002011-02-19T00:02:22.607+02:00BENGÜTAŞTA BENGİLEŞMEK 2<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiyaWdR7x5sgGAHCUYCVbRWQyKP8GG3dw4ph4dW8RgldweIQ6tFHbSbYQeAu0JRHpZIBv3d9cGosA9HzCBlP4afxai7UOCPMlQ8crfsZlrQmyfZM8YWzAGRnWwXoAyrYb2SeTou8fmYwed8/s1600/DSC_0770.JPG"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiyaWdR7x5sgGAHCUYCVbRWQyKP8GG3dw4ph4dW8RgldweIQ6tFHbSbYQeAu0JRHpZIBv3d9cGosA9HzCBlP4afxai7UOCPMlQ8crfsZlrQmyfZM8YWzAGRnWwXoAyrYb2SeTou8fmYwed8/s400/DSC_0770.JPG" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5575151728085775810" border="0" /></a><br /><div style="text-align: justify;">Bengütaşta bengileşmek isimli bir yazı yazmıştım 2-3 yıl kadar önce. Karayların son temsilcilerinden bir profosörün nasıl hayata tutunmaya çalıştığını anlatmıştım. Ana hatlarıyla Göçebeler diye adlandırılan İskitler, Guzlar, Torklar, Peçenekler, Karakalpaklar ve Polovets dedikleri Kıpçaklarla ilgili araştırmalarıyla dünyaca ünlü bir bilim adamı sözünü ettiğim. Ağırlık olarak ortaçağ göçebelerini araştıran Prof. Yevgelevski’yi, Nepalden Tibet’e kadar ülkeler konferans için davet ediyorlarken çağrılmadığı tek ülkenin Türkiye olduğundan hayıflanarak bitirmiştim yazımı. Erzurum Üniversitesi’nden Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz hocamız yazımızı okuduktan sonra geçen yıl Nisan ayında Afyon’da düzenlenen konferansa davet ettirmişti. Azad kardeşimle beraber eşlik etmiştik hocaya. Daha sonra da Astana da yapılan bir konferans davetiyle Cengiz hocamız sayesinde Türkiye’de bilinen bir sima oldu Yevgelevski hocamız.<br />“Sana muhakkak uğrarım” demişti. Cumartesi gece yarısı gelen telefonda “bizi havaalanından alabilir misin?” diye soruyordu yorgun sesiyle. Kahire’ye konferansa çağırmışlar geçenlerde. Bahtsız Karay’ımız (Karay Türk’ü, Hazar Türklerinin bakiyesi, mevcutları iki bin civarında kalmış olan Türk boyu) yanındaki araştırma görevlisi ile birlikte kalmışlar mı tam da Tahrir Devrimi’nin ortasında. Oradan İsrail’e atmışlar kapağı ama yanlarında yiyecek namına ne varsa el koydukları gibi güzel ve pahalı İsviçre çakısıyla da vedalaşmak zorunda kalmış. Üstelik gümrükte 5 saatlik sorgulamışlar düşman devletten! geldikleri için. Oldukça sıkıntı içinde geçen İsrail ve Filistin seyahati sonucunda Ürdün’e de şöyle bir uğramış Yevgelevski hocamız yoldaşıyla. Fotoğraf makinesine el koymaya kalkmışlar, yalnızca sıradan bir binanın resmini çekti diye. Bu nedenle Topkapı Sarayı’nın kapısında fotoğraf çekerken çok tereddüt ettiler. “Burası korku imparatorluğu değil, durun askerin yanında, silahını elinden almaya çalışmayın yeter” dedim. Halkı hiç durmadan korkutuyorlarmış ve herkes silahlı geziyormuş İsrail’de. Diğer Arap ülkelerinde de durum pek farklı değilmiş.<br />Bizde de öyleydi bir zamanlar. “Bizim bizden başka dostumuz yok”, “Bak bunlar Moskova’ya satacaklar, öbürleri de İran’a…” Satacak birileri olduğuna göre vatanı, koruyacak birileri de olmalı, hadi bakalım durduk yerde çatışma! Sağcılar bir tarafta, solcular bir tarafta. İşleri bitince tıktılar hepsini zindana. Kimisi “bize böyle söylenilmemişti” derken, kimisi de “yahu biz bu memleketi bunun için mi kurtardık?” diye feryat ediyor gencecik bedenler darağacında üşüyordu. Nasıl da sağ ve sol diye ikiye ayrılmıştı memleket ve nasıl da korkutulmuştuk birbirimizle. Etrafımızdaki herkes düşmandı. Her an bize saldırmak için bekleyen komşularla çevrili bir ülkede yaşadığımızı sanıp duruyorduk. Kardeşin kardeşe silah doğrulttuğu zamanları Allah bir daha göstermesin.<br />Antalyalı bir kuyumcu arkadaşla Rusya’da yaşadığımız bir anı geldi aklıma. Aslen Malatyalı olan arkadaşım tip olarak Faslılara benziyor. Oldukça esmer ve kıvırcık saçlı. Arkadaşımızla Petersburg’a gidiyoruz. Yılbaşı öncesi Platskart denilen herkese açık yataklı vagonda yer bulabilmiştik. Ucuz olduğu için dar gelirli olan insanların tercih ettiği platskart vagonlar bizim için sıkıntı oldu. Çünkü yanımızda ciddi miktarda altın ve pırlanta vardı. Petersburg’a mal teslim etmeye gidiyorduk ve alıcının arkadaşlarına mal satmaya çalışacaktı arkadaşım. Ben ise onun yanında dil konusunda yardımcı olacaktım.<br />-“Baksana abi şunlara.” Yavaşça geri döndüğümde 6 kadar ızbandut gibi adamın ters ters bize baktığını fark etim. İkiye iki de olsa bile pek şansımız yokken ikiye 6 oldukça orantısız bir durumdu ve üstelik deplasmandaydık.<br />-“Fark etmemiş gibi yap. Artık sırayla uyuyacağız. Mallar nerede?” Pantolonunun fermuarını işaret etti.<br />-“Buraya zulaladım kimse bakmaz.” Gülümsedim.<br />-“Ulan nasıl uyuyacaksın öyle? Bir sakatlık olmasın?”<br />-“Yok, abi bir şey olmaz da, şu ızbandutlardan kıllandım.”<br />Fark etmemiş gibi yaparak rahat davranmaya çalışıyorduk ama belli ki saldırı korkusuyla sabahlayacaktık. Dışarıda müthiş soğuk ve kar olanca ihtişamıyla saltanatını sürdürüyor, bizimse yorgunluktan gözkapaklarımız aşağı düşüyordu. Bir ara vagon aralığına sigara içmek için çıktım. Oturan “ayılardan” birisi tişörtüyle oradaydı. Ben kazak ve ceketle Keşhanede titrerken, ayının hiç tındığı yoktu.<br />-“Yahu siz Ruslar amma soğuğa dayanıklısınız?” dedim<br />-“Ben Rus değilim Sırp’ım.”<br />-“ Gezmeye mi geldin?”<br />- “Yok, ben Petersburg’da yaşıyorum.”<br />Hadi… Şansa bak. İster misin bu hergeleler zavallı Boşnakları öldüren keskin nişancılardan bir grup olsun ve buraya kaçmış olsunlar. Biz de şans olsa Rus Bayan Voleybol takımıyla aynı vagona düşerdik, Sırplarla değil. Bilindiği gibi! Sırplar da Türkleri çok severler hani.<br />-“Arkadaşların da Sırp mı?<br />-“Kimler? Ben yalnızım.” Konuştukça aslında oradakilerin arkadaş olmadığını ve bize niye ters ters baktıklarını anlamaya başladım.<br />-“Sen nerelisin?”<br />-“Türkiye” dedim göğsümü biraz kabartarak… Ama adamın adaleli göğsü yanında benimki tavuk göğsü gibi bir şey kaldı. İyi ki plajda falan değildik. Yoksa adam bana bakarak “Türk gibi kuvvetli” deyip gülerdi herhalde. İyi ki yün kazak giymişim, durumu biraz kurtardık.<br />-“Arkadaşın?”<br />-“O da Türk. Biz buraya kız arkadaşlarımızı ziyarete geldik.” Deyince karşımdaki biraz rahatladı.<br />“Yahu ben onu Arap sanmıştım”. Gülmeye başladım. Garibim tipten kaybediyor. Moskova Havaalanı’nda da iki saat bekletmişlerdi bizi.<br />-“Rahat ol Malatyalı onlar bizden korkuyorlarmış. Ulan adamlar seni terörist sanmış, treni ne zaman havaya uçuracağız diye tırsıp duruyorlar, biz de onlardan tırsıyoruz. Rahat uyuyabilirsin. Sen uyursan millet de rahatlar.”<br />İşte buna benzer absürt bir durumdu yaşadıklarımız. Hamdolsun o günler geride kaldı. Yazık bir nesil harcandı bir hiç uğruna. Demek ki taktik aynı. Kendi halkını ürkütürsen yönetmesi daha kolay oluyor. Neyse siyaset bizim işimiz değil.<br />Aslında önce Ankara’ya gidip sonra İstanbul’a geçmeyi planlamışlardı. Ancak Tahrir Meydanı devrimi, planlarını bozunca Ankara’daki meslektaşlarına uğramayıp tercihini bizden yana kullandı hocamız. “Sana uğramadan hiçbir Türkiye seyahatim olamaz, sen benim kardeşimsin” iltifatları arasında hafta sonunu konuklarımla geçirdim. Pazar antrenmanında talimhane çilekeşleri ile tanıştırdım ve Türk yayları ile okçuluğu konusunda bilgi alışverişinde bulunduk. Bizim için ebetteki çok verimli oldu bu ziyaret ama özelikle silahlar ve zırhlar üzerinde araştırma yapan Evgeni ( Yevgeni okunur) için çok daha fazla ilgi çekiciydi.<br />Nasıl atışlar yapıldığı ve Türk yaylarının özellikleri konusunda malumat verdim hocamıza. Kazılarda fazla dikkat etmedikleri ahşap ve deri parçalarının bizim açımızdan çok önemli olduğunu vurguladım. Pazartesi günü ise İstanbul Üniversitesi’nden değerli profesörlerimizle ortak bir toplantımız vardı. Başta Prof. Mustafa Kaçar ve Prof. Ahmet Kala olmak üzere 10 civarında akademisyen Yevgelevski hocayı bekliyorlardı. Üniversitelerarası müşterek çalışmalar üzerindeydi toplantının amacı. Bizim akademisyenlerimizi Ukraynalı meslektaşları ile tanıştırıp ortak projelere imza atmalarını hedefliyoruz. Gördüğünüz gibi sadece ok atmakla meşgul değiliz. Bu kültürü her tarafıyla birlikte diriltmeye çalışıyoruz. Hem tarihi hem de geleceğe ışık utacak araştırmalarıyla.<br />İnşallah bir şeyler başarırız. Selamlar söyledi bütün okçu dostlarımıza Yevgelevski hocamız ve Evgeni. Israrla bizi davet ettiler Ukrayna’ya. “Gençlerimiz seve seve gelirler de evliler ekstra vizeye tâbi” dedik. Mutluydu Yevgelevski hocamız.<br />-“Sana nasıl teşekkür edeceğim Adnan? Biliyor musun benim babamdan başka kimsem yok. O gittiğinde yapayalnız kalacağım.”<br />- Sasha (Alexander’in samimi ve sevimli hali) bizim, senin gibi bir de Ali hocamız var. Onun da dünyada bir dikili ağacı yok, üstelik ağaç dikmeye niyeti de yok. Biz onunla birlikte baharda gelelim en iyisi hem sana hem Ali hocaya yardımcı olabilir miyiz bir araştırma yapalım.”<br />Jenya’nın (Evgeni’nin sevimlileştirilmişi) bıyık altı gülüşünü görmek gerekirdi. 14 Şubatta delikanlının telefonundaki mesaj trafiği hiç durmadı. Beni zaten kimse aramaz da (inanmayın bu benim resmi açıklamam) Ali hoca ile Yevgelevski’ye en azından bir iki sevgililer günü mesajı gelmesi gerek.<br />Çaydanlık aldı babasına sevgili dostum. ‘Ben çayı çok seviyorum’ dedi. “Babam da çok sever. Gider gitmez Üniversitede bir okçuluk kulübü kurmayı planlıyorum” dedi. “Haber ver hocam atlar geliriz ve gençlere öğretiriz. Ok atmayı bilen arkeologlar okçuluk konusundaki buluntuları daha doğru değerlendirebilirler.” Buruktu. Aslen kırımlı olan kayınpeder ve valide de çok sevdiler hocamızı. Valide gözyaşlarını tutamadı yolcu ederken. “Selam söyle Kırım’a” dedi. Jenya mahzun gözlerle bakıyor ve göçebeler arasındaki bu gönül bağının nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışıyordu. Havaalanında kucaklaştık tekrar.<br />-Adnan, beni unutmayacaksın değil mi? Tekrar gelecek misin?” Gülümsedim.<br />-“ Ne valnuysa Saşa, mı ne budem zabıt.” (Merak etme Saşa, seni unutmayacağız.)<br />Seni unutmayacağız hocam. Sen çalışmaya devam et. İnşallah arkadaşlarımızla beraber sana tekrar geleceğiz. Daha 300 yıl öncesine kadar kadim Türk toprakları olan Deşt-i Kıpçak’a tekrar döneceğiz. Ukrayna topraklarında yaylarımız gerilecek gene, oklarımız Deşt-i Kıpçak semalarında kanat çırpacak ve “ötkün oklar” çığlık çığlığa uçuşacak. İskitlerin, Hunların, Avarların, Peçeneklerin, Torkların, Kumanların, Bulgarların, Tatarların, Karakalpakların, Hazarların, Alanların ve hatta Selçukların hatıraları yâd edilecek ve yeniden hatırlanacak göçebe(!) imparatorlukları. Yok, hocam yok, biz sizi unutmayacağız merak etmeyin, bu kez hem okçularımız hem akademisyenlerimizle geleceğiz ve beraberce araştırmalar yapılacak. Yeni dostluklar için geleceğiz Saşha, Bu millet akrabalarını hiç unutmadı ve unutmayacak. Deşt-i Kıpçak semalarında bu sefer ve yeniden Yaaa Hakkkkk!!!!!!!!!! naraları çınlayacak. Ve Bozkır, yüzyıllardır özlediği akrabalarına tekrar kavuşacak...İstanbul, Şubat 2011<br /></div>Adnan Mehel<br />foto: https://picasaweb.google.com/kilicali1/Ist_13022011?authkey=Gv1sRgCIrs0fyO2syWUQ#<br />video: http://www.facebook.com/group.php?gid=155510317800402&v=app_2392950137&ref=ts#!/video/video.php?v=195579827136015Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-85292039066525987902011-02-08T01:18:00.004+02:002011-02-08T01:49:34.802+02:00YETER ARTIK DÖNÜYORUZ!!!!!!<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGVJ9TUTiJc-AMwWVGoSSoAf7wp1OWv2ZPspzx7HcRd78kkpP_r3w77t9JomNK-31WTF_AwU-TNXU7rfST7Q0qTMbBOhcMB8i7CO01mqeiKlB5ihkbcKDMDc_gcQy_1j5z4kKOlkeQwXQ_/s1600/DSC_0544.JPG"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGVJ9TUTiJc-AMwWVGoSSoAf7wp1OWv2ZPspzx7HcRd78kkpP_r3w77t9JomNK-31WTF_AwU-TNXU7rfST7Q0qTMbBOhcMB8i7CO01mqeiKlB5ihkbcKDMDc_gcQy_1j5z4kKOlkeQwXQ_/s400/DSC_0544.JPG" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5571096545106599426" border="0"></a><br />-“Yeter artık dönüyoruz!!!”<br />Sesimi biraz yükseltip kararlı konuşmazsam kimsenin döneceği yok. ‘0’ derece soğukta, parmaklarını bile düzgün tutamazken, menzil atmaya çalışan kardeşlerim benim. Herkes dizine kadar çamura bulanmış, ayakkabıları su aldığı için üşüyen parmaklarına aldırmadan ok atmaya çalışıyor. Pazar günü evinde birasını veya çayını yudumlayıp tv karşısında pineklemek yerine bizimle beraber; kırılan, yok edilen, unutulan ve unutturulmaya çalışılan bir kültürü canlandırmak için geldiler. Aslında biraz da dirençlerini ve isteklerini sınadım bugün. Çamur savaşına davet ettim onları. Hafta boyunca çalışmış yorulmuşlardı. Pazar günü dinlenmek en doğal haklarıydı. Ama bizim dinlenmeye hakkımız yoktu. İyi ki yapmışız. Bir gün önce “Necmettin Okyay” konulu sempozyumdaydım. Okmeydanı’nın defalarca satışa çıkartılması ve Necmettin hocanın nasıl engel olduğu konusunu prof. Uğur Derman hocamız şöyle anlatıyordu;<br />“ 1920 senesinde satışa çıkartmışlarmış Okmeydanını. Haber alan üstat fırlamış gitmiş.<br />-Burası benim. Kimin malını kime satıyorsunuz? demiş. Yetkili şaşkın;<br />- Senin bu dünyada bir dikili ağacın bile yok be adam, koskoca Okmeydanı nereden senin oluyor?<br />-‘Ben kemankeşim, Fatih Sultan Mehmet burayı okçulara vakfetti’. Engel olmuş satışa. 1940 da tekerrür eden yeni bir satış işlemine de temyize müracaat ederek benzer bir şekilde engel olmuştu. ‘Ancak bu kadar yapabildim maalesef, Okmeydanının halini görüyorsunuz’ demişti”<br />Buna benzer cümlelerle anlattı Uğur Derman hocamız. Utandım yerin dibine girdim. Necmettin hoca tek başına Okmeydanı’nın satışına engel olurken; biz bir sürü kemankeş hiçbir şey yapamadık. En sonunda vakıf arazisi olmaktan çıkardılar. Şimdi imara açıyorlar. 14 küçük sit alanı ayıracaklarmış güya ve kalanları böylece koruyacaklarmış. Sanki arazi kalmadı, sanki yeni yerleşkeleri az ileri veya geri kursalar kıyamet kopardı. Top sahası yapmak için tarihi taksim kışlasını yıkanlardan, yol yapmak için Mimar Sinan’ın eserlerini bile katletmekten hicap duymayan yetkililerden ne beklenir ki? Yanlış anlaşılmasın, devri sabık gibi suçlamı yorum kimseyi. Çünkü bu aymazlık ve umursamazlık her devirde devam etmiş. Bakın 1920 de bile birileri göz dikmiş okmeydanına ve Necmettin hoca engel olmuş satışa. 1940 da tekrar satışa çıkarmışlar, olmamış, 1950' li yıllardan sonra gece kondulaşma başlamış. Ardı ardına yıkım kararları alınmış kayıtlara bakılırsa, ama kurt kuzuyu yemeye kafaya koymuş bir defa hikayesi! Tansiyon düşsün diye alınan göstermelik, uygulaması mümkün olmayan yıkım kararları. Tıpkı İsrail aleyhine alınan Birleşmiş Milletler kararları gibi. İstediğin kadar karar al, uygulama niyeti olmadıktan sonra ne işe yarar. Okmeydanı bitti anlayacağınız. Zaten İstanbul’da meydan var mı ki? Taksim meydanı veya Sultanahmet Meydanı dediğimiz yerler yurt dışındaki bir apartman bahçesi kadar bile değil. Adı meydan. Aslında hepsi meydan isimli bahçeler. Bir şeyler yapmalıyız diye düşündük.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjAxMnRcB8mcidV99T7G4oVWo6nfsVKmcIV4Hgn5OzUycM1NI1CimLpHDUTt0VFpzExAzT2etXfyLgaCuQ-6mnOdn4nn4D1OFzRZXPosA4teiYo2r6BOe1cEdGiCrXhYsWbt9OQVD810XCx/s1600/DSC_0729.JPG"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjAxMnRcB8mcidV99T7G4oVWo6nfsVKmcIV4Hgn5OzUycM1NI1CimLpHDUTt0VFpzExAzT2etXfyLgaCuQ-6mnOdn4nn4D1OFzRZXPosA4teiYo2r6BOe1cEdGiCrXhYsWbt9OQVD810XCx/s400/DSC_0729.JPG" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5571096668652238994" border="0"></a><br />-“Haftasonu menzil atmaya gidiyoruz”<br />-“Tamam, hocam sen nasıl istersen. ” ikiletmediler bile sağ olsunlar. Hava biraz soğuk ve yağmurlu ama varsın olsun, bir gün soğukta kalmayla ölünmez nasıl olsa...<br />Toplandık 11 arkadaş. Okmeydanı için bir şey yapamıyoruz. Hadi gidelim çamura bulanalım. Çekmeköy belediyesinden Bahadır kardeşimizin ayarladığı sahaya gideceğiz ve menzil atacağız. Karar bu. Biz bilgisayar başın da tıklama falan istemiyoruz. Yok, şurayı tıkla yok burayı, onu beğen bunu beğenme. Kaybedecek zamanımız yok. Hadi gidiyoruz. Çamura bulanmaya, soğuktan titremeye, burun çekmeye ama ne olursa olsun dikkat çekecek bir şeylerin temelini oluşturmaya. Hadi gidiyoruz menzil atmaya. Aslında meydan kurallarına göre kışın menzil atışı olmaz. Okmeydanı mı kaldı ki kuralı dinlensin? Bal gibi olur! Zaten amaç menzil atmak değil , asla kırılamayacak rekorları ile tamamen bize ait bir kültüre sahip çıkmak. Hiç olmazsa unutturmamak.<br />İşte bu çağrıya uydu Ali kılıç hocamız, Ali Yıldırım ağabeyimiz, Kürşat, Yusuf, Azad, Serdar Asım, Resul, Ahmet ve Berkay kardeşlerim. Çoğu ilk defa menzil atıyordu. Çamur dolayısı ile araba fazla ilerleyemediğinden yaya çıktık menzil atılacak yere. Soğuk, yağmur, çamur.... Neşemizi hiç kaybetmeden koyulduk yola, başladık atışa. Bir iki derken koşu kızışmaya başladı. Genç kardeşim Asım 10 gez ileri sürdü taşı sonra ben onun taşını derken, Azad biladerim 12 gez geliştirdi ve “bu iş bu kadar diye” postasını koydu! İş inada binince yarışma hırsı ile elimizdeki sentetik yayların limitlerini zorlamaya koyulduk ve 335 gezle en ileri o günlük ben atmış oldum. Ancak kimse gitmek istemiyordu yarışmak istiyordu. Okmeydanında olmasa bile ilk defa yarışma aşkı ile menzil okları uçuşuyordu İstanbul semalarında, hem de en az 100-150 sene sonra. Ertesi hafta Amine ve Pınar kızlarımız ile Ömer kardeşimiz de katıldı aramıza<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimgnMEDft1Iyq7MgLquN3iwE4QO3DrVJUveY7YOfRLWr5Cz7OhOXZ9eCv24m76ZbUVuPPHb26DjYQAzYhIbJQh9fCeZvbLVqqSSwGPGfb5NSi_q0cjKW0iMpYOnTuurcBtFRwNTniJLszd/s1600/DSC_0747.JPG"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimgnMEDft1Iyq7MgLquN3iwE4QO3DrVJUveY7YOfRLWr5Cz7OhOXZ9eCv24m76ZbUVuPPHb26DjYQAzYhIbJQh9fCeZvbLVqqSSwGPGfb5NSi_q0cjKW0iMpYOnTuurcBtFRwNTniJLszd/s400/DSC_0747.JPG" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5571096781495618754" border="0"></a><br />Evet biz soğuk ta olsa, geç te olsa bu kültüre sahip çıkmaya çalışıyoruz ve çalışmaya devam edeceğiz. Sizleri de yaptığımız organizasyonlara, konferanslara, sosyal etkinliklere destek olmaya bekliyoruz.<br />-“Yeter artık, dönüyoruz !!!!!!!”<br /><br />Şubat 2011<br /><br />Adnan MehelAdnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-58306475167069123832011-01-29T01:12:00.004+02:002011-01-30T22:15:19.161+02:00UKRAYNA SEFERİ HÜMAYUNU<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiXrHFwf_6hyphenhyphenk6MmQzU7zVSOUduCjUY5D7JgIjP0zQmSAIIu3AmZiUGGWT36YBHhztCGzwZze43lpWTNYe-KTwjR5uwBiy6iANXCLooEKY0DY-6REsdJQAznnK09O1pCuXXln3ZKZ4oZEQD/s1600/TOB_8103.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 361px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiXrHFwf_6hyphenhyphenk6MmQzU7zVSOUduCjUY5D7JgIjP0zQmSAIIu3AmZiUGGWT36YBHhztCGzwZze43lpWTNYe-KTwjR5uwBiy6iANXCLooEKY0DY-6REsdJQAznnK09O1pCuXXln3ZKZ4oZEQD/s400/TOB_8103.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5567379851941114626" /></a><br /><br />Başlık size garip gelmesin. Hamdolsun moderator baskısından kurtulduğumuzdan beri canımızın istediğini yazıyoruz. Bugünlerde Başbakanımız, 4 bakan ve 600 işadamı ile Ukrayna’ya çıkarma yaptılar. Basında da “Ukrayna artık vizesiz!!!!!” diye baya yankılandı. Özellikle gençler ve kendini genç zannedenler için çok önemli bir haber bu. Tabii benim haberi algılama şeklim hanımın verdiği ruhsatla sınırlı olduğu için işin bu kısmına tepkisiz kalmak zorundayım. Ancak hanım Kırım Türkü olduğundan ben haberlerden Kırım Türkleri lideri ile yapılan görüşmelerin önemine değinmek veya dikkatleri Donetsk Üniversitesince Oğuzlar üzerine yapılan kazı çalışmalarına çekmek zorundayım.<br /><br />Aslında garip bir şey, Suriye ve İran gibi komşu devletler söz konusu olduğunda komşuluk ilişkilerinin güçlendirilmesi, sınırların kaldırılması ve giriş çıkışların izinsiz yapılabilmesi gibi konular rahatlıkla konuşulabilirken, Ukrayna ve Rusya söz konusu olduğunda bu konulara temas bile edemeyeceğimizi farkettim. Çünkü kafanıza okkalı bir Tatar kepçesi yeme riski var. Şu anda İstanbul Üniversitesindeki hocalarımız ile Ukraynalı meslektaşları arasında irtibat kurup ortak arkeolojik araştırmalar için gayret sarfediyoruz. Eskaza muvaffak olur da hocalarımızla birlikte Ukrayna’ya gitsek “Hanım ben Ukrayna’ya müşterek kazı çalışmasına gidiyorum” desem yanlış anlaşılma olmaz mı dersiniz ? “Ya hanım kızma Ukrayna ile sınırları kaldırmışlar, giriş çıkış serbestmiş” desem seyreyle sen kepçenin havada nasıl süratli uçtuğunu. Türk oku 250 km, kıskanç hanım kepçesi rahat 300 km sürat yapar. Ben kafama bir miğfer yaptırayım en iyisi. Binaenaleyh neden şu zırh ve miğfer işine merak saldığımı yavaş yavaş anlamaya başlamışsınızdır .<br /><br />Neyse işin siyasi veya ekonomik çıkarım kısımları ile ilgilenecek değiliz elbette. Onları değerlendirecek birileri vardır. İşte bu mühim seferi hümayun esnasında Ukrayna cenahından bastırılan Ukrayna- Türkiye ilişkilerini konu alan bir kitap, Türk heyetine dağıtıldı. Türkiye ili ilgili kültür sayfasında ne vardı dersiniz? Elbette Türk okçuları.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqoRBkeuom6Sa9OOivdKsc9bSuTq6Cck6v-yg7Xj1VURTy3sOpNONg22VDUZfs-x8XETciDH5AY4n_-uhX2N5DiLWAAQ8WhF0xwwIDeH-dGm_fgC1RUzjPCf7e4Au0ztf9R9sRdzXlHJWv/s1600/20110126_jpg.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 232px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqoRBkeuom6Sa9OOivdKsc9bSuTq6Cck6v-yg7Xj1VURTy3sOpNONg22VDUZfs-x8XETciDH5AY4n_-uhX2N5DiLWAAQ8WhF0xwwIDeH-dGm_fgC1RUzjPCf7e4Au0ztf9R9sRdzXlHJWv/s400/20110126_jpg.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5568074004662869042" /></a><br /><br />Birkaç ay önce Ukrayna’dan arayıp Türkiye kültürü ile ilgili benden yazı istemişlerdi. Dönem olarak moderator hışmına uğrayıp kapı dışarı edildiğimiz bir dönemde yazdığım yazı ister istemez ben merkezli olmuş. Grupsuz bir okçu olduğum için adres olarak bile kendi adresimi vermişim O nedenle kusura bakmayın . Vaki olanda hayır vardır demişler. Hamdolsun şu an Türkiye’deki okçu sayısını ikiye hatta üçe katlamış durumdayız, etrafımız sevdiğimiz sevildiğimiz insanlarla dolu . Ben unutmuştum bu olayı, basından tesadüfen bizimkilerin Ukrayna’ya gittiklerini görünce aradım Ukrayna’daki öğrencilerimden birini. Hamdolsun Kazakistan’dan Çuvaşistan’dan sonra Ukrayna’da da öğrencilerimiz mevcut. Ama avucunuzu yalarsınız ben size sadece sakallı öğrencilerimi gösteririm : ))) İşte Kiev şehrindeki öğrencimiz-dostumuz Saşa, Rıfat Hisarcıklıoğlu ile olan bir fotoğraf göndermiş. (Ortadaki sakallı Bizim Saşa.) Geçen ay ziyaretimize gelmişti sağolsun dersleri takviye hem de sipariş verdiği yayını alacaktı. Ama bazıları bizim çilekeş olarak kalmamızı istediği için alamadan geri dönmüştü. Neyse bizim Saşanın dediğine göre kitabı çok beğenmişler. Valla oraya gidenlerin kitaba bakıp bakmadıklarını bilmiyorum ve baktılarsa da işadamlarımız hakkımızda ne düşündüler bilmiyorum. Hele bir bakın bakalım siz ne düşüneceksiniz. Haa bu arada, Yahu Ali hoca! Öğrencilerimizden başarılı olanları Ukrayna’ ya Kazı çalışmasına götüreceğiz diye bir fikir atsak ortaya, faydası olur mu?<br /><br />-“Ahhhhhh Kafammmmm!!!!!!!! Tamam karıcım ben araştırmalarımı bundan sonra Çin’de yapacağım ve komşularla ilişkileri geliştirme, veya Roksalena nın büyüsü nereden kaynaklanıyor konuları beni hiç ilgilendirmiyor.!!!” : ))) ( Not yazı ekte pdf olarak verilmiştir. Kitap henüz elimize ulaşmadığı için en son nasıl çıktı bilmiyorum. Bazı değişiklikler istemiştim inşallah yapmışlardır. Kitap elime geçince paylaşırım . Ocak 2011 .istanbul . adnan Mehel<br />(yazıhttp://www.talimhane.org/2011/01/ukrayna-seferi-humayunu/#more-267 adresindedir)<br /><br /><a href="http://www.talimhane.org/2011/01/ukrayna-seferi-humayunu/#more-267"></a>Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-13543415588386003932010-12-09T14:07:00.009+02:002010-12-09T14:50:57.752+02:00EDİRNE DE YAAA HAAAAKKKKK! SESLERİ<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhrxpMN5zZou3c1uXIGIiDrECaGnHW_3AS_X5DA-bkvw9q-FA65A6hNcWjruIT_1M2fA-7fPs_SG5mS5WTtQ1TR4YvdQ0vU_h47g2hzXoqXDX0PUaE-oXuf0DatSybkkUjywyqdcgapEXWy/s1600/e.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 216px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhrxpMN5zZou3c1uXIGIiDrECaGnHW_3AS_X5DA-bkvw9q-FA65A6hNcWjruIT_1M2fA-7fPs_SG5mS5WTtQ1TR4YvdQ0vU_h47g2hzXoqXDX0PUaE-oXuf0DatSybkkUjywyqdcgapEXWy/s400/e.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548659687424631602" /></a><br /><br />Türkiye’de bir şeyler oluyor,Okçuluk adına sevindirici gelişmeler. İlgi alaka çığ gibi büyüyor. Gün geçtikçe kabzadaş olmaya aday insanlar dünyanın her tarafından bize ulaşmaya çalışıyor. Antreman sahalarımız zaten yetersizdi, hepten sığamaz olduk. 6 ay önce 10 tane okçuyu yarışma için bile bir araya getirmek zorken 25 kişi ile antreman yaptığımız oluyor. Bize ulaşamayan arkadaşların olimpik, geleneksel ulaşabilecekleri kim varsa ulaşmaya çalıştıkları ve bu kültürü yaşatmak için ellerinden geleni yapmaya hazır olduklarını görmek bizleri bahtiyar ediyor.<br /> Ankaralı kavsiler periyodik olarak en az 10 kişi olmak üzere yay yapmaya çalışıyorlar, Kavsi gurubunda Yaşar Metin hocanın nezaretinde dünyanın her tarafından yay meraklıları bilgi ve birikimini paylaşıyor.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMgijSnvGE9qdxdE2ZCW63Vomq292FSrx0bHEqTeN-tKFc5vjLPVyKTgM5l1MmL_jHOTgkKGrnEYaDcMHr1DgACn0SBMpn-SuRI9Z1fzGwsaTDkgQ4SuvcrrcXzOrov-sOsmD-8vtXwtS6/s1600/halic.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 224px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMgijSnvGE9qdxdE2ZCW63Vomq292FSrx0bHEqTeN-tKFc5vjLPVyKTgM5l1MmL_jHOTgkKGrnEYaDcMHr1DgACn0SBMpn-SuRI9Z1fzGwsaTDkgQ4SuvcrrcXzOrov-sOsmD-8vtXwtS6/s400/halic.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548659936806893122" /></a> <br />Normal insanların ilgisi dışında akademik ilgi ve alakada da çok ciddi artışlar var. Fizik fakültesinden hocalarımız balık tutkalı üzerinde araştırmalar yaparken produksiyon firmaları telefonlarımızı daha sık çaldırıyor. Artık bu araştırmaların daha profosyonel olarak yapılması gerektiği düşüncemizi paylaşan çok değerli akademisyenlerimiz bizleri üniversitelerine davet ediyor. <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxgdpLg_wX4rlenNf2d8yebtnXrxC6P-rHRa1vVA41OFhT_2PoG9Rc1MIpLkYfoFYlVE0usG2t_Pn7qyWVwM6_Z1tlsRJ1DZMvcAfd-1tKrCdkucnJr39IosLUNo0iH9iZxM31-8Rym0Ic/s1600/M1.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxgdpLg_wX4rlenNf2d8yebtnXrxC6P-rHRa1vVA41OFhT_2PoG9Rc1MIpLkYfoFYlVE0usG2t_Pn7qyWVwM6_Z1tlsRJ1DZMvcAfd-1tKrCdkucnJr39IosLUNo0iH9iZxM31-8Rym0Ic/s400/M1.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548660332723962946" /></a><br />İstanbul barosunun bir avukatı memleketin uzman tarihçileri huzurunda okçuluk kültürümüzü anlatıyor,ama daha da ilginci bir başka arkadaşımız güvenlik görevlisi olarak hizmet verdiği üniversitesinde bu kere yay ustası olarak seminer veriyor. Böyle bir güzellik nerede görülmüş? <br /> İki hafta önce Aysel hocamızın davetine icabetle Haliç Üniversitesindeydik(22 kasım 2010). Geçtiğimiz hafta Marmara üniversitesinde Erhan Afyoncu hocamızın daveti ile savaş tarihi dersinde paylaşmaya çalıştık bildiklerimizi(30 Kasım 2010).<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_CqD37I-wfLgMzovP1orN5XS0yaioWGXA7LHTNIYSeEagMxN5Diclk_vGMIyfpN35ClyNuz7r_m0t_z_H1e8ku6sQ8MFKF__ufv7VGfxRShBti5Qn5OsEbMjbk1hCugA4QpwljhXFOJNx/s1600/m2.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 213px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_CqD37I-wfLgMzovP1orN5XS0yaioWGXA7LHTNIYSeEagMxN5Diclk_vGMIyfpN35ClyNuz7r_m0t_z_H1e8ku6sQ8MFKF__ufv7VGfxRShBti5Qn5OsEbMjbk1hCugA4QpwljhXFOJNx/s320/m2.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548660551976536082" /></a> Bu hafta pazartesi günü de (6 kasım2010) serhat şehrimiz kucak açtı okçulara. Bu sefer yalnız değildik hamdolsun Ali hocam ve Serhat biraderlerim yalnız bırakmadılar, kürsüyü Ercan kardeşimle beraber paylaştık.<br />Okçulara sadece üniversite değil gönüllerin kapısı açıktı Edirne’de. Ercan Özek kardeşim anlattı Türk yayının özelliklerini. Yaptığı yayları serdi masanın üstüne, malzemeleri yığdı, dokunduk, dokundular tarihe gençlerimiz akademisyenlerimiz. Çekemediğimiz kirişlerde tarihin gücünü hissettik. İşte bu üniversitede güvenlik görevlisi olarak çalışıyor Ercan biraderimiz.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhh4TaSYRUG7sM5OV27rqqJ1uBmwAmP22Uyx1aTmLpVvwfDeznXK7aeu8QLvzLwwXg4FJvqL4hz88IfTpafLo0cLj2W85F2KysggmBBbmjBcOyPCKRm21YpKpFSik5zLoMFixxDlWA_Vebu/s1600/e2.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 310px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhh4TaSYRUG7sM5OV27rqqJ1uBmwAmP22Uyx1aTmLpVvwfDeznXK7aeu8QLvzLwwXg4FJvqL4hz88IfTpafLo0cLj2W85F2KysggmBBbmjBcOyPCKRm21YpKpFSik5zLoMFixxDlWA_Vebu/s400/e2.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548660887012762002" /></a> hem Ercan biraderimiz, hem bizi oraya davet eden başta Tilla Deniz Baykuzu hocamız olmak üzere Trakya Üniversitesi'nin akademisyenleri koskocaman bir alkışı hak etmiyorlar mı sizce?.ya Erhan Hocam, Ya Aysel hocam? Bu ne ruh güzelliğidir, ne mütevaziliktir, bu ne alınterine, emeğe saygıdır. Yaşar hocam öğrencilerinle ne kadar gururlansan yeridir.Edirneli kavsiler rahat uyuyabilirler dar-ı beka'da artık çünkü Edirne artık boynuz ve balık tutkalı kokuyor.Asa gezlerine çekiliyor yaylar yeniden ve eller tetikte mandal çözmek için sıra bekliyor Allah emeklerinizi zayi etmesin <br />Türkiyenin sayılı Hun tarihi uzmanlarının huzurunda binlerce yıl geriye gittik hep beraber. Çin kronikleri ok ucundan bakınca nasıl da farklılaşıyormuş meğerse ve ayrıntılar nasıl anlam kazanıyormuş, fark ettik. Alkışlarla indik bahçeye. Gençlerin Yaaa Haaakk!!!!!! Naralarını Bulgar sınır devriyesi duymuştur herhalde. Sonra Ercan kardeşimin yayını test ettik. En az yüz yıl sonra ilk defa Edirne gerçek bir yay gördü. Tekrardan oklar ıslıklandı Edirne semalarında. Kanat çırptı kültürümüzün ve tarihimizin nadide parçaları. Geçmişin ihtişamında uzak olsa da kirişler yeniden efelendi. Anlaşıldı durmaya hakkımız yok bizim. Bize gösterilen bu teveccühe layık olmak için araştırmaya devam etmeliyiz.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLYIIk4pzNLCD1q3nAq8OxaPgd_3PZg-zNFKkMLGJMyn9F-mH3S0eRAoImuuumpVIwyAZHpKhqsR_MDe7um6s2-Jzf7n_4yE6LlY7EWxSCL1RtLPYboWucSIwfClPfOBMZL4-rC5ejGosr/s1600/DSC_0012.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLYIIk4pzNLCD1q3nAq8OxaPgd_3PZg-zNFKkMLGJMyn9F-mH3S0eRAoImuuumpVIwyAZHpKhqsR_MDe7um6s2-Jzf7n_4yE6LlY7EWxSCL1RtLPYboWucSIwfClPfOBMZL4-rC5ejGosr/s400/DSC_0012.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548661351369539826" /></a> Kitap okumaktan parmaklarımız nasır bağlamadıkça durmayacağız inşallah, dün Edirne'de yüzler yarın Altaylar'da, Beşparmaklar'da,Balkanlar'da, Sudak'ta Zigetvar'da Estergon'da binler mandal çözmedikçe, Çanakkale’de Allahüekber’de yüzbinler Yaaa Haakkkkk !!!!! diye kulak zarlarını patlatmadıkça durmayacağız. Üniversitelerde savaş tarihimiz ve silahlarımız ile ilgili kürsüler kurulmadıkça, tarihimizi araştıran arkeologlar yetişmedikçe ara vermeyeceğiz. Gerekirse onbinlerce ok göndereceğiz dört bir yana ancak, bu kere oklarımız tüm dünyaya dostluk mesajı götürecek, oklarımızla okuyacağız onları, arkadaşlığa davet edeceğiz, savaşların kan kusturan, sine paralayan zıpkınları, dostluk mesajı uçuracak her yere. Hadi gazamız mübarek, Allah yar ve yardımcımız olsun <br /> <span style="font-weight:bold;">Adnan MEHEL<br /> İSTANBUL Aralık 2010</span><br />Not: Fotoğraflar fakirhanemizde.(facebook) Bizlere bu güzellikleri yaşattığınız için ; Sağ olasınız Aysel hocam, Erhan Hocam, Tilla Deniz hocam, sağ olasınız akademisyen arkadaşlar, gençler, Ercan, Ali , Serhat Bora ve siz tüm okçuluk sevdalıları, kabza daşlarım.Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-1777676115107458082010-12-08T00:26:00.015+02:002010-12-09T15:18:48.146+02:00<span style="font-weight:bold;">SOLAKLAR OKLARI NASIL TAŞIRLAR?</span><br /><br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXaFf43Pn3adsIhoIM4GpdMiAzcLrj-xsfpqySEiOvPT0FwGzyLIrqA9-mvJMpGEY-8fTIBHWQEPTIISeRE2U6Xwy0uiPmHwQOl_N2P6VkhJwGy6mJYXqbslQ-qgkYqAArZ8sOHE0N2mrd/s1600/1.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 264px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXaFf43Pn3adsIhoIM4GpdMiAzcLrj-xsfpqySEiOvPT0FwGzyLIrqA9-mvJMpGEY-8fTIBHWQEPTIISeRE2U6Xwy0uiPmHwQOl_N2P6VkhJwGy6mJYXqbslQ-qgkYqAArZ8sOHE0N2mrd/s400/1.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548073319440598722" /></a><br /><br />Tarihine bizim kadar düşkün başka bir millet yoktur herhalde. Göz kamaştırıcı tarihimizin aslında son halkası olan Osmanlı dönemi ana hatlarıyla iyi biliniyor olmasına rağmen detay çalışmaların fazla olduğu söylenemez. Özellikle bizi ilgilendiren silahlar ve okçuluk konusu, çelik çomak olarak görüldüğünden midir nedir, inceleme sahasının dışında kalmıştır. Devasa bir arşiv, milyonlarca belge, müzelerdeki eserler, çizimler, resimler, minyatürler… Aslında kaynak açısından hiçbir sıkıntı olmamasına rağmen askeri kıyafetler konusunda elimizde doyurucu malumat yoktur mesela. Kaynakları şöyle bir tarayalım bakalım neler bulabileceğiz; Önce Solakların kim olduğuna kısa bir açıklama getirelim. Cesur, kuvvetli, boylu poslu yeniçerilerin en iyi kemankeşlerinden oluşan solaklar 60, 61, 62 ve 63. ortalara ait olup, padişahın yakın korumalarıdır. “<span style="font-style:italic;">Bunların kârı ok atmaktır ve darb delmektir ve bilmeyene talim ettirmektir</span>” varak 90 <br />“<span style="font-style:italic;">Muharebe meydanında dört solakbaşı ile dört kethuda ve dört odabaşı hükümdarın atının yılarlarına ve padişahın eteklerine yapuşup, dörtyüz kemankeş yani okçu solak Padişahı her taraftan ihata eylerler ve hatta silahdar, çuhadar, rikapdar ve saire gibi hükümdarın en yakinlerini bile atının yanına sokmazlardı; solak muhafızların etrafında da yeniçeriler….</span>” <br />Allah rahmet eylesin İsmail Hakkı Uzunçarşılı hocamız devasa bir inceleme bırakmış arkasında. Hocamızın kapıkulu teşkilatı isimli eserinde konu ile ilgili kaynaklarda bulabileceğimiz en net bilgiyi alıntılayalım <br /> “<span style="font-style:italic;"> solakların arkalarında tirkeş denilen ok çantaları ve bellerinde hançer ile birer</span><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcVNRAy6_hxajzARIEizg7U4SX80qlxSRAGHEPo-XZpCpFDiJjAQ2L6S5biYWt7QJZP9ZtNLn4pwdyeJyZfu8rwBxR3wYiTp82dEqNnl6guxpyc2mEbUfTtipE4sB3NHvyWPEaQr3dyPfy/s1600/2.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 122px; height: 200px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcVNRAy6_hxajzARIEizg7U4SX80qlxSRAGHEPo-XZpCpFDiJjAQ2L6S5biYWt7QJZP9ZtNLn4pwdyeJyZfu8rwBxR3wYiTp82dEqNnl6guxpyc2mEbUfTtipE4sB3NHvyWPEaQr3dyPfy/s200/2.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548073588492942978" /></a> <span style="font-style:italic;">eğri kılınçları vardı; bunlar tüfenk kullanmazlardı. </span>" <br />Uzunçarşılı hocamız böyle söylemişse akan sular durur elbette. Ancak hocamızın Osmanlı tarihi konusundaki her detayı bilmesinin mümkün olmadığını da düşünmek gerekir. Eline ok ve yay almayan tarihçinin okçuluk konusunda yanlış değerlendirme yapması muhtemeldir ve üzerinde durduğumuz konu da teferruat kabilinden bir olay olup dikkat çekmemiş de olabilir. Bu nedenle hocamızı bu yargıya sevk eden bilgilere göz atmakta fayda var. <br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0TsM3MRA4YE8yVvp5kkru15hyphenhyphenXkIKo2QTs3GRVYadbBsT8B7VbHrOdv96HPkyjb6hN_8cVJtwae4vhW6iBY1jCwQ0lA3c66bKFdDzmCiAWP0dhpVZFV9Cd9Jkl2Jo8sSkWkfJ27To0yy7/s1600/3.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 187px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0TsM3MRA4YE8yVvp5kkru15hyphenhyphenXkIKo2QTs3GRVYadbBsT8B7VbHrOdv96HPkyjb6hN_8cVJtwae4vhW6iBY1jCwQ0lA3c66bKFdDzmCiAWP0dhpVZFV9Cd9Jkl2Jo8sSkWkfJ27To0yy7/s320/3.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548073996860881826" /></a>"<span style="font-style:italic;">Celal zade Nişancı Mustafa Tabakatülmemalik de ve Kanuni’nin Belgrad seferinde Solaklar hakkında şöyle diyor:..Bu kayıtlara göre Solaklar Kanuni’nin ilk zemanlarında üç yüz kadarmış. Başlarında Üsküf olup kaftanları beyaz, etekleri bellerine sokulmuş, ellerinde yay ve bellerinde okluk (tirkeş) varmış ve boylu boslu zırh gömlekli imişler.</span>” Bu dipnota bakarak solakların tirkeşleri sırtında taşıdığını düşünmek yanlış olur. Bir başka dipnot daha var;<br /> “<span style="font-style:italic;">Thevernot eserinin Ellinci faslında Padişahın milisi isimli kısımda Solakların piyade olduklarını yazdıktan sonra elbiseleri hakkında şöyle diyor,” “Padişah şehirde dolaştığı zaman etrafında bulunurlar… Oklarının yayı kollarına takılır ve okla dolu tirkeşleri sağ omuzda olup, icap ederse heman ok atmağa hazırdırlar</span>”<br />Thevernot’un verdiği malumat şehir gezisi hakkında. Elbetteki şehir gezisi ile savaş<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2rcDzKKAR38_k9P1eb5UXqnzLtt2pOVbhMZ5EPZ8lnfRcZ_AWd-v0mWKF8f8rO8-uA_pxK_4Vm4838LxwhKP_-cJfxasl9ge2rcoXcgi_bE-8_oa2bMj8qtFaag9piJ9ZL_0PsOj-8NbB/s1600/4.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 223px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2rcDzKKAR38_k9P1eb5UXqnzLtt2pOVbhMZ5EPZ8lnfRcZ_AWd-v0mWKF8f8rO8-uA_pxK_4Vm4838LxwhKP_-cJfxasl9ge2rcoXcgi_bE-8_oa2bMj8qtFaag9piJ9ZL_0PsOj-8NbB/s320/4.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548074395457013810" /></a><br /> durumu farklı olacaktır. Dipnotlara bakarak Uzunçarşılı hocamızın “sırta asma” gibi algılanabilecek yargısına katılmak pek mümkün değil. Hocanın yazılı kaynaklara değil görsel malzemelere bakarak bu sonuca ulaştığını düşünebiliriz.<br />Hocamızın istifade ettiğini düşündüğümüz görsel malzemeler «Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı» isimli kitabındadır. Kitabın son bölümündeki çizimlerde 4 adet solak var. Resim 25’deki solak tirkeşi sol beline asmış, resim 27’de sırtında gibi, resim 28’de ok ve yay hiç yok, resim 29’ da tirkeşi sağ elinde tutuyor. 1984 baskısı kitaptaki çizimler Avrupalı ressamların eserleri. <br />Aynı kitabın 199. sayfasında hocamızın Eski Türk Kıyafetleri isimli bir kitaptan daha istifade ettiğini görüyoruz. Muharrem Fevzi Togay’ın tercüme ettiği kitabın aslında Thomas mc Lean’ ın "The Military Costume of Turkey" isimli eseri olduğunu ve çizimler için William Wittman ile Otto Magnus von Stackeleberg'in gravürlerinin bazılarından yararlanıldığını internet üzerinden öğreniyor, gene internet üzerinden bulduğumuz resimlere bakarak bu kitaptan da bir sonuca ulaşamıyoruz. <br />Uzunçarşılı’nın dayandığı kaynaklardan bir tanesi kendi özel arşivindeki nüshasından istifade ettiğini söylediği «Kavanini Yeniçeriyan»dır. Kapıkulu Ocakları 1. Cilt S.221 de varak 90 da rikap solaklarının ok ve yaylarının çekili olduğuna dair bir malumat vermişse de başkaca bilgiye rastlanmıyor. Yetersiz bir malumat gibi görünmesine rağmen solakların yakın koruma olduklarını düşündüğümüzde bugün nasıl üst düzey devlet yetkililerinin korumasında korumalar mermi namluda, eller tetikte etrafı kolluyor iseler; solakların da padişah ile birlikte buna benzer bir pozisyonda şehirde dolaştıklarını, anlayabiliyoruz. Kavanini Yeniçeriyan ile ilgili internette bir kanunnameden çok nasihatname olduğu yolunda bilgiler varsa da konumuzun dışında olduğu için detaya girmiyoruz. Ama bu kısa malumat Kavanini Yeniçeriyan’da istediğimiz gibi bir bilgi olmayacağını bize gösteriyor. İnşallah birileri bu eseri bulup okuyabilir ve bizi de bilgilendirir. Ama sırta asma gibi bir durum olsa Uzunçarşılı muhakkak alıntı yapardı diye tahminle yetinmek zorunda kalıyoruz. <br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVSrmcKERvCMnyvGvZF0IDvldF60Z47V9RV3teWcXYgjODe6x1V7s8aqHRGSOs9biGM776vWjbuPBWAsLN-NVkgwdLEy2Uj9x6l099Hphlm1717RQFrA6MP_q5ByLbCQSy2geACAlyWDg6/s1600/5.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 272px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVSrmcKERvCMnyvGvZF0IDvldF60Z47V9RV3teWcXYgjODe6x1V7s8aqHRGSOs9biGM776vWjbuPBWAsLN-NVkgwdLEy2Uj9x6l099Hphlm1717RQFrA6MP_q5ByLbCQSy2geACAlyWDg6/s320/5.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548074762979886050" /></a><br />Konu ile ilgili olabileceğini düşündüğümüz Kritovulos’un İstanbul’un Fethi, (çev. Karolidi ,Kaknüs Yay . İstanbul 2007 2. Baskı) , Yorgios Sfrancis’in Anıları (çev. Levent Kayapınar, Kitabevi Yay. III. Baskı, İstanbul 2009 ) ve Bir Yeniçerinin Hatıratı , (Çev. Kemal Beydilli. Tatav Yay. İstanbul 2003) kitaplarında da konu ile ilgili bir malumata rastlayamadık. Busbecq’in anılarında yeniçeri kıyafetleri ile ilgili biraz malumat varsa da bu konu ile ilgili bir şey bulunmamaktadır. Reşat Ekrem Koçu‘nun «Yeniçeriler» kitabına görsel malzemeleri değerlendirdikten sonra bakmakta fayda var. Çoğunluğu Avrupa kaynaklı gravür ve tasvirlerin kemankeşleri görmeden ressamın muhayyilesinde canlandırdığı şekliyle çizildiğini düşünmeniz için birkaç resme bakmanız yeterlidir. Kıyafetlerin direk görgü ve bilgiye dayalı olmadığı anlaşılabilmektedir. Veya sıklıkla yapıldığı gibi ressam resmi taslak olarak yapmakta, sonra tamamlamaktadır. Bazen aylar sonra yapılan bu tamamlamalarda hataların olması kaçınılmazdır. O nedenle Avrupalı sanatkârların fırçasında tirkeş kâh sırta gider, kâh elde olur, kâh belde olur, kâh omza asılır. <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJ3K0yzV2A7czeo-XFnm-xKbW6vWgbErOp_OG7XcN7ZlLeaUDYmglwK60a7OaihkDMN62xPVCe0SgST9CEQODJgvh8Kphqt96vLAzgvGOyyoJmA5g5cws3jneAsqDrb2DZ-klpuQX-BjvI/s1600/6.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 295px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJ3K0yzV2A7czeo-XFnm-xKbW6vWgbErOp_OG7XcN7ZlLeaUDYmglwK60a7OaihkDMN62xPVCe0SgST9CEQODJgvh8Kphqt96vLAzgvGOyyoJmA5g5cws3jneAsqDrb2DZ-klpuQX-BjvI/s320/6.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548075208760308658" /></a>Bu resimlere bakarak bir sonuca ulaşmak da bizi yanıltabilir. Reşat Ekrem Koçu‘nun kitabında bir yeniçeri sırta asmış gibi görünse de çizer Sabiha Bozcalı hanımefendinin bu bilgiyi nereden aldığı kitapta verilmez. Üstelik hemen yanındaki yeniçerinin elindeki kılıç çizimi ressamın bu konu ile ilgili bilgisini büsbütün şüpheli hale getirmektedir.<br />Aslında en net çizimler İtalyan ressam Giovanni Jean Brindesi ‘nin resimleridir. O çizimlerin de Sultan ahmetteki (Elbise-i Atika) Yeniçeri müzesinde bulunan kıyafetlere bakılarak çizildiği bilinmektedir. İsmine bakarak buranın bir kostüm müzesi olduğu anlaşılmak tadır. Müze olduğuna göre o zaman çizimler doğrudur diye düşünebiliriz elbette. Ancak hem Brindesi’nin çizimlerinde tirkeş bulunmaz, hem de bakın bu konuda Reşat Ekrem Koçu ne diyor;<br />“<span style="font-style:italic;">YENİÇERİ KIYAFETİ<br /> Milli kütüphanemizde Yeniçeriler üzerine, garp memleketlerindeki askeri kıyafetnameler ayarında, kesin ve doğru bir kıyafet albümü yoktur. Cevat Paşa ’nın </span><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj70I8sl4445dyqH2fGI9e5r2Lc850hmEtf5FiIQi7IWo9-3XRHHPjqsnPUuBycEbFau6m_kEhGzk77_qNgFXpkogp4n54mQTAg39YMWu2PhoyaRhXzvOp6CyJvJMVqNC-8VSY8wvn7Fjp8/s1600/7.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 277px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj70I8sl4445dyqH2fGI9e5r2Lc850hmEtf5FiIQi7IWo9-3XRHHPjqsnPUuBycEbFau6m_kEhGzk77_qNgFXpkogp4n54mQTAg39YMWu2PhoyaRhXzvOp6CyJvJMVqNC-8VSY8wvn7Fjp8/s320/7.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548075758354272690" /></a><span style="font-style:italic;">«Tarihi Askerii Osmanî » ve Mahmut Şevket Paşa’nın «Osmanlı Teşkilat ve Kıyafeti Askeriyesi» adındaki eserleri ve batılı müelliflerle ressamlar tarafından Türk kıyafetleri üzerine, bu arada yeniçeriler üzerine çizilmiş resimler, yazı ile tarifler tatmin edici değildir. Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın «Kapıkulu Ocakları» adındaki eserinin birinci cildinde yeniçerilerin kıyafetlerine tahsis edilmiş olan «Yeniçerilerin Börk ve Elbiseleri» ve «Yeniçerilerin Çamaşır ve Çuhaları» başlıklı fasılları okuyup Yeniçeri resimleri çizmek zannederim ki mümkün değildir. Bu azametli eserin sonuna eklenmiş resimler de asla tatmin edici değildir.”</span> <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgd64yH2aBizB37V3Ww4KoSfmlhsHhs5BG8M2HU698GddN3j1dlL92IPsCsOFZFbDTw8bUtKy7FV_ECSXOj3FowDI7RbfnJd2w7lY6EIudFZmomIMn8yWfNRJhhonCUk6WDE4UvsuJuPwi6/s1600/8.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 234px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgd64yH2aBizB37V3Ww4KoSfmlhsHhs5BG8M2HU698GddN3j1dlL92IPsCsOFZFbDTw8bUtKy7FV_ECSXOj3FowDI7RbfnJd2w7lY6EIudFZmomIMn8yWfNRJhhonCUk6WDE4UvsuJuPwi6/s320/8.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548076313685845538" /></a>Kapıkulu Ocaklarının 2. Cildinin sonundaki resimlerin de gene Avrupalılarca çizilmiş resimler olduğunu ve ne solak ne de tirkeş resmi bulunduğunu belirtelim. Ve kulağımızı gene üstada verelim bakalım üstat «Elbisei Atika» konusunda ne diyor; <br /><span style="font-style:italic;">“İkinci Abdülhamit devri sonlarında İstanbul’da Sultan- ahmette bir «Yeniçeri Kıyafethanesi » açılmışdı. Yüze yakın manken yapılmış ve bu mankenlere batı gravürle rinden ve Türk minyatürlerinden toplanan bilgi ve es vaplar giydirilmiş, askeri müzeden alınan bazı silahlar ile techiz edilmişlerdi. Müessese zaman ile inkişaf ede cek, mankenler güzelleşecek, kıyafetler tam doğruluğa doğru düzeltilecek yerde kapandı.” </span><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiTEQ8fahRff4h-fJnJ4ALZk4sSGl0TQT7pP0xgnlRQ9XIqYGaiGGCNNgb-n_70NZmCppl_iI9RAKO_pBtIuVfotMJmwiRL02JgthKdDPHXPrhYaQHNbBPZg3kEoQiGgEiWDYx60iwu4-0y/s1600/9.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 189px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiTEQ8fahRff4h-fJnJ4ALZk4sSGl0TQT7pP0xgnlRQ9XIqYGaiGGCNNgb-n_70NZmCppl_iI9RAKO_pBtIuVfotMJmwiRL02JgthKdDPHXPrhYaQHNbBPZg3kEoQiGgEiWDYx60iwu4-0y/s320/9.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548076704089422674" /></a>Kapanmasa şaşardık zaten. Demek ki bizim Elbisei Atika müzesi dediğimiz ve çok güvendiğimiz yer de aslında bir replika müzesinden başka bir şey değilmiş ve kaynak olarak da gene Avrupalı ressamların eserleri kullanılmış. <br />Yazılı kaynakların kısıtlı imkânları bir sonuca gitmemizi engelliyor. Ama elimizde bize ait ve uzmanlarınca ‘ne gördülerse onu çizerler’ dedikleri minyatürler var. Minyatürlerdeki solak figürleri incelendiğinde aslında hiçbirinde sadak da bulunmadığını fark ediyoruz. Daha önce hiç düşünmediği miz bu olay ‘solakların yakın koruma olmaları ve her zaman yaylarının kasılı, atışa hazır vaziyette elde tutma zorunluluğu, ayrıca kaftanlarının uzun eteklerini kemerlerine sıkıştırdıklarında sadak takmanın zor olması’ gibi sebeplere bağlanabilir. Birçoğunda ok ve tirkeş de görünmüyor. Hünername’ deki minyatürleri incelediğinizde okların yelek kısımlarının arkala rında görüldüğü minyatürlerde de tirkeşin belde mi yoksa sırtta mı olduğu konusunda tereddüt doğmaktadır. Çünkü okların pozisyonları omuz üzerinden almaya müsait değil gibi, ayrıca ne tirkeşin ucu ön taraftan görünüyor ne de omuzda askı kayışı var. Bazı minyatürlerde de tirkeşi veya ok demetini ellerinde tutuyorlar ve minyatürlerde genelde tirkeş net olarak görünmüyor. <br />Dikkatlice bakıldığında aslında solakların üzerinde beldeki kuşaktan başka bir şeyler asılabilecek hiçbir şeyin olmadığı ve buna asılı bir kılıcın olduğu fark edilmektedir. Ama aradığımız sorunun cevabını Süleymanname’deki minyatürleri dikkatlice incelediğimizde buluyoruz. Buradaki savaş konulu minyatürlere bakıldığında belli belirsiz okların yassı ve küçük bir kubur içersinde kuşağa sokulu olduğunu, bunun sağ veya sol tarafta gezleri bazen öne, bazen arkaya gelecek şekilde takıldığını, bazen ellerinde tuttuklarını, bazen omuzlarına koyduklarını görüyoruz. <span style="font-style:italic;">(Ancak kesin bir kanaat oluşturacak veriye rastlayamadığımız halde, gezlerin modern okçulukta olduğu gibi ön tarafta olduğunu gösteren gravürlerin hatalı olduğunu düşünmekteyiz. çünkü minyatürlerde bu tarzı destekleyen bir çizime rastlayamadık</span>).Ve bu durum Avrupalı ressamların çok farklı şekiller çizmesini de açıklığa kavuşturmuş oluyor. Uzunçarşılı’nın tirkeşin “arkada” taşındığı bilgisi sırta asılı olması manasına alınmaması gerektiğini gösteriyor. Osmanlıda Kuşağa sokulu vaziyette ok taşıma âdeti var mı acaba diye araştırdığımızda Thomas Artus’un «silahdar aga» diye isimlen dirilen gravürü ile , «Şatır» isimli gravür bize tam<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgu4nvhUYvPEk6A4pWtz5hiSQUtS9o59zoKXe1Y-6QBS6f2M6oaglFT2ype4eVgbVebXX8dM3rZo1rLRExW07YDOIIwQWI61_0hPRWY2DrZBbU0XSmKr5RhxV7pfzBtK7MzxMf72SUg1e4i/s1600/10.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 203px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgu4nvhUYvPEk6A4pWtz5hiSQUtS9o59zoKXe1Y-6QBS6f2M6oaglFT2ype4eVgbVebXX8dM3rZo1rLRExW07YDOIIwQWI61_0hPRWY2DrZBbU0XSmKr5RhxV7pfzBtK7MzxMf72SUg1e4i/s320/10.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548077170315486530" /></a> manası ile bir sonuca ulaşma imkânı sağlamaktadır. Çizimdeki detayın netliği “arkada” tabirine de açıklık kazandırmaktadır ve niye okların omuz hizasında göründüğünü de anlamamıza imkân sağlamak tadır. Taşıdıkları okların miktarı ile ilgili kesin olarak bir sayı vermek mümkün olmamakla beraber bellerindeki okların en fazla iki düzine kadar olabileceğini tahmin edebiliyoruz. Elbetteki bu sayının savaş zamanında farklı olması gerekmektedir.<br />Neticeten solakların bir tutam oku tirkeşle bele veya omza asmak yerine atışa her an hazır şekilde kasılı yayları ile birlikte, yassı bir kubur içinde elde tuttukları, bazen de bellerindeki kuşağın içine soktukları sonucuna ulaşıyoruz. <br /> <span style="font-weight:bold;"> Mustafa Adnan Mehel, İstanbul. Kasım 2010</span><br /><br /><span style="font-weight:bold;">Kaynakça</span><br /><br />-Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Kapıkulu Ocakları I.cilt,Türk Tarih Kurumu basımevi,Ankara,1984<br />- Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu <br /> basımevi, Ankara,1984,<br />- Koçu, Reşat Ekrem, Yeniçeriler, Koçu Yayınları İstanbul 1964,<br />- Hünername Minyatürleri ve Sanatçıları. Yapı Kredi Yay.. İstanbul, 1969<br />- Busbecq,Ogier Ghiselin De, Türkiye’yi Böyle Gördüm,Elips Kitap,Ankara 2004<br />- Kritovulos’un İstanbul’un Fethi, Çev. Karolidi, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2007 2. Baskı <br />- Yorgios Sfrancis’in Anıları, Çev. Levent Kayapınar, Kitabevi Yay. III. Baskı, İstanbul 2009 <br />- Bir Yeniçerinin Hatıratı, çev. Kemal Beydilli. Tatav Yay. İstanbul 2003 <br />- Gravürlerle Türkiye, Kültür Bakanlığı yay. Ankara 2002<br />not: Dipnotları nasıl yerleştireceğimi bilemediğim için metne işleyemedim. okurlardan özür dilerim.Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-18229890572712755172010-08-09T00:32:00.011+03:002010-08-09T01:50:52.055+03:00KAZ DAĞLARI<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiiHItuawZX0P0nXFEhCnSjRIhAGUQB5LPfO20P4YMGdAYT2lwNbaZTZfxMqJTQGUxS7RiMzPR2ONcBFHHWldP6sMUKBACePS35oAJjsF5qp03YloY3iEtDoiD6TokFv3QlyJozBlCaNN4n/s1600/DSC_0846.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 150px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiiHItuawZX0P0nXFEhCnSjRIhAGUQB5LPfO20P4YMGdAYT2lwNbaZTZfxMqJTQGUxS7RiMzPR2ONcBFHHWldP6sMUKBACePS35oAJjsF5qp03YloY3iEtDoiD6TokFv3QlyJozBlCaNN4n/s320/DSC_0846.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5503163733765885378" /></a><br />Yaklaşık iki ay önce Havran’a davet geldiğinde ilk aklıma gelenleri ve devamında gelişen olayları burada yazmanın bir manası yok. Uzun zamandır orada yarışma düzenlemek için hazırlanıldığını biliyorduk. Gitsek mi gitmesek mi tereddüdü ve tartışmalarını her zaman yaptığımız gibi istişare, yani ortak akıl ile çözdük ve davete icabet etmemiz gerektiğine karar verdik. Havran kaymakamlığı davetiyelerimizi göndermiş ve otelde ismimize yerlerimiz ayarlanmıştı. <br />Tahmin ettiğimiz gibi yurt dışından fazla bir katılım sağlanamamıştı.. Üzüldük. Keşke daha fazla katılım olsaydı. Bir problem çıkacak endişesi ile biraz gönülsüz çıktığımız yolculuğumuz 16.00 sularında İstanbul’dan başladı. İlk aksilik feribot iskelesinde bir buçuk saat bekleme zorunluluğuydu. Oturduk çay içelim dedik, boş masa yok. Olgunca bir hanımefendiden izin alarak masasına iliştik. Boğaziçi’nde emekli tarih profesörüymüş. Masa sahibimiz ile uzunca bir Orta Asya ve tarih seyahatimiz karşılıklı kartvizit teatisi ile neticelendi. <br />Uzunca zamandır denizde fındık kabuğu rolü yapan feribot görmemiştim. Biraz tırsmadık desem yalan olur. Eski hocalığımızı hatırlayıp aklımda kalan ezberleri de tekrarlama imkânı buldum bu sayede. Kazasız belasız topçular iskelesine ulaştığımızda aksilikler birbiri ardına devam etti. Yol yapımı nedeniyle daralan trafik, ağır trafik nedeniyle arabanın su koyuvermesi, düze çıkınca bastıran sağanak yağmur vs.<br />-“ Ya Metin bu araba rampada çuvalladı “kullanma kılavuzuna bakın” yazıyo ne yapacaz? ”<br />–“Önemli değil biraz dinlenip devam edin.” Var bunda bir hayır. Bu kadar aksilik pek hayra alamet değil gibi ama..<br />-“Hocam Eskişehir’de hızlı trenden indim ne yapayım?”<br />-“İbrahim oradan otobüslerle Bursa veya Balıkesir’e geç”<br />İbrahim en son öğrencilerimizden. Hem kabiliyetli hem çelebi. Çelebi okçular kervanına bir arkadaşımız daha katıldı. Bekleyelim bari İbrahim’i dedik. 21.15 de Bursa’da olacakmış ve direksiyonu Bursa’ya kırdık. Metina çoktan bandırmaya ulaşmış protokol yemeğine yetişelim diye bizi sıkıştırıyor ama İbrahim nasıl gelecek. Zaten sabahtan beri Ankara’dan Bursa’ya gelene kadar göbeği çatladı garibin. Hadi bir tanesini anlatayım dolmuşa para ödemeyi unutmuş bir saat dolmuşu aramış Ankara’da iyi mi? Tövbe yarabbi yeni gelenlerinde tahtası eksik eskiler gibi. Tepehan biraderimizle buluşma ve orijinal mekânında İskender keyfi olmalı dedik. <br />-“Ali hoca sen Orijinal yerinde İskender yedin mi?” <br />-“Yooo” <br />-“İyi ben de uzun zamandır yemedim .”Unutmuşuz adresi. Heykelin yanı dediler. Biz de bulduğumuz ilk heykelde durduk. Başka heykelmiş Tepehan bizi buldu da Bursa’da kaybolmaktan kurtulduk. Yoksa yarışmaya giderken boğazı yüzünden yol kaybeden kemankeş gibi garip bir ünvanımız olacaktı. Yemek biter bitmez telefon;<br />-“Alo hocam ben geldim ama az biraz işim var.” <br />-“Tamam, İbrahim” dedim gülümseyerek. Alınmayalım diye mescide gittiğini saklıyor.<br />-“ Ya Ali hoca aramızda ağzı dualı birisinin olması iyidir içimde bir sıkıntı var inşallah sağ salim varırız. Bu kadar aksilik pek normal değil ” Aklıma yolda olduğunu bildiğim arkadaşlar geldi onları da arıyorum bir yaramazlık olmasın diye çaktırmamaya gayret ederek huzursuzluğumu.<br /><br />-“Mayolarınızı aldınız mı? En fazla öğlene kadar sinirlerimizin dayanabileceğini düşünüyorum. ” <br />“Terliklerimi bile aldım baba.” Diye gülümsedi çekik gözlü muzip oğlum. “ parfümü ve deodorantı da unutmamış kerkenez. Eeee 17 yaşında, ama kaz dağlarında kimi görecek ki. Yoksa kaz dağlarını kız dağları mı anladı ne.??!!<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgW25awWgzK_xYluP5dL18zE8CWJ3vpv-E33f9_0nxXfoHTZTJ0ChFuV1GeDpVzvblDkfokfG6jKQd7PBWcBHRM-9DnmI4vY43lM9nxeGtyFRzevl4RI2qPbGnsg2n_EXDv9z27iLhVo4zd/s1600/DSC_0854.JPG"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 200px; height: 133px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgW25awWgzK_xYluP5dL18zE8CWJ3vpv-E33f9_0nxXfoHTZTJ0ChFuV1GeDpVzvblDkfokfG6jKQd7PBWcBHRM-9DnmI4vY43lM9nxeGtyFRzevl4RI2qPbGnsg2n_EXDv9z27iLhVo4zd/s200/DSC_0854.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5503164116024951634" /></a><br />-“ Ayıbettin” dedi Ali hoca, “termal otel olduğuna göre kese ve ilif de lazım olur, kşam hamama gideriz. İbrahim’i aldıktan sonra istikameti Bandırmaya yönelttik. “Metina omzunu sakatlamış” dedi Ali hoca “ok atamayacakmış”. “Ulan durup dururken omuz sakatlanır mı? Bunda bir iş var geri dönmemiz icap ediyorsa buradan dönelim. Boşuna yorulmamış oluruz. Nasıl olsa problem çıkacak ” <br />Ertesi gün öğrendik “Metin atarsa ben ve ekibim çekiliriz” diye organizatörlerin uyarıldığını ve Metinin anında Organizasyona zarar gelmesin diye omzum sakatlandı masalını uydurduğunu. Bizim geri dönmemizden korktuğu için bu konuşmayı bize aksettirmemiş elbette. İçimdeki sıkıntı devam ediyor var hoca bunda bir hayır deyip yoldaki arkadaşları arıyor ve arabayı kontrollü sürüyorum. <br />-"Yavuzum iyisiniz değil mi? Yıldırım abi ne halde? İyi Şükrü ile hanımına da selam söyle" Metini Bandırma’dan aldıktan sonra 03.00 gibi intikal ettik sporcuların bulunduğu otele. Yatarken yoldaki arkadaşları son bir kere aradım burada su yok yoldan bize de su alın bahanesi ile. Yaklaşmışlardı ve artık merak etmeye gerek yoktu. Yarışmayacağı halde Metina uyandırdı bizleri “hadi geç kalmayalım” diye. Aslında uyumamıza izin verdiği de söylenemez ya. Kahvaltı salonunda yurt dışından gelen arkadaşlarla sohbet ettik biraz. Kahvaltıdan sonra alana intikal ettik. Oklarımız ve yaylarımızı kuşandık. Meydan Şeyhine yaklaşıp “yardımcı olabileceğimiz bir şey var mı?” diye sordum.” Hayır, Mehel sağol” dedi. Peşinden “neden geleceğinizi haber vermediniz?” “Nasıl bildirmedik. Olur mu, gelecek kişiler ismen bildirildi öyle değil mi Sami abi?” Buraya kadar her şey normal gibiydi hatta Ali hoca ısınmaya bile başladı. Arkadaşlarla ilgilenmek üzere ayrıldım sonra aramızda yeniler olduğu için tekrar gelip isim yazdırmaya veya herhangi bir şeye gerek var mı diye sordum. <br />-“Hayır, gerek yok çünkü siz yarışmaya katılmıyorsunuz.” Yüzündeki kararlı ifadeyi gördükten sonra neden? Sorusu bile sormadan ayrıldım. Bizim için tanıdık olan bu ifadenin değişmeyeceğini bildiğim için hiç itiraz etmedim, “niçin?” diye sorma gereği bile duymadım. Bu arada bir önceki sorunun genel mahiyeti de anlaşılmıştı. Bir ay önceden davetiye gönderilmiş, adımıza otelde rezervasyon yapılmış, Mümin ve Tuncer protokol yemeğine bile katılmış. Kurt kuzuyu yemeyi kafasına koymuş hikâyesi “geleceğinizi niye bildirmediniz” de işin bahanesi. Arkadaşların yanına gittim ne yapacağımıza dair istişare yapalım dedik. Bin bir türlü protesto varyasyonu düşünülebilinirdi. Ama bize yakışanın kimsenin ağzının tadını bozmadan ve yarışmaya gölge düşürmeden sessizce çekilip gitmek olduğuna karar verdik. Süleyman Cem hocaya bakkam ve huş sözüm vardı. Bulunduğu standa gidip konuşmasının en heyecanlı yerinde ki okların çam ağacından yapıldığını anlatıyordu “ kim demiş, ok için en iyisi huş ağacıdır” diye takıldım. Yüzü birden asıldı ama elimde huş çıtaları ile benim olduğumu fark edince “vay getirdin mi Adnan hocam çok teşekkür ederim” diye gülmeye başladı. Bakkam parçasını ve huşları verdim. <br />-“Hocam size başarılar” dedim.” <br />-“Hayırdır?”<br />-“Şeyh-i meydan katılmamıza izin vermedi” . Yüzü allak bullak. <br />“O kadar uzak yoldan geldiniz neden katılmayacakmışsınız” dedi. Gülümsedim; <br />-“Önemli değil hocam ben neden diye sormadım bile, tartışmaya gerek yok ama burada bulunmamız anlamsız, kimseyi rahatsız etmeden biz geri dönüyoruz, bari yabancı misafirlere ayıp olmasın” dedim.. Beklenmedik bir durumdu, ne diyebilirdi ki. Belli ki üzgündü, ama ne yalan söyleyeyim ben rahatladım. Metina’nın çelebiliği yüzünden <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhIU0kIT9TUwHW0ecL7triwyehrJ0Ak_f9-nSSY4jB9fYqE9KXcTRlixu5NA3n6yLKvB4wyqc5uOpYq6Afco16Cezic0erwMCCiYCkLKCh8TZyh-KtUvZvARH_PBeC7OPAqgO_2g8_TYWqz/s1600/kaplica.JPG"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 240px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhIU0kIT9TUwHW0ecL7triwyehrJ0Ak_f9-nSSY4jB9fYqE9KXcTRlixu5NA3n6yLKvB4wyqc5uOpYq6Afco16Cezic0erwMCCiYCkLKCh8TZyh-KtUvZvARH_PBeC7OPAqgO_2g8_TYWqz/s320/kaplica.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5503174086897910770" /></a>beraber geldiğimiz arkadaş atamayacak ama biz atacaktık yani hem arkadaşımızı satmış gibi olacaktık hem de yarışma esnasında yaşanacak bir tatsızlık daha kötü neticeler verecekti. Davete uyduk geldik, katılamazsınız dediler döndük.. Kaymakam beye kısaca durumu özetleyip ayrılma kararı aldığımızı söyledik. Ev sahibi olarak özür dilediği- ni bildirdi ve bizzat makam arabasını tahsis edip otele kadar bizi gönderdi, sağ olsun. <br />-“Ben size demedim mi yarıştırmaz bizi.”<br />-“Ali hoca senin atışlarından korktu galiba” <br />-“Yok ya ne atışı kemankeş tişörtlerinden rahatsız olmuştur.” <br />Şakalar sataşmalar havuzda devam etti. Dünya yakışıklısı Mümin ve Tuncer kardeşlerimizi görememiştik uzun zaman. Gencecik insanların bile yüzlerinde en ufak bir teessür yok ve müthiş olgunluk.. “Abi özlemiştik zaten birbirimizi kim bilir bir daha ne zaman bir araya geliriz. Biraz dinlenip geri döneriz.” Biz üzerimize düşeni ve bize yakışanı yaptık. Meydan şeyhi kendine bu hareketi yakıştırıyorsa diyecek bir şey yok. Bu arada kafanıza takmayın diye arayan arkadaşlar oldu. Özellikle Mert biraderimi zikretmek lazım. Akşam öğrendik ki yarışma esnasında yapılan işin sportmenliğe aykırı olduğunu söyleyen arkadaşlarımız da olmuş, bereket yarışmayı <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiXCw3XNvz0SRjF5DQL2duk2-tXlFSPSCmyDlAaJvJ8L-8PjGMIkkUiO9POz9Avr8r36B1D0-9TMgsqSaUvDRsZZksXSR3QKhXCfzOUzQ99nVHedl6XSJeLsgnbOfiDuUyzMCC4MigzXbRw/s1600/1256214050_ns141.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 240px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiXCw3XNvz0SRjF5DQL2duk2-tXlFSPSCmyDlAaJvJ8L-8PjGMIkkUiO9POz9Avr8r36B1D0-9TMgsqSaUvDRsZZksXSR3QKhXCfzOUzQ99nVHedl6XSJeLsgnbOfiDuUyzMCC4MigzXbRw/s320/1256214050_ns141.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5503174313805963762" /></a>terk etmemişler. Can dostlarımız sağ olsunlar ama biz üzgün değil neşeliydik. O ana kadar içimde olan huzursuzluk gitmiş, rahatlamıştım. Havuzda çocuklar gibi oynayarak ve yorgunluğumuz geçmediği için uyuyarak günü geçirdik. Gene ortak akılla aldığımız kararla ortalıkta hiç görülmeden ertesi sabah ayrılmayı kararlaştırdık. Yanlış anlaşılma olmasın utandığımızdan veya mahcup olduğumuzdan değil turnuva için buraya gelmiş arkadaşların keyfini kaçıran bu olaydan dolayı ortada dolanıp gözlerine gözüküp de bu tatsız olayı hatırlatmak istemedik. Neticede utanması gereken bizler değildik. Ama arkadaşlar bırakmıyorlar ki. Metina döndü ben grubu temsilen arkadaşlarla biraz sohbet ettim. <br />Ertesi sabah Rahmetli Prof. Şinasi Tekin Hocamızın Muhterem eşleri Gönül Tekin hocamızı ziyaret etmek üzere otelden kahvaltı bile yapmadan ayrıldık. Serkan biraderimiz bekliyordu bizi Cunda adasının merkezinde.<br />- “Hah bak Ali hocam burada sakızlı dondurma ve ayvalık tostu deneyebiliriz”. <br />-“Yahu kel kemankeş sen boğazından başka bir şey düşünmez misin?” <br />-“Öyle deme Ali hoca Şafak biraderimin yokluğunu hissettirmemek gibi bir sorumluluk taşıyorum. Birazdan Serkan biraderim gözüktü. Ben ızbandut gibi bir kemankeş beklerken omuzlar sarkmış yürümekte zorlanan yengeç gibi bir kemankeş gözükmez mi.. Yapılı kolları ve omuzlarına bakarak <br />-“Hayrola Serkan biraderim bir şey mi oldu” <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpDEpDEFfCSioWUm6pFHVcWCb5D7TO89CDQ5kqiEM5OffGkK_WLaWh1Bv13qCHVFtID6VnsdxhV0-82Upzwze0MUJKcKqu572N7D44gHAwYKb9cV7NXLLDa1gqCjT8uu1Y-3fWO9TSgHra/s1600/DSC_0860.JPG"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 213px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpDEpDEFfCSioWUm6pFHVcWCb5D7TO89CDQ5kqiEM5OffGkK_WLaWh1Bv13qCHVFtID6VnsdxhV0-82Upzwze0MUJKcKqu572N7D44gHAwYKb9cV7NXLLDa1gqCjT8uu1Y-3fWO9TSgHra/s320/DSC_0860.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5503163946589234226" /></a><br />–“Hocam sorma 2 gündür yorgan döşek yatıyorum. Bademcik sorunum var.” Bir bademcik aslan gibi bir adamı böyle kediye çevirsin olacak iş değil. Allah şifalar versin diye başladık sohbete. Aslında ilk defa görüşüyorduk yüz yüze. Kırk yıllık ahbap gibi şaka şamata yollandık Gönül hocamızın evine. Kediler basmış her tarafı ve baştan haber yollamıştı zaten hocamız, kusura kalmasınlar diye. Mütebessim yüzüyle ve yaşından beklenmeyen enerjisiyle karşıladı bizi. Döndü dolaştı sohbet Şinasi hocamıza geldi. Kendisi de bir derya aslında “keşke ben rahmetli olsaydım onun yerine o bambaşka bir alimdi” diye iç geçirdi. Affetsin beni,İsmini sormaya vakit bulamadım bir hocamızı daha davet etmiş görüşmeye. Serkan biraderim telhisi getirmiş yanında, onu incelediler heyecanla. “300 sayfaymış az da değil” diye iç geçirdiler. Yardımcı olmaktı aslında kemankeşlere niyetleri ama onların çalışmasına 300 sayfalık bir kitapla engel olamazdık, “hocam başladı arkadaşlarımız sadeleştirmeye “diye yalan söyledik. Ama risale-i Bahtiyarzade var düşünürseniz. “Hah tamam” deyip kopyasını bizzat kendileri almaya söz verdiler. Aslında yalan değilmiş sonradan öğrendik ki Prof.Kemal Yavuz hocamız Telhisi çoktan çevirmiş baskı için beklemekteymiş. Bir ara fırsat bulup “Biz kemankeşler…” diye başladım anlatmaya. Kâh at üstüne biner gibi, kâh yatakta yatar gibi anlattıkça anlattım bildiklerimizi. Hocamız sorular sordu açıkladım dilim döndüğünce. Bazen aldı sazı eline Türkoloji’nin ve edebiyatın derinliklerinde gezdirdi bizi. Bazen de Şinasi hocamı anarak girdik Dong Huang mağarasına. Nasıl geçtiğini anlamadık vaktin. İki saat geçmiş hocam kusura bakmayın dedik vaktinizi aldık müsaadenizle öpmek isteriz ellerinizden. Mütebessim, uzattı yılların yoramadığı hamarat ellerini. Dudaklarımı zı değdirdik el üstü kıvrımlarına ve başımıza götürdük saygıyla. Serkan biraderim evdeki kedilerle ilgilendi biraz. Ayvalıkta Almanlara ait bir hayvan barınağında baş veteriner olarak çalışıyormuş. Bin tane köpeğimiz var dedi laf arasında.<br /> “Hadi deniz kenarına gidelim” dedim “biraz talim yaparız.”. Aslında niyetim Ege denizi menzil rekorunu kırmak. Nedense birden Karadeniz menzil rekorunun bende olduğu aklıma geldi. Memlekette yollayıvermiştim okları denize, hamsiler destar bozmuştu ve Karadeniz Laz menzili rekoru benim olmuştu. Kimse ölçemeyeceği için de itiraz gelmemişti elbette. Gözümü diktim bu sefer Ege denizi efeler menziline. Serkan biraderime bizi Yunan adalarını göreceğimiz bir kıyıya götürür müsün diye ricada bulunduk. Aslında yürümeye mecali yok, belli ki çok halsiz ama o bizi sarımsaklı plajının arkasında güzel bir plaja götürmeye çalışıyor. Tövbe yarabbi Karadeniz’i, Marmara’sı ve şimdi de Angarası üstüne bir de Egelisi. Hiç mi sağlam birisi olmayacak içimizde. Uzaktan gösterdi Yunan adalarını, karşımızda da şeytan sofrası<br />-“Hoca şeytan sofrasına gittin mi?” <br />-“Yooo” <br />-“İyi, zaten bi şey yok. Teee o tepeyi gördün mü? <br />-“Eeeeee ?” <br />-“Hah işte o tepede”. Böylelikle kel kemankeş rehberlik hizmeti de verilmiş oldu. Sessiz adam Ali hoca. Demedi “başlarım şeytan sofrasına 15 km uzaktan görsem ne olur görmesem ne.” <br />“Mojno smotrit?”( seyretmek mümkün mü?) <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhm8w9l9qFFt8355VvOXTgsE0g3_AX4C52bT-z0rnzN9hKiqy46YAz9Q_c1bFp_963oimljfnOqtPZNwGYGPGNcoBwwmizY0wxTNzW3_3q0lJY0S6Sb2FXm5GH77NSpDxWDIm3vNX-tPdd2/s1600/DSC_0888.JPG"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 200px; height: 133px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhm8w9l9qFFt8355VvOXTgsE0g3_AX4C52bT-z0rnzN9hKiqy46YAz9Q_c1bFp_963oimljfnOqtPZNwGYGPGNcoBwwmizY0wxTNzW3_3q0lJY0S6Sb2FXm5GH77NSpDxWDIm3vNX-tPdd2/s200/DSC_0888.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5503164282665150434" /></a><br />Hayda bu da nerden çıktı. Döndüm 55 yaşlarında bir Rus. Sen de kimsin be kardeşim diye gittim yanına, Ukraynalıymış, yatla gezermiş yatı arızalandığı için limana çekmiş. Bizi görünce de yanımıza geldi. Belki yatta birileri daha vardır diye biraz ilgilendim. Ama oradan beklediğim gibi kimse çıkmayınca muhabbeti kesip menzil atmaya karar verdim. <br />“Yaaaaaaa Haaaaaaaaaaaaaaaak!!!!!! Kardak kayalıkları niyetine gönderdim önümüzdeki kayalıklara doğru oku. Tamam dedim “Ege efeler menzili rekoru” bende. Dur bakalım dedi “Ali hoca. Ben de atacağım”. İyi dedik. 1 attı, iki attı hoca devam ediyor. “Hayrola hoca?” “Ne yapayım hoşuma gitti”. “Hoca çoban oku bol bulunca dağa taşa atarmış, yeter desem de 3. Oku da denize fırlattı. “Metinanın okları nasıl olsa, omzu da sakat”. Bir tane İbrahim bir tane de Serkan biraderimiz gönderdi oklardan Egenin derinliklerine. Destarı burada bozsa bozsa çipura bozar dedik ama denizde kayıklardan başka bir şey kalmamış. Destar bozacak kimse olmadığı için oybirliği ile Serkan biraderimizi Ege Denizi Efeler menzili rekortmeni ilan ettik. Rekorun kaç metre olduğunu sormayın çünkü attığı okta temren yoktu. Şimdiden Yunanistan’ı bulmuştur ve nah egale edersiniz : ))))<br />-“Aloo nasılsınız arkadaşlar? Benim malzemeler sizdeydi değil mi?” <br />-“ Evet arabanın bagajında. Metin sen merak etme okları da bazukaya koymuştuk. İnşallah yolda düşmezler.” Nereden bilsin Metina oklarının denizde balık rolü oynamaya çalıştığını. <br />-“Hah ne yapacaksın şimdi Ali hoca?” <br />-“Bana ne. Ok yap yeniden”. Serkan biraderimiz canlandı biraz, ok attıkça kendine geldi. Arkadaşlar ne zaman isterseniz gelin diye sıkı sıkı tembih etti. İçimiz ayrılmak istemese de bizi candan karşılayan bu yakışıklı sporcu kardeşimizle vedalaşmak zorunda kaldık. <br />-“Hoca sen Truva’yı gördün mü? <br />-“Yooo”<br />“Ya hoca Allah’ını seversen sen evden çıkmadın mı hiç ya, hadi Truva’ya.” Kapıya kadar gittiğimizde akşam olmuştu. “Ya hoca aslında içerde bir şey yok Şileman zepemengi ne varsa kazı alanının ortadan yararak almış götürmüş. Hergeleci bir de karısın boynuna asıp resim çektirmiş. Bizde arkeolog bilinir bu mezar soyguncusu. Ama takdir etmek lazım ki deyyus 6 ayda Osmanlıcayı mektup yazacak kadar öğrenebilme yeteneği vardı. Bana da faydası oldu Rusça öğrenmeye başlarken “Ulan bu dürzü 6 ayda Osmanlıca öğrenebiliyorsa ben de Rusçayı 6 ayda öğrenirim” dedim ve 4 ayda 2.200 kelime ezberlemiştim ve dil kitabını bitirmiştim. Bu nedenle minnettarım bu hergeleye. Ama bu onun mezar soyguncusu olma özelliğini etkilemez.” Bu Şileman ……si hakkında bol uzun bibipli anlatımı ilk defa babasının ağzından böyle nezih kelimelerle duyan oğlum da şaşkınlık içersinde dinliyordu. Hocanın uyarılarına “ya Bırak hoca o artık büyüdü adam oldu bir yandan kulağı alışsın” diye iştahla anlatmaya devam ediyordum bol sinkafli tarih dersinde. <br />-“Hoca sen Fırınlanmış peynir tatlısı yedin mi?”<br />-“Yoooo. Ya bırak Allah’ını seversen fenalık geçireceğiz yemek yemekten.” <br />-“ Hoca bi tatman lazım babalığın peynir tatlısını.” <br />-“Höşmer yedik ya Susurluk ayranı ile beraber.<br />-“Ya ben kamyon çarpar diye bir şey anlamadım yediğimden. Peynir tatlısının burada fırınlanmışı var. Üzerine bir de dondurma koyduracaksın. Ama önce bir karnımızı doyuralım.”<br />-“ Hocam müsait bir yerde mola versek?”<br />-“ Ovada mı, şehir de mi? <br />-“Minaresi olsunda fark etmez..” <br />-“ Tamam, İbrahim vakit geldi anlaşılan. Hadi Ezine de yemek yiyelim.” 3 er porsiyon köfte nefis bir yoğurt eşliğinde çeşnicibaşıların midesine girince Ali hocanın gözü dönmeye başladı. <br />-“Başım dönüyor kel kemankeş.” <br />-“Alışkın değilsin yemeye ondandır hoca”<br />-“ Ya çok kaçırdık galiba. Bi daha bana yemek deme.”<br /> -“Tamam, sadece tatlı”. Çanakkale merkezde bir tatlı molası iyi gider elbet kim dinler Ali Hocayı. Kurulduk babalık denilen tatlıcıya ama bizim babalık 4-5 tane olmuş. <br />-“Hayrola ucuz kloncu mu geldi? Bir tane babalık vardı 5 tane olmuş. Kim klonladı sizi”. <br />-“Aslı biziz abi”. <br />-“Hadi ya 20 sene önce ben burada askerken bir tane babalık vardı.” <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEir4aIplDSvrIwXxZ75WxmnMQp7QdgyIh3OSCpPhYECNyAWvtc1CJXX10ie3lYdXIBECeJ0n-HMaVDfwAvWQcftm2z_J-chT_aZBCt0s9YSl0GesiWKYQPBOz0iyKotkfcQJ0rc_Ud2noRg/s1600/DSC_0899.JPG"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 213px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEir4aIplDSvrIwXxZ75WxmnMQp7QdgyIh3OSCpPhYECNyAWvtc1CJXX10ie3lYdXIBECeJ0n-HMaVDfwAvWQcftm2z_J-chT_aZBCt0s9YSl0GesiWKYQPBOz0iyKotkfcQJ0rc_Ud2noRg/s320/DSC_0899.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5503166681450997266" /></a><br />-“Onlar sahte.” <br />-“Peki, hadi inanalım bari. Çek bir sade 3 dondurmalı”. Keşke köfteyi 3 porsiyon yemeseydik. Yoksa nefis peynir tatlısından bir porsiyon daha yiyebilirdik. Masadan zar zor kalkan Ali Hoca “Ben Şehitliğe de gitmedim” demez mi. Ver elini Şehitlik. Yorgunluk kendini hissettirmeye başlayınca mecburiyetten kısa kesilen panaromik kısa gezinin neticesinde yollandık dünyanın en güzel payitahtına. Uykulu gözlerle eve dönüş yolunda uyandırılan Ali Hoca sorduğum soruyu anlamaya çalışıyor ve gözleri yuvalarından fırlayarak feryadı basıyordu; <br />-“Yeter ulannnnn!!!!!!!!!!!!!!!!!! Başlatma şimdi Tekirdağ köftesine de Arnavut ciğerine de !!!!!!!!!!!!!!!”<br />Adnan Mehel Ağustos 2010<span style="font-weight:bold;"></span>Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-33058060182897874292010-07-26T01:50:00.009+03:002010-08-01T20:42:41.243+03:00<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGnFpLV4BeWDZrA4lrYoLURo5O_2tvTBWPE2FBdSYsAU4XS6c1qS1ZMwYrlgEuxdppdoig_JP1lvoz10NaEfGofl_D-ntWa7LwqH32NNgGCl5F6FnIo3cl9yhoUZNiTyLMXtZRkOkdrsqI/s1600/friz.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 98px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGnFpLV4BeWDZrA4lrYoLURo5O_2tvTBWPE2FBdSYsAU4XS6c1qS1ZMwYrlgEuxdppdoig_JP1lvoz10NaEfGofl_D-ntWa7LwqH32NNgGCl5F6FnIo3cl9yhoUZNiTyLMXtZRkOkdrsqI/s400/friz.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5497983756337298850" /></a><br /><br /><br /><span style="font-weight:bold;">ISMARLAMA İSKİT TERZİSİ</span><br />Rıdvan hocam aradı geçenlerde. İstanbul’da bir sergi için kompozit yay lazımmış yardımcı olur musun diye. Ne sergisiymiş bu diye merakla aradım verilen adresi. Telefonun diğer tarafında bir İstanbul hanımefendisi. Profosormüş Berlin üniversitesinde. Prof. Latife Summerer hocamız. Mahçup olduk cehlimizden. Ama hocamız bozmadı bizi. Kısaca anlattı 3 boyutlu replika yapacaklarını ve canlandırma için yay gerektiğini. İçinde savaş sahnesi bulunan bir friz resmi de göndermiş. <br />-“Hocam resimdekiler Altay tarzı yaylar dünyada İskit diye bilinir. Hun tarzı yayların ortaya çıkmasından sonra yavaş yavaş kullanımdan kalktı. Milattan önce 1-2. yüzyıllara kadar yoğun olarak rastlanılır Bu tarihten itibaren yerini tüm kompozit yayların atası sayılan Hun tarzı yaylara bırakmıştır. Siz bizden yay istiyorsunuz amma bizdeki yay Osmanlı yayı, Hun yaylarının Köktürkler zamanından beri modifiye edile edile ulaştığı son nokta. Türkiye de kemankeşler aradaki farkı anlayabilir. Avrupalılar önemsemez, Ruslar zaten sergiye gelmez, ama siz bilin.” <br />“Savaşçılar hakkında ne düşünüyorsunuz?”<br />“Pazırık kültürüne benzer hocam. Ukrayna yani kuzeyden değil, Orta Asya’dan yeni gelmiş gibiler. Saka olmalılar. “ <br />“Pers ordusunda da benzer savaşçılar var ama ”<br />“ Kiralık asker, lejyonerler olmalılar hocam. Pers ordusunda süvarilerin Sakalardan kullanıldığına dair kayıtlar var sadece Pers değil, imparatorluk olan veya bu iddiada olup ta bozkır süvarisi kullanmamış hiçbir devlet yoktur”<br />“Bellerindeki?<br />“ Onlar Türkçe olduğunu zannettiğim “Çekan” denilen silah. “Savaş çekici” diye tercüme edebiliriz. Yakın dövüşte kullanılır ve genelde Altay dağlarındaki kazılarda elde edilmiştir. Perslinin elinde ayrıca Asur tarzı yay var, diğer Perslinin belindeki yöneticiyi simgeleyen asa olmalı genelde kartal başlı yapılır.”<br />“Sen biraz bir şeyler biliyorsun gel bakalım bir tanışalım seninle yayları getirmeyi unutma” <br />Hocamızın nezaketi ve tevazusu ezdi elbette bizleri, uğradık yapı kredi kültür sanat bölümüne. Hocamızı beklerken Lidya uygarlığına ait bir sergi gördüm Vedat Nedim Tör müzesinde. Gezerken Ok uçları dikkatimi çekti. M.Ö. V-VI. Yüzyıllara tarihlenmiş demir temrenler. Bir yanlışlık olmalı diye kitap karıştırırken öyle dalmışım ki hocamızı fark etmedim bile.<br />-“ Adnan Bey!!!”<br />Fırladım ayağa karşımda mütebessim hocamız Müdire Şennur Hanımla birlikte gülüyorlar. Hayırdır? “Hocam ok uçlarına takıldım. Bu tarihte demirden temrenin bu kadar yapılmış olması pek mümkün gelmedi. Ona bakıyordum.” Normalde sen de kimsin kardeşim arkeologmusun, tarihçimisin , hangi sıfatla kritik ediyorsun denilmesi lazım. Ama hocamız dikkatle ve sabırla beni dinledi. Ve hatta sorularla devamını sorguladı. <br />“-Neden?”<br />-“ Hocam bizler kemankeş isimli guruba mensup araştırmacılarız. Zaman zaman ok uçlarını yaptırmaya çalışıyoruz. Demirden ok ucu yapmak o kadar kolay değil. Demirin biliniyor olması yeterli değil ancak bu tarih demir işleme tekniğinin henüz bu kadar gelişmediği bir devir. Bu tarihte bronz ve kemik temrenlerin çoğunlukta olması lazım. Oysa burada demir çoğunlukta. Demir temrenin yaygınlaşması aynı zaman da demirden zırhların yaygınlaşmasıyla orantılıdır. Bronz ve demirden ok uçları dengesinin buradaki gibi olması için en az bir 700 yıl beklemek icap edecek. Kale duvarlarında bulunduysa, bu kalenin sonraki dönemlerde de kullanıldığını ve temrenlerin geç dönemde bir savaştan kaldığı gibi bir açıklaması olabilir.” Allah Allah, sen de nereden çıktın be kardeşim demiyor sabırla dinliyor bir avukatın arkeoloji konusundaki görüşlerini. Bugünleri de görecekmişiz meğerse. Hocamızdaki müthiş özgüvenden etkilenmedim desem yalan olur. Ben bu işin profosorüyüm kardeşim ne anlatıyorsun demiyor tam tersi bizim kemankeşlikten gelen silah konusundaki görüşlerimizi hem de pür dikkat dinliyor.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_s-WYiRvopfSvWEMb_BGFsixYygoDQBZ36zzUlR4MAzgTHIpqd_SdOB75bG2gB7phzZFOmoePgDvp0ukQK1Iu0Y0ODO85HUIIqKzkEr9GOc0mOxmGFuyu16lbTr7leAxfGu3Noe8YH5W5/s1600/DSC_0829.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_s-WYiRvopfSvWEMb_BGFsixYygoDQBZ36zzUlR4MAzgTHIpqd_SdOB75bG2gB7phzZFOmoePgDvp0ukQK1Iu0Y0ODO85HUIIqKzkEr9GOc0mOxmGFuyu16lbTr7leAxfGu3Noe8YH5W5/s400/DSC_0829.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5497982666714246530" /></a><br />-“Neyse hocam buyurun bu yay, kızımın yayı aman kurulu bırakmayın.”<br />- “Adnan Bey bize ok yapabilir misiniz?” <br />-“Hangi dönem ve hangi İskit gurubu?” <br />-“Farklı oklar mı kullanıyorlardı? “ hah tamam bu soru deplasman sorusu değil. Kendi sahamızdayız. Konu okçuluk olunca Allah ne verdiyse anlatmayı sevdiğimizden başladık kafa ütülemeye. Nasıl olsa dinleyen bulduk ya. Geveze kemankeşin son kurbanı hocamız oldu elbette. <br />-“Bugünkü Ukrayna topraklarında bulunan İskitler 45-50 cm , Pavoljedekiler 60 cm., Pazırık kültürüne ait olanlar 73-80 cm boyunda kullanıyorlardı…... Başka resim var mı?” <br />-“Evet.”<br />- “Resme bakılırsa bunlar normal ok kullanıyorlar. Pazırık tarzında yaparız. Elimde İskit tarzı temren yok ama 3 perli bronz temren var onlardan yaparım aradaki fark pek anlaşılmaz.” <br />-“Rica ediyorum lütfen yapınız.” <br />-“ Hay hay hocam.” <br />-“ Gorit yapabilir misiniz?” <br />-“??? Bir deneyeyim hocam hiç yapmadım.” 2*3 gün sonra elimde bir gorit örneği ile gittim tekrar istiklal caddesine. <br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrp1atOKlrqKeMoytiqnidetXlOGS3KEnFKA_IoGwHS3WSu2VzByfz_Z5JCV9shF7skwsyDXwo8-ZCvcK41wWpVHkfiS8iEhaQRCvFo1Rb3W1M6PZphR3mDUfwXNWR0lijQMI3Wqu7u5ZG/s1600/S5006336.JPG"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 300px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrp1atOKlrqKeMoytiqnidetXlOGS3KEnFKA_IoGwHS3WSu2VzByfz_Z5JCV9shF7skwsyDXwo8-ZCvcK41wWpVHkfiS8iEhaQRCvFo1Rb3W1M6PZphR3mDUfwXNWR0lijQMI3Wqu7u5ZG/s400/S5006336.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5500187336647815330" /></a><br />-“Çok güzel olmuş elinize sağlık.” <br />-“Hocam ölçekleri birebirdir. Pazırık kültürüne ait Ukok platosu kazılarını yöneten, Novosibirsk Üniversitesinden Doçent Natalya Polosmak’ın çalışmaları dikkate alınarak yapılmıştır, ölçebilirsiniz. Size vereceğim yay kısa bir yay olduğu için boyunu 5 cm kısa yaptım.. Pazırık kültürüne ait bir kapalı gorit denedim. Buyurun Ünlü Pazırık halısındaki süvarinin üzerinde görülen goritin replikası.” <br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjuL4Aj3-zV0UrNM7yKhusBtdAIba3woly0gygu0UcSgvFjQUTlbUjv-RaHMbxInJEQzpALKVPWXloHoE9FtE4vLJkpnSpaVXaetLMRfPL209E9XMSb75GvueempeS-XiKl5Nl4SvHeUb_7/s1600/yap261.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 316px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjuL4Aj3-zV0UrNM7yKhusBtdAIba3woly0gygu0UcSgvFjQUTlbUjv-RaHMbxInJEQzpALKVPWXloHoE9FtE4vLJkpnSpaVXaetLMRfPL209E9XMSb75GvueempeS-XiKl5Nl4SvHeUb_7/s400/yap261.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5500187036075464546" /></a><br />-“Ellerinize sağlık. Gerçekten çok güzel olmuş çok da otantik duruyor.”<br />“ Sağ olun hocam.” <br />-”Bir de külah lazım bize yapabilir misiniz? “ <br />İltifata şımarmayan olur mu? Biraz şımardık elbet. <br />-“Hocam deneyeyim söz veremiyorum. Yalnız biz savaşçıyız diye geçinirken siz bizi ısmarlama İskit terzisi yapacaksınız galiba . : ))) “ gülümsedik zaman çok dar olduğu için iki saka külahı iki de kısa kalpakdan yaptık ama kısa olan içime sinmedi. <br />“Hocam bu zırh zannedersem, bu külahların üzeri pul zırh kaplı olmalı Odessa müzesinde görmüştüm. <br /><br />“ Adnan bey resim üzerinde çalışma yapıyoruz. Resimde görünen neyse o, hem vakit de kalmadı.” Hoca haklı, hazırladığım üç adet oku sergiden ancak bir gün önce yetiştirebildim. Nereden vakit bulupta yapacağız. Daralan vakit ve yetiştirilmeye çalışılan 3 boyutlu replikalar. Aslında at üstünde ok atan replikalar planlanmışmış ancak malzemeler yetişmeyince iki tane baldırı çıplak savaşçı kaldı ortada: ))) garibanlara çizme bile yetiştiremediler. Neyse uzun lafın kısası yolunuz Galatasaray düşerse Vedat Nedim Tör müzesine uğrayın. Orada Afyon Tatarlı’dan 40 sene önce Almanyaya kaçırılan, bir müzenin deposundayken değerli hocamız Prof latife Summerer’in çalışmaları ve girişimleri sayesinde Türkiye’ye getirilen mezar odasını ve güncellenmiş resimlerle 3 boyutlu replikaları göreceksiniz. Replikalar üzerindeki oklar, İskit-Saka sadakları (Gorit), saka külahları, âcizane kelkemankeşe ait. Böylelikle sıfatlarımıza bir de “İskit ısmarlama terzisi” ni eklemiş olduk. <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgV5vP8k_V0EZekjILDk0SZEPTb1ZEI8LexU5qAY-4GqA53RKOaOUtbvLiMk8tmPxFQTBPlUFcmBZbm4DTaXoQ1U5xgRizPIqbgM3VOsYJp4ILAnwubrp0nODl9zgSeR-UgockjkTsu9yCo/s1600/DSC_0831.JPG"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgV5vP8k_V0EZekjILDk0SZEPTb1ZEI8LexU5qAY-4GqA53RKOaOUtbvLiMk8tmPxFQTBPlUFcmBZbm4DTaXoQ1U5xgRizPIqbgM3VOsYJp4ILAnwubrp0nODl9zgSeR-UgockjkTsu9yCo/s400/DSC_0831.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5500187941314474066" /></a> <br />Yağmalanan bu mezar odasının kararmış ve çürümüş kütüklerinden ne olacak demeyin. Bu resim ve mezar odasındaki frizdeki süvariler Pazırık kültürüne ait gibi duruyor. Altay dağlarında benzerlerine rastlayabileceğiniz keçe örnekleri M.Ö. V. Yüzyıl da Anadolu içlerinde Lidya da bu insanların ne aradığı sorusunu ve araştırmalarını da beraberinde getirecek. “Grakov görseydi bu firizi hoplardı yerinden” demiştim hocamıza.. Donyetsk Üniversitesinden Prof Yevgelevski dizginlerin Eski Türk dizginlerine benzediğini söyledi. Tabii bunlar sathi bilgiler. Ben bu frizlerden çok güzel neticeler çıkacağını düşünüyorum ve bu işi kısmet olursa araştıracağım. Bazılarının yaptığı gibi yaşlı bir Çinlinin veya afyonlunun şahadetine güvenip adamları Türk falan yapacak değiliz. ( Adamın biri çıkmış yaşlı bir Çinlinin “ Burası Oğuz Kağanın mezarı” diye taşların üzerindeki bir mevtanın cesedini gösteriyor ve tvlerde program yaptırıyorlar. Koptum resmen. Yahu yaşlı Çinli kaç yaşında ki Oğuz kağanı bilecek. Onun kim olduğunu biz bile bilmiyoruz. Mete han olabileceğini düşünenler var ki bu da kabaca 2300 sene öncesi demek.Hadi çinli olsun 120 yaşında ki o yaşta karısını bile tanıyamaz. Çinlinin Oğuz Kağanı bilebilmesi için türkoloji profosörü olması lazım, çünkü onlar Oğuz Kağan'a Modun diyorlar. Üstelik bizimki Çince bilmiyor. Yani Çinli öyle söylese bile anlama şansı yok. O da bir tarafa yahu arkadaş koskoca Hun imparatorluğunun halkı, yabgusunu cıscıbıldak taşların üzerine mi atar? Bu mantıkla yaşlı bir Afyonluya şahitlik ettirip Bunun İşguzaların yabgusu “ispak” olduğunu iddia edebiliriz. İşkuzaların da gene yaşlı Afyonlu emiceye dayanarak indo-irani değil Türk olduğunu ispatlarız. “Ne deyounz len , gedin ordan ne İranı, adam Türkoglu Türktür benim dedemin büyük babasi öyle dediydi. O da öncekilerden duymuş hatta adam o kadar Türkmüş ki en fazla kuru fasulye pilav severmiş yanında bir ayrann ile bi baş suvan ohhhhh!!!!!.” falan der. Al sana kapı gibi delil. ( Şaka yapıyoruz gerçi ama Olcas Süleymanov onların Türk olduğunu düşünüyor ben de ikna oldum) Neyse fazla cıvımayalım. konu ile ilgili literatür tarandıktan ortaya ne çıkar bilemem. Yevgelevski hoca da söz verdi yardım etmeye. Ona da ilginç geldi Afyon’da Pazırık kültürüne ait savaşçıların olması. Zaten Altay dağlarında en son yapılan kazılara göre Pazırık kültürüne ait olan ama İskit olmayan kazılar kafaları karıştırmıştı. Şimdi başlarına bir de afyon Tatarlı çıktı. Bakalım ne yorumlarda bulunacaklar. Yorun bizi ağalar.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmVdGT-u9lPG0YjbdJG5q-Jgje7t1GjirCZXfB1PGKf6t5ZyZ7beja46692uU4-BBsAYTkTq5PM1aUS_YsXYiq1auC6ppl5U7qXql7k37J0uMHd14TXP5YoSq4cLj9RPnTqdEPHpLdUg4R/s1600/S5006345.JPG"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 300px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmVdGT-u9lPG0YjbdJG5q-Jgje7t1GjirCZXfB1PGKf6t5ZyZ7beja46692uU4-BBsAYTkTq5PM1aUS_YsXYiq1auC6ppl5U7qXql7k37J0uMHd14TXP5YoSq4cLj9RPnTqdEPHpLdUg4R/s400/S5006345.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5500188732052760450" /></a><br /> <span style="font-weight:bold;">Adnan Mehel, <span style="font-weight:bold;">Temmuz 2010</span></span>Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-30182006501428465272010-06-18T20:25:00.009+03:002010-06-18T20:44:51.158+03:00Kemer Country<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-MlkpL5WzsJ5ju7sbOc9yj_ygBx_NR45NLYAQ_kz_gBpIQJJCI7DGMHMREgnxOcpBh2_nKwhX0uNORhOv9cyWQS6KZTPtPlt3rE-SVakE1-_rC6RuxtAAu-fkL_wH5V-xG5loQ5atno2j/s1600/DSC_0795.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-MlkpL5WzsJ5ju7sbOc9yj_ygBx_NR45NLYAQ_kz_gBpIQJJCI7DGMHMREgnxOcpBh2_nKwhX0uNORhOv9cyWQS6KZTPtPlt3rE-SVakE1-_rC6RuxtAAu-fkL_wH5V-xG5loQ5atno2j/s400/DSC_0795.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5484166576252749170" /></a><br />Okçulukla ilgili araştırmalar yapmaya başladığımızda yüzümüze kapanan kapılar ve istihzalı bakışlarla karşılaşmayı o kadar kanıksamıştık ki bu hep böyle gidecek zannediyorduk. Gecekondu yapmak için kırılıp atılan veya belediye tarafından asfaltın altına gömülen menzil taşları, lir zannedilen yaylar, asa gezinde alıştırmadan kasıldığı için kanatları kırılan Osmanlı kuğuları, odun parçası muamelesi gören canım menzil okları. Satıla satıla tüketildiği için kapalıçarşıda artık tek tük karşılaşılan oklar, yaylar. Bazen mali gücümüz olmadığı, bazen ulaşamadığımız için haraç mezat elden çıkartılan tarihi zenginliklerimizle ilgili hikâyeleri dinledikçe içimizden kopan parçalar. Allah razı olsun Metin Orhan hocamızdan. Ciddi bir kaynak ayırıp toparlıyor bulabildikleri okları yayları. Bir tanesinin bile yurtdışına çıkmasına gönlümüz razı değil ama ne yaparsın. İmkân nispetince toparlamaya çalışıyoruz. <br />Hafta sonu kemer country’de idik (12-13 Haziran 2010). Dünyanın en önemli binicilik yarışmalarından birisine ev sahipliği yapıyordu bu elit mekân. Yarışacak atlar için özel uçak kaldırılmış, Amerikadan bile yarışmacıların iştirak etmesi sağlanmıştı. Binicilik federasyonunu bu organizasyon dolayısı ile tebrik etmek lazım. Aslında elit bir kesimin yaptığı spordur binicilik. Zangin işidir amiyane tabirle. Hele istanbulda bu işi yapmak oldukça zor. Ömerli binicilik kulübünden Atakan biraderimiz “birine kötülük etmek istiyorsan at hediye et” diyordu gülerek. Eee masraflı iş. Neyse ekabir takımının geleneksel olanla işi olmaz diye düşünürdük ama yanılmışız. Yarışmalar arasında bir cirit bir de okçuluk gösterisi düzeleyelim dediler ve bizi oldukça şaşırttılar. Ciritçi arkadaşlarımız Sivastan iştirak ettiler. Tanıtım amaçlı olduğu için 5 er kişi ile oynandı. Mikrofonu da ellerime tutuşturdular sanki ciritten çok anlarmışım gibi. Anlattım bir şeyler ama ben kendim bile anlamadım ne anlattığımı. Darb vuruşu ile başladı arkadaşlarımız. Çelik uçlu gerçek ciritlerle metal levhaları kağıt gibi deldiler. İşte cirit bunun içindir yani zırhlı düşmanı saf dışı etmenin talimidir. Devre arasında kemankeşler olarak yerimizi aldık. Sunum yaptığımız için kostümlerimizi giymeye vaktimiz olmadı. Ali hocamız, Azad ve İbrahim biraderimiz ile benim oğlan yalnız bırakmadılar Karadeniz ekibini.<br /> <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhoau-AG2qmhxzh4R8Wa_3vlQqzKzNATqVsnNCnL2_e54IG8EwgqKUFMiNfkiSJxKE2WyJnAhwHQQ9Ga3nkuN27PcJCkwvKjd3WpVOUPB6_so5As1_p6tqv6B4GrmCJQfYoGMaATTUDfmGV/s1600/DSC_0799.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhoau-AG2qmhxzh4R8Wa_3vlQqzKzNATqVsnNCnL2_e54IG8EwgqKUFMiNfkiSJxKE2WyJnAhwHQQ9Ga3nkuN27PcJCkwvKjd3WpVOUPB6_so5As1_p6tqv6B4GrmCJQfYoGMaATTUDfmGV/s400/DSC_0799.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5484166831163254370" /></a><br />Hilmi hocam da koşarak geldi atışların ortasında. Kısa bir tanıtım konuşmasının ardından 5 atışlık bir kısa göster sunduk izleyenlere. Hemen ardından Hilmi hoca ve Sinan Apa at üzerinden ok atarak maharetlerini gösterdiler. Alkışlarla biten gösterinin ardından binicilerinde katıldığı karma cirit gösterisi baya ilgi topladı. <br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhRy6Sfu338EhB_Q4R4wPdLlbL_vW0Se6-mfF5GjoizHoxZnp0jptg6MoCuly3kuied9kM1_8CiVUPddnaPLRvwK_2FXflw9ZP7aFOGkTAYMVgTJeITZnYrq9eEPu-g7QX-S6YZFQ9atj-_/s1600/DSC_0802.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhRy6Sfu338EhB_Q4R4wPdLlbL_vW0Se6-mfF5GjoizHoxZnp0jptg6MoCuly3kuied9kM1_8CiVUPddnaPLRvwK_2FXflw9ZP7aFOGkTAYMVgTJeITZnYrq9eEPu-g7QX-S6YZFQ9atj-_/s400/DSC_0802.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5484169225170231314" /></a><br />Gösteriler devam ederken elinde okla dolaşan birisi dikkatimizi çekti. Sinan Apa birisinin bizimle tanışmak istediğini söylüyordu. Elinde oklar varmış. Hemen koştum <br />-“siz beni arıyorsunuz galiba, Sinan abi bahsetmişti”. <br />-“Ha hocam evet sizi arıyordum belki anlarsınız bundan”.<br /> Elinde tuttuğu nefis menzil okunu gösterdi. Elimdeki terleri pantolonuma silerek aldım. İncitirim korkusuyla parmaklarımın ucuyla tuttum bu zarif sülünü. Aman Allahım bu ne güzellik. Nasıl bir işçilik, nasılda ince paça kısmı o kadar zarifini daha önce hiç görmemiştim. <br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJzvEiF-N5F2BulI2HekmYHSlKTuaAF0q4-Bdq9wI0cWq1RIFzNbWOc6FWDQXy5lumkyyU7xaiadfCxT7L2JvPaek2OR1DphxbcLg6pd4hKDpPB4gPpdJX_udNix_jMKDX5VdBR1AtkLZe/s1600/DSC_0804.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJzvEiF-N5F2BulI2HekmYHSlKTuaAF0q4-Bdq9wI0cWq1RIFzNbWOc6FWDQXy5lumkyyU7xaiadfCxT7L2JvPaek2OR1DphxbcLg6pd4hKDpPB4gPpdJX_udNix_jMKDX5VdBR1AtkLZe/s400/DSC_0804.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5484167014066680898" /></a><br />-“Bez verin bana tişörtümü verin”. Yaylardan birisin bez kılıfına sardım menzil okunu ,elimdeki ter ve tuz zarar vermesin diye. <br />-“Bu mukaddes emanet” dedim gülerek oka bakma heyecanından ismini bile sormaya vakit bulamadığım Timuçin beye. Başladım anlatmaya ne oku olduğunu. Ustasının adını okuyamadığımı ama işçiliğin nefis olduğunu söyledim. Hemen hiç kullanılmamış bir oktu ve “nefis bir parça” diye ekledim.<br />Sağına soluna bakıyor aklıma geldikçe anlatıyordum. Sonra Hilmi hocaya doğru gitmeye başladık. Timuçin beye “oku fark ettiğinde Hilmi hocanın yüzüne bak” dedim. Beklediğim gibi Hilmi hocanın gözleri öyle bir açıldı ki heyecandan manzarayı görmek lazımdı. “tacettin” yazıyor dedi Hilmi hoca. Kuş yavrusu gibi elimde tuttuğum oka ilgimizi görünce <br />-“bu sizde kalsın. Bizden daha iyi muhafaza edeceğiniz kesin” dedi. Ağzı açık bir şekilde<br />“Ama bu çok kıymetli bir şey nasıl olur”. Diye mırıldandım<br />-“Ben sizden bahsettim anneme. Okçulukla uğraşanlar varmış” dedim. “Bir dakika evladım” dedi bana ve sandıktan bu oku çıkardı, dedemin babasından kalmaymış. <br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikxUx9GPmmjW2sdAKfKo7OkmXi6Q6NczQosxjRyojmPN2ydIieK1kFK3O659ZJweDTmqTWPxxTpFvc1PPNeNYPgyQa0rsBcxMUhSLNg5lOmGGUHJ3eZ6ibKgCkLC6gDKz-TUyyXDuw3EAn/s1600/DSC_0813.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikxUx9GPmmjW2sdAKfKo7OkmXi6Q6NczQosxjRyojmPN2ydIieK1kFK3O659ZJweDTmqTWPxxTpFvc1PPNeNYPgyQa0rsBcxMUhSLNg5lOmGGUHJ3eZ6ibKgCkLC6gDKz-TUyyXDuw3EAn/s400/DSC_0813.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5484167195765891666" /></a><br />-“ismi neymiş acaba kemankeş sicil defterinde adı yazılı mı? Belli ki bu oklar ancak iyi sporcuların kullanacağı cinsten. Validenin mübarek ellerinden öperiz bu okları sakladığı için ama bunu kabul edemeyiz”<br />-“lütfen alınız Adnan hocam, bu ok sizde daha iyi muhafaza edilir.”<br />Allahım ne yapayım “o zaman izninizle ben de sizlere bir ok hediye edeyim”. İstanbul 1453 filmi için yaptığım oklardan bir tanesini Beyefendiye takdim ettim. Validenin ellerinden öpmek üzere geleceğimizi bildirdim. Çocuklar gibi şen, neredeyse hoplaya zıplaya ayrıldık kemer country’den. Birinci kim mi oldu? Bilmem. Ne yalan söyleyeyim.Oku gördükten sonra binicilik yarışmasına falan bakmadım. Haziran 2010<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjbbtlpWZA2IKNsT9G3dmVEGVxKd2i5LjP3F12GNiGaDypjtoC5-QsQrEQLcZeowYjvdiZjEXevr-1kXQYESwH2rAqx73tx8_f_ZJr8KTSeRATRankJNLfDMEn781j0PQCx_Ao3XCUim9f/s1600/DSC_0480.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjbbtlpWZA2IKNsT9G3dmVEGVxKd2i5LjP3F12GNiGaDypjtoC5-QsQrEQLcZeowYjvdiZjEXevr-1kXQYESwH2rAqx73tx8_f_ZJr8KTSeRATRankJNLfDMEn781j0PQCx_Ao3XCUim9f/s400/DSC_0480.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5484168097204504722" /></a><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8OTP4S5MHL6mgvWC1OmIcjpanFFx4ulhXQ_kTFm9UjljelVRJbCWzVRa7zHTR5ghkGYMFz57zlWE-2bjDfAdGoWubo1gjBs6C_j553JkG1E3Ai0ir7bHbZ9VycUGHKiurPuGtydAPtISc/s1600/DSC_0492.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8OTP4S5MHL6mgvWC1OmIcjpanFFx4ulhXQ_kTFm9UjljelVRJbCWzVRa7zHTR5ghkGYMFz57zlWE-2bjDfAdGoWubo1gjBs6C_j553JkG1E3Ai0ir7bHbZ9VycUGHKiurPuGtydAPtISc/s400/DSC_0492.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5484168907145586098" /></a>Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-80973882300027813362010-04-11T01:59:00.004+03:002010-04-11T02:10:45.939+03:00Kemankeş Çelebi gezi notları - Kocaeli<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhik1dCKIFkcV8O-HqlgnorFRaM5Q7brsC3uPJaFtZm_Ltf1zmeKfD_Nck9G4K6mjBngaZ9E7oDCnU11YH6jazJTUTvGozZYurNUGeFTa50NIefq0axMJdXhT5aCzOPuFqTLEBlsEuuaHLi/s1600/IMG_0005.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhik1dCKIFkcV8O-HqlgnorFRaM5Q7brsC3uPJaFtZm_Ltf1zmeKfD_Nck9G4K6mjBngaZ9E7oDCnU11YH6jazJTUTvGozZYurNUGeFTa50NIefq0axMJdXhT5aCzOPuFqTLEBlsEuuaHLi/s400/IMG_0005.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5458649087181929394" /></a><br />Sessizlik sizleri yanıltmasın. Daha önce de yazdığım gibi boş durmuyoruz elbet. Geçtiğimiz hafta sonu Kocaelindeydik. Kocaeli Belediyesi’nden yetkililerinde bulunduğu bir toplantıda hazır bulunacaktık. Amacımız sadece Türk Okçuluğunu Kocaelinde tanıtmaktı yoksa “kuzu çevirme” daveti bizi hiç ama hiç etkilememişti. Bu nedenle tanıtım amaçlı bu toplantıya camianın iki XXL katagorisindeki kemankeşleri olarak Şafak biraderimle beraber katıldık. Kuzunun ebadını ve sayısını bilmediğimiz için de ev sahibi mahçup olmasın diye kimselere haber vermedik. Yolda “ya Şafak sen Ankaraya ağabeyinin yanına gitmeyecek miydin? istersen biran önce git ben seni idare ederim” tarzı çabalarımız “ Biz Türk okçuluğu için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayız” aforizmasıyla diskalifiye edildi. Rıdvan hocamız vardı Kocaelinde ve bizim de hocamıza verilmiş bir sözümüz.. “İlk fırsatta uğrarız hocam” diyorduk ve geleneksel tarzda atış yaparız öğrencilerimizle beraber. Borcumuzu ödemeliydik ve uğradık.<br /><br />Okçuluk sevdalısı bu insanı antrenman sahasında pırıl pırıl öğrencileri ile birlikte bulduk. Yıllarını okçuluk sporuna vermiş Rıdvan hocamız öğrencilerine büyük bir tevazu ile “bakın çocuklar bunlar gerçek kemankeş” diye tanıttı bizleri. Çocuklar da garip garip bakarak göbek nahiyesi imar mevzuatına aykırı yapılanma içersinde olan bu insanların nasıl sporcu olduklarını anlamaya çalışıyorlardı. “Kemankeşin toku pehlivanın açı iyidir” diye Türk kaslarımıza bahaneyi uydurduktan sonra “Estağfirulah hocam biz aslında modası geçmiş okçularız” diye hocamızın gösterdiği tevazuyu telafi etmeye çalıştık.<br /><br />Çocuklar ahh çocuklar. Geleceğimizin teminatı çocuklar. Nasıl da can kulağıyla dinliyorlar anlatılanları, nasıl da dikkatli ve saygılılar. Kocaelinin bu güzel çiçeklerinden ve sevgili hocamızdan randevuya geç kaldığımız için istemeden ayrılmak zorunda kaldık. Daha doğrusu çok kısa bir tanıtım ve atıştan sonra guruldayan midemizin emperyalist baskısı altında toplantının yapılacağı alana yollandık.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwqSH-SdfZ6g5blHlobfENAvBWUiAMAEYyhuCYYRLLNipJO2XuDTLneG0FKUo7DGVZzuHN-Jx3FbnyQ8Cf_39W4ZSmKlxoQy_AbtoKeguMCykmxnA4ROHN5nonPd061zZt3oui1ZGStFof/s1600/IMG_0008.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwqSH-SdfZ6g5blHlobfENAvBWUiAMAEYyhuCYYRLLNipJO2XuDTLneG0FKUo7DGVZzuHN-Jx3FbnyQ8Cf_39W4ZSmKlxoQy_AbtoKeguMCykmxnA4ROHN5nonPd061zZt3oui1ZGStFof/s400/IMG_0008.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5458649276425739826" /></a><br />Rıdvan hocamızın ve öğrencilerinin içtenliği ve candanlığı bizleri gerçekten etkiledi ama bizi bekleyen başka insanlar da vardı. Kendimizi bir göl kenarında bekleyen 15 kadar etkili ve yetkili insanın arasında bulduk. Kısa bir tanışma merasiminden sonra Şafak kardeşim ile birlikte gönüllü çeşnicibaşılık görevini ifa ettik. Hazirun, tipimize bakarak bu konunun uzmanı olduğumuzda zaten ittifak eylemiş idi. Kocaeli belediyesi yetkilileri ile birlikte tanıtım yaptığımız gurubun içersinde İslam Konferansı Örgütü Parlamento Birliği'nin (İKÖPAB) genel sekreteri Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç hocamız da bulunmaktaydı. Türk ve İslam eserleri Müzesi başkanlığı da yapmış hocamızla birlikte diğer arkadaşlarımıza Türk okçuluğu konulu kısa bir tanıtım yaptık ve nasıl ok atılacağını gösterdik. Akşama kadar hocamız ve diğer misafirlerle yapılan sohbet gerçekten verimliydi. Başta Şafak kardeşim olmak üzere Asır ajansın sahibi Ömer beye belediye yetkililerine ,sayın Mahmut Erol Kılıç hocamıza ayrıca Rıdvan hocam ve öğrencilerine bu güzel gün ve tatlı anılar için teşekkürlerimizi sunuyoruz. Rıdvan hocam ve şafak biraderimin objektifinden yansıyan kareleri aşağıdaki adresten izleyebilrisiniz.20 Mart 2010 Kemankeş Çelebi<br /><br />http://picasaweb.google.com.tr/adnanmehel/Izmit?authkey=Gv1sRgCNuFsqTcoMGHKQ#Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-22440398531457419062010-03-29T01:11:00.001+03:002010-04-09T01:20:26.231+03:00Süleymaniyede Konferans<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQs7iKMpOEZPzKNM1oJGOJiwiKL0o_F-2pRBIvMSoIM5RiJfzBwsSUqwY61Pl3D2OZyvv422E3mLW8grncIBbLVgspfkTrjGAdYvwznzRaN_BzU2qWV9Sn028ZqE6PA2lHNzlozdumr0jy/s1600/IMG_7796.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 300px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQs7iKMpOEZPzKNM1oJGOJiwiKL0o_F-2pRBIvMSoIM5RiJfzBwsSUqwY61Pl3D2OZyvv422E3mLW8grncIBbLVgspfkTrjGAdYvwznzRaN_BzU2qWV9Sn028ZqE6PA2lHNzlozdumr0jy/s400/IMG_7796.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5457893833678682418" /></a><br />Süleymaniye de konferans.<br /><br /> <br /><br />Birkaç hafta önceden sitemizde duyurmuştuk Süleymaniye konferansını. Türk Dünyası Araştırmaları vakfı’nın her hafta cumartesi günü yapılan konferanslarının bu haftaki konuğu Türk kemankeşleriydi. Bu güzide vakfın programında İlk defa Türk Okçuluğu yer alıyordu.<br /><br />Turan hocamız rahatsızdı ve kemoterapi görüyordu. Kendisiyle tokalaşmak bile yasaktı. Tanışmak için vakıf merkezine gittiğimde anlattım biraz. Heyecanlandı hocamız işittikleri karşısında. “yazın iki satır bir şeyler çocuklar duyuralım ajanslara ve insanlara, bu konu çok önemli” diyordu. İlk defa işlenecekti ve bu konuya el attığımız için bizleri tebrik ediyordu.<br /><br />Yazamadık elbet “işlerim çok yoğundu” umumi bahanesinin arkasına saklanarak. Kadim dostlarımız gene yalnız bırakmadı bizleri Yavuz, Ali, Turgay, Şükrü, Azad ve Şafak. Aramıza yeni katılan kemankeş adayı İbrahim de oradaydı. Bir ara Mehmet de takıldı gözüme, yanılmıyorsam o da izleyiciler arasındaydı. Mazereti olanlarsa gene bizimleydiler ve gönüllerinden asla çıkartmamışlardı.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDIezMH8POWg4MYXL9PobaekXKC4r61ZT1x8q76jr84d3RIIpvJaw6YXMRqSTdALhQDbbT8p0LV8OHOi4KXRmQNxFjSbdwBcwaudO9IG7ik-gCCuzYOHzdc64hpyYmsQmyCQAL-ivhiXkF/s1600/IMG_7767.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 300px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDIezMH8POWg4MYXL9PobaekXKC4r61ZT1x8q76jr84d3RIIpvJaw6YXMRqSTdALhQDbbT8p0LV8OHOi4KXRmQNxFjSbdwBcwaudO9IG7ik-gCCuzYOHzdc64hpyYmsQmyCQAL-ivhiXkF/s400/IMG_7767.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5457894922194179042" /></a><br /><br />Trakya Üniversitesinden misafirlerimiz vardı. Değerli hocamız Doç. Tilla Deniz Baykuzu 4 öğrencisi ile birlikte Edirne’den gelip bizleri onurlandırmışlardı. Öğrencilerine tez olarak silah konusunu vermişti Hocamız ve bizlerle beraber çalışmalarını istiyordu. Kuzey Çin de yaptığı çalışmaları kendi elleri ile kopyalayıp yorumlayalım diye getirmişti bizlere. Normalde Kitap haline getirip adına tescil ettirmeden kimse paylaşmaz elindekileri. Oysa bu ilim ve tarih sevdalısı hocamız kendi elleriyle kopyalayıp bir de İstanbul’a getiriyordu “elime geçen her şeyi paylaşacağım sizlerle” diyerek. Hocamız tevazu ve âlicenaplığı ile bizleri büyülüyordu. Bir taraftan yüzümüze kapanan kapılar ve bir taraftan ardına kadar açılan gönüllerle memleketimiz bizleri bir kere daha şaşırtıyordu.<br /><br /> Selenge yayınlarının sahibi Ahsen abi de ön sıralarda yerini almıştı. Tam anlamıyla tarih savaşçısı olan bu insanın ve diğer akademisyenlerin bakışları bizleri imtihana giren öğrenci psikolojisine sokuyordu. Sahnede adları sanları duyulmamış iki araştırmacı üstelik akademik ünvanları da olmadığı halde Türk okçuluğu gibi bir konuyu anlatacaklardı. Bu nedenle vakfın yaptığı tanıtıma istediğimiz kadar olmasa da 75 civarında dinleyici salonda yerini almıştı. Bilimsel toplantıya fazla katılan olmaz zaten<br /><br />Her zamanki gibi sesimiz titreyerek başladık sonra açıldık. Heyecandan unuttuklarımızdan artakalanları anlatabildik izleyenlere. Bu kadarı bile yeterli oldu, alkışlarla indik sahneden. Hastalığı nedeniyle tokalaşması bile yasak olan Prof. Turan Yazgan hocamız öptü kemankeşleri alınlarından, “Tebrik ederim bu delileri” diyordu hastalığına ve bedensel temasın riskine aldırmadan. Alnımızda sıcak dokunuşu asırlık çınarın kızartıyordu kulaklarımıza kadar bizleri mahcubiyetten. Ayağa kalmak istiyoruz saygıdan. Gülümseyerek “kalkmayın, nasıl öperim bu boyla sizi diyerek engelliyordu hocamız. Zararımız dokunur diye ellerini öpemedik maalesef. Sağlığına ve uzun ömür dilekleriyle devam etti dualarımız.<br /><br />İki teklif daha aldık hocalarımızdan, akademisyenlerimizden. Batıda sınırlara ulaştıracağız inşallah bu hareketi. Ok vızıltısıyla tanışacak yakında eski payitahtımız. Oklar uçacak yeniden Edirne’nin ok meydanında hem de vızıldayan soyundan ve dikkatlerine sunacağız kemankeşlik sırrını üniversitelilerimizin. Bir aksilik olmazsa İki güzide üniversitemizin konferans salonunda daha uçacak oklarımız. İnşallah yeni heveslileri katılacak aramıza keankeşliğin . İçimizde huzuru ciddi bir sınavı daha alnımızın akıyla vermenin. Fotağraflar Şafak ve Ali biraderlerimin ve vakıf görevlilerinin objektiflerinden. Buyrun<br />http://picasaweb.google.com.tr/adnanmehel/SuleymaniyedeKonferans#<br /> KEL KEMANKEŞAdnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-75458600759553007002009-10-30T00:31:00.000+02:002010-04-09T00:42:58.290+03:00Kemankeşler Mersin'de<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiEPV7AOKyGRqNA6oLx7opyWf9OK-FoPJfKH5R27ynxAuT3B9R7qmtwV-z4OEWy7z_2FFjuswQIZzxwnb0LM1klr21SqxiutM4LFco7BOdB0lXfajoXW5Bum-FsB7PeRctZHL6_vbIviHG-/s1600/DSC_0770.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiEPV7AOKyGRqNA6oLx7opyWf9OK-FoPJfKH5R27ynxAuT3B9R7qmtwV-z4OEWy7z_2FFjuswQIZzxwnb0LM1klr21SqxiutM4LFco7BOdB0lXfajoXW5Bum-FsB7PeRctZHL6_vbIviHG-/s400/DSC_0770.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5457885092157636738" /></a><br /> <br />Aytekin biraderimizin daveti vardı Mersin’e. Toroslar Belediyesi 29 Ekim kutlamalarında okçuluk gösterisi yapılmasını da istemiş, Aytekin biraderimiz de yetiştirdiği pırıl pırıl öğrencileri ile birlikte Kemankeş gurubunun da gösteride hazır bulunmasını arzu etmişti. Aslında son günlerimizin çok yoğun geçmesine rağmen kıramazdık Aytekin hocamızı. Reddemezdik okçuluğa bu kadar emek ve gönül vermiş kardeşimizi<br /><br /> 5 kemankeş istiyoruz dediklerinde hemen Üsküdar sancağından tedarik ettik gerekli sayıyı. Aramızda bir de yakışıklı olsun diye Mümin kardeşimizi de aldık Bursa’dan. Adana havaalanına tekerler değdiği anda uyandım ne yolculuğu hatırlıyorum ne kalkışı. Yorgunluktan uçağa oturur oturmaz uyumuşum meğerse. Adana havaalanında Aytekin biraderimizle Necati karşıladı bizleri. Mersin’e yolculuktaki sohbet ninni gibi geldi bana. Kahvaltı ve otelde kısa bir istirahatten sonra “başkan sizi bekliyor” dediler. Hazırlandık doğru Toroslar Belediyesine. Belediyenin güler yüzlü yöneticileri ve organizatörleri kapıda karşıladılar bizi. Devam eden bisiklet yarışlarına aldırmadan Belediye Başkanımız hoşgelden demek için belediyeye geldi. Mütebessim yüzüyle tatlı bir sohbete daldık. Mersinliler ve özellikle Aytekin biraderimiz bizleri rahat ettirmek için koşturuyordu. Kel kemankeş rolü için gittiğim berberin parasının bile ödendiğini duyunca kızarıyor, mahcup oluyordum. Biraz gezi, istirahat, nefis bir tantuni, şalgam ziyafetinden sonra okçuluk sahasına yollandık. Çocuklar, gençler sahada yarışıyor bir taraftan da sokak basketbolu turnuvası devam ediyordu. Kıyafetlerimizi giyip dışarı çıktıktan sonra etrafımızı meraklılar almaya başladı. Çocuklar ah o çocuklar nasıl da kocaman açıp gözlerini merakla sorular soruyor, oklarımıza tirkeşlerimizi kontrol ediyorlar. “Biz sizi televizyonda görmüştük” diyorlardı çoğunlukla. Nasıl da dünya tatlısı çocuklar. Yahu bütün çocuklar güzeldir de sanki okçulukla uğraşanlar daha bir güzeller. Önce Aytekin hocamızın öğrencileri hedefe sıralanmış balonları patlattılar birer birer. Sonra dünya şampiyonu okçumuz 50 metreden atış gösterisi yaptı. Sıra bize gelince aldık elimize mikrofonu. 5-10 dakikalık kısa bir malumat verdik okçuluk ve kemankeşlik hakkında. Seyirciyle beraber selamlama merasimi yaptık. Var güçleri ile dua etti bize mersinliler;<br /><br />-" Safa nazarınız bizimle olsun!!!!!"<br /><br />-“ Kuvvet olaaaa!!!!!!”<br /><br /> Kısa bir atış gösterisi yaptık. Alkışlar ve plaketlerle beraber oldukça uzun fotoğraf çektirme maratonu başladı. “Kusura bakmayın çocuklar yoruyor sizi” diyordu Mersinliler. Oysa biz çocuklarımızla kaynaşmak için tepemize çıksalar sesimizi çıkartmazdık. Rahatsız olmadığımızı söyledik. Nasıl zeka fışkırıyor gözlerinden onların, nasıl da pırıl pırıl geleceğimiz. Saha dışına çıkıp Mersin’in temiz havasını alma ihtiyacı hissettiğimizde güler yüzlü bir kızımız yaklaşıyor yanımıza.<br /><br />-“Amca birde Osmanlı okçusu olacaksınız, ne bu elinizdeki, utanmıyor musunuz?” gözlerinin içi parlıyor bunu söylerken , nasıl da sevimli kerata.Mahcubiyet duyuyor ama hınzırlığı elden bırakamı yoruz gene.<br /><br />-“Kusura bakma canım kızım nargile getiremedik” diye işi pişkinliğe vuruyoruz. Otobüsten bir başka okçu kızımız eliyle işaret yapıyor pandomim gösterisiyle beraber. Sigaranın zararları konusunda sevimli bir gösterisi aslında. Teşekkür ediyoruz bu minik koruyucu meleklerimize. İnşallah en kısa zamanda bırakırız şu zıkkımı. Yoksa rezil olacağız bu gidişle. Veya en azından onların görmeyeceği bir yere gitmek lazım.<br /><br /> Gösteri bittiği halde bırakmıyor bizi Mersinliler. Organizasyonda görevli arkadaşlar şehri gezdiriyor bize ve akşam yemeğine kadar sorular, cevaplar. Metin biraderimle ben konuşuyoruz en fazla. Anlatıyoruz, anlatıyoruz. Metin biraderim lafı dolaştırıp Okmeydanı’na getiriyor, ben gene her zamanki gibi kurganlara sokuyorum dinleyenleri. İlgi, sıcaklık, misafirperverlik. Akdeniz’in sıcaklığından insanların içtenliğinden ve Çocuklarımızın güneş parlaklığındaki kalplerinden harika izlenimler getirdik . Akdenizden Kemankeşlere, Mersinlilerin gülümseyen yüzlerinden, çocukların tatlı dillerinden damıtılmış, içten selamlar ve kocaman yürekler getirdik. Sağ olasın Aytekin hocam bize bu güzellikleri tattırdığın için. Sağ olasın Hamit Tuna başkan bize bu imkânı sağladığın için, sağ olasın Ferda hanım, sağ olasın Necati, sağ olun Mersin’in güzel insanları ve memleketimizin güneş çocukları, bize bu güzellikleri yaşattığınız için. Ve teşekkürler Metin, Ali, Mümin ve Azad biraderlerim. Sizlerle olmak ve bu güzellikleri paylaşmak güzeldi. Mersine sınırlı kontenjan dolayısı ile davet edemediğimiz arkadaşlarımız kusura bakmasınlar lütfen. Biz biliyoruz ve eminiz ki kalpleriniz her zaman olduğu gibi,gene bizlerle beraberdi. Gevezelik benden ama fotolar Ali hocanın himmetini bekliyor <br /><br /> Ekim 2009<br /> Kelkemankeş<br />http://picasaweb.google.com.tr/kilicali1/Mersin#Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-64900133540756606582009-10-05T00:46:00.002+03:002010-04-19T17:10:14.987+03:00Kemankeşler Ankarada<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh1w5xhUdFeqFdnes55GWUXAYTGUweE1alidJp4MzodB7Xr8MeKLCFGZ-kR9L1c55Lh637SSpIb4hWu6ws1f5RAuZeoNtQwQd7JUir6jQqgQ7dAx_5zqJmmMq-HN_1NRaVth5ZKV4t2tHlA/s1600/DSCF8588.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 300px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh1w5xhUdFeqFdnes55GWUXAYTGUweE1alidJp4MzodB7Xr8MeKLCFGZ-kR9L1c55Lh637SSpIb4hWu6ws1f5RAuZeoNtQwQd7JUir6jQqgQ7dAx_5zqJmmMq-HN_1NRaVth5ZKV4t2tHlA/s400/DSCF8588.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5457889304905596690" /></a><br /> Kemankeşliğin merkezi İstanbul diye şişinip dururken Ankara’dan sürpriz bir haber geldi. Çankaya Belediyesi Okçuluk antrenörleri Geleneksel okçuluk yarışması düzenlenmiş. Davet edildik. Derin bir mahçubiyet hissettik önce. Antrenor Ali hocamızla(Ali Sağlar) Gazi üniversitesindeki konferansta tanışmış idik. Arayalım görüşelim diye kararlaştırmıştık ama yoğun tempodan bırakın ziyareti telefonla aramaya bile fırsatımız olmamıştı. Bu değerli Antrenörlerimiz Ankaradan İlkay kardeşimle irtibat halinde idiler ve bize sormaya bile vakit bulamadan bu organizasyonu düzenlemişlerdi. Katılalım destek olalım hocalarımıza diye uğraştık ise de İstanbul’dan sadece Kel kemankeş ve Azad kardeşim katılabildik. Giderken kadim dostumuz Düzceli Sami ustaya uğradık hem de gece yarısından sonra. Sormadık bile müsaitmisiniz diye. Ne de olsa kemankeşin kemankeşte gündüz ziyaretinde çay, gece ziyaretinde yemek ve döşek hakkı var diye düşündük. Saat bir gibi “ Selamün aleykum bela geliyor demez, pat diye gelirmiş” dedik daldık içeriye. Sami ustamız sarılarak karşıladı bizi elbette. Dünya iyisi muhterem eşi de çayımızı koydu ocağa hemen, açlığımızın olmadığını öğrendikten sonra. Sıkı bir muhabbet ve ebru teknesi başında devam eden muhabbetimiz neticesinde Sami usta Azad kardeşimle bana iki nefis ebru yapıp hediye etti. “ arkadaşlar gelecek Ankara’ya Tokattan samsundan Amasya’dan Sivas’tan hadi Sami ustam sende gel” dedik. Kemankeş milleti Şafak biraderimin deyimiyle ayartılmaya en müsait millet olduğu için sabah eşyalarını hazırladı o da bizimle Ankara’ya geldi.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCnjqd0TRuRccx4wMWgRAk_cy3ph2Fi4bnsBjJW9RO8k6rv8v7XRudOl5_PBOxW3d41Hi4_7Jl3wFBKA6R1ErCQbKCoKXryOORGXz05M8eUCCWWqMIqXY4BixPNgD91aCFMohBNzqy0pty/s1600/DSCF8248.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 300px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCnjqd0TRuRccx4wMWgRAk_cy3ph2Fi4bnsBjJW9RO8k6rv8v7XRudOl5_PBOxW3d41Hi4_7Jl3wFBKA6R1ErCQbKCoKXryOORGXz05M8eUCCWWqMIqXY4BixPNgD91aCFMohBNzqy0pty/s400/DSCF8248.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5457889703610799058" /></a><br /><br /> Ankara’da Lozan Parkının girişinde bekliyordu Sivaslı dostlarımız ve Yaşar Metin Hocamız. Neyse Sivaslılar var en azından İstanbul’dan katılım olmazsa turnuva düzenlenemez diye korkuyorduk biraz. Birazdan Metin Orhan hocamız mütebessim yüzüyle belirdi ardından Kırıkkale’den Kenan kardeşimiz ve diğerleri. Dostlarım kusura bakmasın tek tek isimlerini sayamıyorum diye . Birbimizi ilk defa görüşüyorduk bir kısmıyla ama internet üzerinden de olsa kemankeş kardeşliğimiz vardı. Biz kıyafetlerimizi kuşanalım derken bir de baktık ki Kırıkkaleden Kenan kardeşimiz Amasyadan Medet kardeşimiz tepeden tırnağa zırhlı olarak çıkmasınlar mı. Bölgelerindeki mehter takımlarından zırhları ödünç almışlarmış meğerse. Azad kardeşimde yeni bitirdiği zırhını kuşandı elbet. Dışarı çıkar çıkmaz okçu çocuklarımız ve aileleri sardı etrafımızı. Olimpik yarışma sessiz sedasız devam ederken biz çoktan sırasını savmış minik okçularımızla sohbete dalmıştık bile. Kısa kısa bilgiler veriyor ve gösteriler yapıyorduk onlar için. Minik gözlerini kocaman açıp nasıl bir dikkatle dinliyordu ve ne kadar da terbiyeli idiler anlatamam. Ailelerine bu kadar güzel çocuklar yetiştirdikleri için teşekkürler ediyorum. Allah nazardan saklasın.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsdwj6bAXL3qeICWisjQgkgftc-Pm8ht-1nUT2xEkH-ecOeu_TkAELW2TPP12N-kGW7uGNGZlUkLz-iulL_DSsi644APegZRbv961DL9vcfyeioj2FoZHtc2fcguTddL5JRgpE1UwdYrxm/s1600/DSCF8261.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 300px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsdwj6bAXL3qeICWisjQgkgftc-Pm8ht-1nUT2xEkH-ecOeu_TkAELW2TPP12N-kGW7uGNGZlUkLz-iulL_DSsi644APegZRbv961DL9vcfyeioj2FoZHtc2fcguTddL5JRgpE1UwdYrxm/s400/DSCF8261.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5457890001139329602" /></a><br /><br /><br />Maalesef temiz hava almadan duramayanlardan olduğumuz için antronor Tülin hocamızdan izin istedik çocuklara kötü örnek olmayalım diye. <br />-"Sahanın arkasında zıkımlanın ben görmemiş olayım" dedi gülümseyerek. Sadece minik bir kız çocuğu bu garip kıyafetli insanlardan korkmuştu. Bir de köpek peydah oldu etrafımızda havlayarak. Bir hanım kardeşimiz vardı tekerlekli sandalyesinde. Yaklaştım yanına sohbet etmeye başladım. Dünya şampiyonuymuş meğerse. Cehlimizden mahçup ve onunla gurur duyarak ayrıldık yanından. Olimpik yarışma bitti sıra bize geldi. görüntü alalım dediler.<br /><br />-“Hocam biz öyle sessiz yapamayız biraz şamata yapmamız lazım izniniz olursa” dedik. –“Rahatınıza bakın burası sizin” dediler. Etrafımızdaki meraklıları toplayıp selamlama yapalım dedik. Yaylarımızı kalbimizin üzerine yaslayıp selamlama duruşuyla;<br /><br />-“Safa nazarınız bizimle olsun” diye bağırdık hep bir ağızdan<br /><br />-“Kuvvet Ola!!!” diye selamımıza karşılık verdi seyirciler.<br /><br />14 kemankeş üçer üçer dizilip hedeflerin karşısına;<br /><br />-“ Yaa Haakkk!!!! Diye uçurduk oklarımızı Çankaya sırtlarında.<br /><br />Biz efelendikçe, naralandıkça toplandı etrafımıza insanlar. Seyirci karşısında ilk defa atış yapan kemankeş kardeşlerimizin heyecanlanması nedeniyle okların bazıları hedef dışına uçtuysa da 14 kemankeş Lozan Parkını kemankeş narasıyla tanıştırıyorduk. Aramızda soğukkanlılığını en fazla muhafaza eden Azad kardeşimizdi. İlk defa standart alüminyum oklarla atıyordu ve oklar kırmızı ve sarı yuvarlak içersine mıhlanıyordu birbiri ardına. Her ne kadar Tülin hocamız düdüklerle kontrol etmeye çalışsa da atıcıların arkasından hem atışlarını kontrol ediyor hem de sesli komutlarla yönlendirmeye çalışıyordum. Meraklı insanların sorularını yanıtlayan bazı yarışmacılar yerlerini almakta gecikince arkadaşlarımızı uyarmak zorunda kaslım. Sağ olsunlar kel kafamıza hürmeten çelebice özür dileyip yerlerini aldılar. Birbirimizi o kadar özlemişiz ki her fırsatta özlem giderip bilgi alışverişinde bulunuyorduk. Medya için ödül töreni yapılacak dediler ilk etabın sonunda. Aslında hepimizin ortak düşüncesi Sivaslı minik okçumuzu birincilik kürsüsüne çıkartmak idi. Birinci olarak beni davet ettiklerinde afalladım önce. Puanlamaya bakmadım. Azad kardeşimle kafa kafaya gidiyor idik ama sanki onun atışları benden daha iyi gibi idi. Yani orada bir kulis döndü galiba ama madalya bana verildiği için pek de kurcalamaya niyetim yok:)) Azad biraderim isterse mahkemeye itiraz edebilir ama davanın 2 seneden önce bitmeyeceğini garanti edebilirim. Yumuşak hedef süngerlerinden platforma çıkmak mesele oldu. Üzerimizde zırhlarla ayaklarımızın altındaki platform sağa sola sallanıyor dengede durabilmek için baya çaba harcıyorduk. Seramoni kazasız belasız geçtikten sonra tv kanalı için son bir gösteri yaptık. Etrafımıza gene meraklılar doluştu onlara ok atışları yaptırmaya başladık. Sevimli çocuklarımız ilk defa ellerine aldıkları bu tip yaylarla atışları ilk seferlerde ıskalasalar da moralleri bozulmasın diye her birine hedefi tutturuncaya kadar atış yaptırıyorduk. O kadar çok güzel insanla tanıştık ve kaynaştık ki anlatamam. Maalesef hiçbirinin ismini aklımda tutamadım. Artık yaşlanıyorum galiba.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEix0r0uvmHcyOvl6DmRUpFn6X95P3zDB9XCD7ib-tFshSbLPGULImyeK3tYaKWg6pVhyztFIbqY41RX3gZRxGIs3uW04FbhGCj-FbYynwU16KDbKfiu_2z35vMLhFQlbzYW6zrRGqtrqXoH/s1600/DSCF8459.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 300px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEix0r0uvmHcyOvl6DmRUpFn6X95P3zDB9XCD7ib-tFshSbLPGULImyeK3tYaKWg6pVhyztFIbqY41RX3gZRxGIs3uW04FbhGCj-FbYynwU16KDbKfiu_2z35vMLhFQlbzYW6zrRGqtrqXoH/s400/DSCF8459.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5457889915254362034" /></a><br /><br />“Yarışmaya devam edelim mi ?”sorusuna, Sivaslıların erken kalkacak otobüsünü bahane ederek “ valla biz madalyaları kaptık artık başka sefere diye” cevapladık. Ortak kararla devam etmeyelim dedik ve tek turlu yarışmanın biraz şike kokan neticesine göre Çankaya Belediyesi Okçuluk 2. Yaz Turnuvasında birinciliği kel kemankeşe ikinciliği yaşar Metin hocama Üçüncülüğü de Azad kardeşime layık gördüler. Ne yarışma ne ödüldü önemli olan. Önemli olan geleneksel ve olimpik sitildeki okçuların ilk defa bir arada hem de kemankeş gurubu dışındaki milli antrenörlerimizce buluşturulmasıydı. Önemli olan kemankeşlerin yüz yüze görüşmeleriydi. Önemli olan kemankeşlik kültürünün Anadolu’nun göbeğinde maya tuttuğu ve birbirinden değerli arkadaşlarımızla devam ettiriliyor olmasıydı.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjm6HmVaCCr9f-2lPCDxO68JMntZ1WkJIgwmz7hwACObhEQSkCQVs4cjlspCK7EffU9WvEqRvHm7xSgNMaKuE8JMNoMQI7iaxrhzWwRJIyek_Thi76flm3moW6x0L3FxUWu8Zlg-Fz1Eh-F/s1600/DSCF8273.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 300px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjm6HmVaCCr9f-2lPCDxO68JMntZ1WkJIgwmz7hwACObhEQSkCQVs4cjlspCK7EffU9WvEqRvHm7xSgNMaKuE8JMNoMQI7iaxrhzWwRJIyek_Thi76flm3moW6x0L3FxUWu8Zlg-Fz1Eh-F/s400/DSCF8273.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5457889530843501394" /></a><br /> İstanbullular ayağımızı denk alalım, orta Anadolu gümbür gümbür geliyor ona göre. Sağolasın Yaşar Metin hocam, Sağolasın Hilmi hocam Sağ olasın İlkay biladerim ve çok yaşayın Çankaya belediyesinin saygıdeğer antrenörleri Okçuluğun duayenleri Ali hocam Tülin Hocam ve aflarına sığınarak isimlerini hatırlayamadığım değerli antrenörlerimiz. Ne kadar da çırpındılar bizi rahat ettirmek için oysa bize lazım olan sadece güler yüz tatlı dildi. O da zaten bol miktarda mevcuttu. İyi ki varsınız, Tüm arkadaşlarımızın isimlerini tek tek sayamadım lütfen kusura bakmayın katkıda bulunan Tokat ,Sivas,Amasya,Kırıkkale,Ankara Samsun ve Düzce vilayetinden gönüldaşlarımıza, kabzadaşlarımıza en içten duygularımla şükranlarımı sunuyorum. Katılım açısından en büyük desteği veren Sivaslı biraderlerimi muhabbetle kucaklayarak tekrar teşekkür ediyorum.<br /><br /> Bu sezonun ilk provasıydı sadece Şimdi İlk uluslar arası organizasyonumuz da seyredin asıl siz bizi. Bakın nasıl sesimiz daha gür çıkacak. Bakın nasıl Sivas vilayeti kemankeş narasıyla sarsılacak, bakın nasıl Türk okçuluğu Sivasta şahlanacak. Ardından mı? Ay sonunda Türkiyenin güneyinde efeleneceğiz 5 kemankeş arkadaş.. Ayak basmadığımız vilayet bırakmayacağız inşallah ve her vilayette Kemankeş naramız yankılanacak. Bizi izlemeye devam edin ve dualarınızı eksik etmeyin<br /> Ekim 2009 <br /> Kel Kemankeş<br />http://picasaweb.google.com.tr/adnanmehel/KemankeslerAnkarada?authkey=Gv1sRgCNj7prm1mubYDg#<br />http://www.turkokculugu.com/v2/?p=!videolar&v=41Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-34595552599093303712009-09-21T12:02:00.007+03:002009-09-21T12:20:47.910+03:00Kemankeş Çelebi Kore Yollarında Wtaf 2009<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbjcUiDjB7pv28IltgqqI-A3_s7ZBaUdgs7IlPOkR6LXgWSXzyNjQV2gw03qEOVjFpLikHBZqyR85GusV-nNc7yjOoMEplUx-P0cIeM3aTRIjhfc-izZqkjZLHz0C-BJW3Kehnwrbe7bAG/s1600-h/IMG_4764.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 300px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbjcUiDjB7pv28IltgqqI-A3_s7ZBaUdgs7IlPOkR6LXgWSXzyNjQV2gw03qEOVjFpLikHBZqyR85GusV-nNc7yjOoMEplUx-P0cIeM3aTRIjhfc-izZqkjZLHz0C-BJW3Kehnwrbe7bAG/s400/IMG_4764.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5383844217238980946" /></a><br /><span style="font-weight:bold;">Kemankeş Çelebi Kore'de (10-16 Eylül 2009)</span><br /><br /> İngiltere bile katılmayacağına göre bu sene “biz de katılmayalım” diye karar almıştık. Ama Türk okçuluğu orada temsil edilmeli diye içimizde bir huzursuzluk vardı. Ekonomik sıkıntılar, hastalıklar ve işleri toparlamak endişesi ile temsil istekleri arasında gidip geliyorduk. Son günlerde bileti almaya ve gitmeye karar verdik. Dolayısı ile yarışmaya hazırlanmak imkânımız olmadı. Sipariş verdiğimiz şaftlar gelmeyince mevcut okları tamir ederek gruplandırmak, kıyafetlerimizi alelacele hazırlamak telaşı içersinde son anda gelen hukuki davalar ve iş stresi arasında hazırlıklarımızı tamamlamaya çalıştık. Yakın bir akrabamın çok ağır hastalandığı haberi ve avukatlığını yaptığım 12 yaşında bir çocuğun başına gelen elim bir olay nedeniyle son günlerim uykusuz ve gerilimli geçmişti. Sabahlara kadar süren araştırmalarım sonucu kolluk kuvvetlerine gerekli ipuçlarını sağlayarak akrabalardan da hastayı ziyarete gelemeyeceğim dolayısı ile özürler dileyerek havaalanına yollandık. Şafak ve İlkay biraderlerim de benden farklı değillerdi. Yarışmalar bu sene çok ters bir zamana denk gelmişti. Şafak biraderim havaalanı yolunda kızının okul kaydı için son günün pazartesi olduğu yolunda mesaj alınca işler iyice sarpa sardı. Yapılan istişarede çocuklarımızın tahsil hayatının daha önemli olduğuna karar verip ağlamaklı bir yüzle Şafak biraderimizi geri gönderdik. Unutulan bir sürü malzeme vardı. Herkesin eşyası birbirine karışmıştı. Alelacele ayıklayıp bekleme salonuna girdiğimizde, sakallı birisi yanımıza geldi ve Kore’ye gidip gitmediğimizi sordu. Yanında iki arkadaş da sonra iki kişi daha. Yarışmaya ilk kez katılan Romanya ve arkadaşlarımızın iyi tanıdığı ancak bizim yeni karşılaştığımız Çek Cumhuriyeti ekibi Mihal ve arkadaşları. Birbirini ilk kez gören ama ortak paydası okçuluk olan insanlar kırk yıllık tanıdık gibi muhabbete başladık. Uçakta da yerlerimiz yan yana düşünce çek gurubu ile sohbet ede ede İnchon Havaalanına ulaştık. Arkadaş canlısı birisi Çek Mihal. Sizlere ilk selamları onlardan aldık. Mihalin Rusça biliyor olması işimi biraz kolaylaştırdı.<br /> Havaalanından yarışmanın yapılacağı şehre 2-3 saat süren otobüs yolculuğu esnasında uyukladığım için nerelerden geçtiğimizi hatırlamıyorum bile. Kasaba gibi yerde bir tepenin üzerinde kurulu enstitünün tesislerinde yapılacaktı yarışma. Daha önce böylesi uluslararası bir organizasyona katılmadığımız için fazla tanıdığımız yoktu ve İngilizcemizin iyi olmaması bizi endişelendiriyordu. Kapıda Macaristan’dan tanıdık bir sima bekliyordu.<br />- Poşta! Diye seslendim. Hayatında daha önce görmediği birisinin kendisine adı ile hitap etmesinin şaşkınlığı ile yüzüme bakıyor, hatırlamaya veya tanımaya çalışıyordu. <br />- Türkiye’den Adnan deyince gülümsemeye başladı ve Şafak biraderimi sordu. Ama o gelememişti. Çok üzülmüştü Şafak katılamadığı için. <br /> Bu arada dünyanın her tarafından insanlar birbirine gülümseyerek selam veriyor nereden olduğumuzu öğrenir öğrenmez tanıdıkları isimleri sıralıyor ve gelemedikleri için üzüntülerini dile getiriyorlardı. Türkiye adına şu ana kadar organizasyona katılan arkadaşlarıma bizleri bu kadar güzel temsil ettikleri için teşekkür etmeliyiz. Belli ki arkadaşlarımız çok güzel izlenimler bırakmışlar. Şu ana kadar katılanlar Murat Özveri, Cem Dönmez, Yaşar Metin Aksoy ve Metin Ateş kardeşlerimizi ismen zikredip teşekkürlerimi tekrar sunuyorum. Bu arada gene İstanbul ziyaretine gelmiş bulunan Fransız Rafael ile görüştük. Vakit gece yarısına geldiğinde oteldeki odamıza çekildik. Romanya ekibi odamıza ziyarete geldi. Oldukça dost canlısı ve meraklı arkadaşlar. Kiloluca Yujen ve arkadaşı. Neşeli esprili birisi. Ertesi gün kahvaltı sonrası kıyafetlerimizi giyip yarışmanın yapılacağı alana gittiğimizde rengârenk giysiler içersinde dünyanın her tarafından insanlar gülümseyerek birbirine bakıyordu. Türkiye standına gidip hazırlıklara başladığımızda ziyaretçi akınına uğradık. Avustralya’dan Bade Dawyer, Tayvan’dan yay ustası, Almanya’dan bir başka yay ustası, Amerika’dan, Yunanistan’dan insanlar Türkiye standına gelip arkadaşlarımızı soruyorlar yaptığımız oklara yaylarımıza ve kıyafetlerimize bakıyorlardı. Fotoğraf çektirmek talepleri yüzünden standımıza yerleşemiyorduk. Bayrağımızı nasıl asacağımızı düşünürken İspanyadan bir arkadaş elinde bandı ile koşup geliyor, Yunanistan’dan hanım okçu arkadaş ne zaman rakı, meze, uzo diye soruyordu. Herkesin yüzünde çocukça bir telaş ve sevinç vardı ki... Yaptıkları okları gösteriyor bizim nasıl yaptıklarımız hakkında bilgi edinmek istiyorlardı. Bade Dawyer, Adam Karpoviç’in hediye ettiği yayı, Alman ve Tayvanlı yay ustaları kendi yaptıkları Türk yaylarını gösterdikleri zaman gururla mahcubiyet arasında duygular hissediyorduk. Özellikle Tayvanlının yaptığı ve ender bulunan bir yılan cinsi derisiyle kaplamış olduğu Türk yayını çok beğendik. Ama bizim elimizde Grozer yay replikası vardı.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgmnr8JH1Eq7hCrfG6HpmrGlv0IOEYgP1pg2A2LeS0xfr21kCKEyhyXHJ0QLflAJTQ9OZKK7oaHKcpER-bh4czUDQPSN9wmymXZkY48r6S6Ao2xvhsehOkegG-jV1nP-udLJMiGG09cU8y/s1600-h/IMG_4663.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 240px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgmnr8JH1Eq7hCrfG6HpmrGlv0IOEYgP1pg2A2LeS0xfr21kCKEyhyXHJ0QLflAJTQ9OZKK7oaHKcpER-bh4czUDQPSN9wmymXZkY48r6S6Ao2xvhsehOkegG-jV1nP-udLJMiGG09cU8y/s320/IMG_4663.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5383844415736955890" /></a><br /> Ülke gösterilerine sıra geldiğinde önce Macaristan başladı. Uzun süren bir gösterinin ardından diğer ülkeler. 5. Sırada biz vardık. İlkay kardeşimle bu ikinci karşılaşmamızdı. Yan yana hiç ok atmamıştık. Okmeydanı’ndaki gösterinin kısa bir tekrarını sergiledik. <br />-Yaaaa Hakkk!!! Diye naralanıp oklarımızı fırlatıyorduk kâğıttan puta hedefine. 20 metreye koyduğumuz hedefe birbiri ardına okları gönderdik. Sadece beş atış yaptığımız gösterinin ardından stantları dolaşıp fotoğraflar çektirdik ve arkadaşlıklar kurduk. Hedefimiz yeni katılan ülkelerle arkadaşlıklar tesis etmek ve araştırmalarımızda faydalı olabilecek insanlarla tanışmaktı. Üzerimdeki zırhın gerçek olup olmadığı ve nasıl yapıldığı soruların öğleden sonra stantta göstereceğim yanıtını veriyordum. Öğleden sonra elimde halkalar ve penselerle zırh örmeye başladım. Meraklılar seyrettiler. Bir ara üzerinde deri zırh bulunan Moğolistanlı Alexandır yanaştı. Üzerine metal plakalar iliştirilmiş deri zırhıyla satıp satmadığımı sordu. Yürüyüşünde sanki Cengizhan’ın torunu imiş gibi bir hava varken kendisinin zırhından çok, benim zırhın ilgi çekmesi canını sıkmış gibiydi. Elindeki Moğol yayını denediğimde 55 kg çekiş kuvvetinde olduğunu söyledi ama 60 libreden fazla değildi. Sallana sallana dolaşıyor tank gibi yürüyordu. Cengiz hanın ordusu şayet bugün Moğol yayı diye gösterdikleri yayı kullanmış olsaydı o büyük imparatorluğu kuramazdı. O yaylar ancak balta sapı olarak kullanılabilir. Tahminim onlar her şeyi unutmuşlar ve balıkçı kabilelerden birisinin kullandığı yayı kendi yayları zannediyorlar. Bunlarla bırakın imparatorluk kurmayı bir köyü bile korumak imkânsız. Yayı ağırlaştırmak ve hantallaştırmak için ellerinden geleni yapmışlar.<br /> Biraz antrenman yapma imkânı bulunca ilk kez gördüğümüz Moğol ve Japon hedeflerine ağırlık verdik. Biraz da Kore hedefine talim yaptık. Antrenmanlarda gayet başarılı atışlar yaptık. Ancak kırılan oklar dolayısı ile yarışmada farklı ağırlık ve spine değerindeki oklarla atış yapmak zorunda kalacaktık. Akşam gene yeni tanıştığımız arkadaşlarla sohbet ortamında geçti. Polonya’dan dostumuz Darek de orada idi. Malezya’dan sevimli arkadaşımız Şeyh Fuad Şeyh Mahmut (tek kişi) iki küçük çocukla beraber gelmişti. Mütebessim yüzleri ve sempatik tavırları ile zaten en popüler yarışmacı ödülünü kazandılar. Ertesi gün yarışmalar başladığında beşinci gurupta Macar dostumuz Poşta’nın sevimli oğlu, turnuvanın en küçük yarışmacısı Donat ile ben vardım atış çizgisinde. Diğer yarışmacılar katılmamışlardı. Poşta yaklaşıp David ve Golyah gibisiniz diye takıldı. Yarışma psikolojisi midir yoksa jetlagdan kaynaklanan uykusuzluk mudur, nedir, istediğim performansı gösteremedim. Kendime en fazla güvendiğim Moğol hedefinden sıfır çektim maalesef ama her hedeften puan alarak toplam 12 puanla 37 sırada yer aldım. Türk ekiplerinin şu ana kadar en iyi derecesi olması beni biraz teselli ediyordu. Ama insanların bizden beklentisi çok daha fazla. Efsanevi Türk okçuluğu yeniden dirilmeli ve eski ihtişamlı günlerine dönmeli artık. İnşallah bu günleri de göreceğiz. Elimizde ustalarımızın yaptığı yaylarla hiç olmazsa 900 gez mesafesini bulmalıyız. <br /> Yarışma sessiz sedasız gidiyorken sıra Kore hedefine geldiğinde nasıl olsa menzil atışına benziyor diye bir kemankeş narası patlattım. Benden sonra sessizlik bozuldu özellikle Japonlar yarışmacı arkadaşlarını motive etmek için kulağının dibinde bas bas bağırıyorlardı. Yarışmaya kötü başlayan Manoş ta isabet kaydettikçe “Iaaaahhhhhhh!!” gibi anlamsız sesler çıkartırak başarısını ilan ederken şamatadan korkan Moğol bebeğin çığlık çığlığa ağlaması kahkahalar arasına karışıp gidiyordu. Hepimiz kocaman çocuklar gibiydik.<br /> Japonlar bu sene çok hazırlıklı gelmişlerdi ve dolayısı ile birinciliği aldılar. 32 senedir okçuluk yapan ve kyudo hocası, 3 yıldır bu organizasyonda yarışan Prof. Dr. Makinori Matsuo usta bile geçen senelere göre turnuva rekoru kırmasına rağmen ilk üçe giremedi. Macarların her hafta 3-4 kez yarışma düzenledikleri Moğolların da onlardan aşağı kalmadıklarını da eklersek rakiplerimizin kimler olduğu konusunda biraz bilgi vermiş oluruz. Bu arada Romanya’dan dostumuz Yujen yarışmanın sürprizini yapıp 3’lüğü elde etmesin mi! “Rekor kıracağım galiba Adnan. Hayatımda bu kadar ballı atışlar yapmadım” diyordu yarışmaya başladığında. Ben her zamanki gibi şaka yaptığını zannediyordum. Oysa bu sefer ciddiymiş. Rekor kıramadı ama bronz madalyayı kaptı neşeli arkadaşımız.<br />İlkay kardeşimin araştırmaya çok meraklı olduğunu söylemeliyim. Sohbet aralarında kayboluyor, yakındaki ormandan bitki tohumları, böcek örnekleri falan topluyordu. Fidan üretmek için farklı ağaçlardan tohum edinme gayretleri görülmeye değerdi. Japon akçasının tohumu henüz olgunlaşmadığı için ondan örnek alamadık ama etrafımızda huş ve porsuk ağaçları vardı. Akşamları oldukça neşeli geçiyordu. Ben bir türlü bırakamadığım zıkkımı içmek için sık sık kapı önündeki keşhaneye gidiyor, pipo meraklısı Avusturyalı, tiryaki Poşta ve diğer içici arkadaşlar ile keşhane sohbetleri yapıyorduk. Bir ara sohbet Macaristan İmparatorluğuna geldi ve Dostumuz Poşta, Avusturya’nın, Sırbistan’ın diğer Balkan ülkelerinin Macar İmparatorluğu sınırları içersinde olduğunu söyleyip duruyordu. Poşta biraz uzaklaşınca Avusturyalı: “niye şişinip duruyor anlamadım, oraları en son Osmanlı imparatorluğunun topraklarıydı” deyince kahkahayı patlattık.<br /> Uykusuz sabahlarımdan birisinde saat 04’te Fransa’dan benim gibi kafası açık uzun boylu Fransız’ın lobide oturduğunu fark ettim. Yanına gidip jetlag problemi yaşayıp yaşamadığını sordum. O da benim gibi uykusuzluk çekiyordu ama o İngilizce ben Fransızca bilmiyorduk. Sorun değildi. Fransızca tane tane anlatmaya, kendi sitelerinden resimler göstermeye başladı. Sadece iki sözcük ibaret Fransızcam olmasına rağmen adamın sanatçı olduğu ve müzelerde yıpranmış resimlere restorasyon çalışmaları yaptığını, prehistorik oklar ve yaylarla ilgili bir grupları olduğunu, bunlarla ilgili yarışmalar düzenlediklerini, köyler kurduklarını anladım. 1 saatten fazla süren bu muhabbetten sonra bizim sitedeki ok yapımı ve yay yapımı ile ilgili hazırladığımız klipleri gösterdim. Çalışmalarımızın çok dikkat çektiğini söylemeliyim. <br /> Akşam Düzceli dostumuz Sami Ustanın verdiği ebruları hediye olarak dağıtıyordum. Sıra Fransız ekibine geldiğinde Rafael’e seçmesini ama sanatçı arkadaşının seçmesi halinde daha iyi bir tercih yapmış olacağını söyledim. Birazdan bu sanatçı arkadaş gelince elimdeki ebrulara bakıp woooooow! diye bir ses ve beğeni mimikleri ile ebrulara daldı. Fransızca bana bu ebruların modern stilde yapılmış çok iyi ebrular olduğunu, sanatçının ebruya yeni başlamış kabiliyetli bir sanatçı olduğunu anlatıp dururken, Manu yanımıza yaklaşıp Fransızca; “yahu bu adam Fransızca bilmiyor ne anlatıyorsun?” kabilinden bir şeyler söyledi. Manu’ya bize engel olmamasını ve birbirimiz anladığımızı söyledim.<br />“- İkiniz de kel olduğunuz için anlaşma sıkıntısı çekmiyorsunuz anlaşılan” diye espriyi patlatınca hep beraber kahkahalarla güldük. Ebru çeşitlerini ve desenlerini çok iyi bilen bu arkadaş ebruları çok beğendi. Bu arada Sami ustaya teşekkürlerimi sunuyorum. “Abi benim param yok ama elimde sanatım var. Lütfen gittiğiniz yerlerde bu ebruları hediye edin” diyerek elime tutuşturduğu 50 kadar ebru dünyanın her tarafından kadim dostlarımıza hediye edildi ve herkes tarafından çok beğenildi. Artık dünya kemankeşlerinin evlerinin duvarlarını Türk ebruları süsleyecek. <br /> Bir başka ilginç anım da gene bu Moğol Alexander ile ilgili. “Ben okçuyum” diyordu ve “Moğol’um, eğer biz atamamışsak 800 metreye Türklerin de atması mümkün değil.” İkna etmeye uğraşsam da bir türlü kani olmuyordu. Elbette elinizdeki kazma sapı ile bu rekoru kırmanız imkânsız diyemedim. Macar Manoş’un kısa bir zaman önce 500 metreye atığını söyledim. Okmeydanı’ndaki atışların olimpiyat oyunları gibi çok disiplinli bir tarzda yapıldığını, ayak taşları ile menzil taşlarının hâlâ yerinde olduğunu söyledim ama ne söylersem söyleyeyim kâr etmedi. Bu arada Manoş elinde 90 librelik ve 100 librelik yaylarla yanımıza gelip Macarca konuşmaya başlamaz mı! Çekmesi için bizim gururlu Moğol’a yayı uzattı. İri cüssesi ile bu yayı parçalarım edasındaki Saşa (Alexander’in kısa ve samimi söylenişi), yaya asılır asılmaz yüzü önce kızıl sonra mor renk almaya başladı. Ben bıyık altı gülerek Moğol’un yüzündeki şaşkın ifadeye bakıyordum. Manoş, Türklerin 800 metre’den fazla attığını sanki öğütlemişiz gibi anlatmaya başladı. Adam Macarca konuşuyordu ama işin garibi anladık. Ben anlamamış gibi yapıp yazmasını işaret ettim. Beni işaret edip “török” diyor ve eliyle 800 metre yazıyordu. Moğol bayağı demoralize olmuştu. 90 librelik yayı çektimse de 100 librelik yay beni zorladı. Tam çekiş yapamadım. Sakatlık olmasın diye fazla da zorlamadım.<br /> Aramızda benzer bir sohbet de Çek Mihal’le geçti. Manoş’un 500 metre üzerinde atış kaydettiğini söylediğimde Gökmen kardeşimizin onu geçtiğini söylemesi üzerine afalladım. <br />-“Mihal bir yanlışlık olmasın. Elbette gökmen kardeşimin Manoş’u geçmesi hoşuma gider ama benim haberim olurdu.”<br />“-Yok Gökmen onu geçmiş” dedi. <br /> “-Mihal nerden öğrendin bunu?” Diye sordum. <br />“-Rafael’in dergisinde yazıyor” dedi. Sevindim elbette. İlk defa bir Türk 900 gez atmış demekti bu. Sonra aklıma geldi ve sordum;<br />“- Mihal sen Fransızca biliyor musun?”<br />“-Hayır”<br />-“Nasıl anladın o zaman Fransızca dergiden Gökmen’in bu mesafeye attığını?”<br /> “-Ne bileyim orada öyle rakamlar yazıyordu.”<br /> “-Allah müstehakkını versin senin.”<br /> Gülümsedik. Maalesef bir Türk’ün 900 gez atması için biraz daha beklememiz icap edecek. Anlaşılan Gökmen kardeşimizi sevdiği için yazıyı yanlış anlamıştı. Olsun birkaç dakikalığına da olsa arkadaşlarımızdan birinin 900 gez atmış olmasının hayali neşelendirmişti bizi.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh41JBzU419ffBcoA1kKoSeEZlxjE8g7-5ABEHAFudbaMMdq3S7M4WAsixbFgWToIGUfhyT5bJHWxBOhSMLz3juZLTTj3WvT-4bsiw4JjXkl8-wUyembs1wp0KXRIcMoaam4LWa4Y0M-ZPk/s1600-h/concurs22.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 307px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh41JBzU419ffBcoA1kKoSeEZlxjE8g7-5ABEHAFudbaMMdq3S7M4WAsixbFgWToIGUfhyT5bJHWxBOhSMLz3juZLTTj3WvT-4bsiw4JjXkl8-wUyembs1wp0KXRIcMoaam4LWa4Y0M-ZPk/s400/concurs22.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5383844964878998882" /></a><br /> Yunanlı dostlarımız da ebruları çok beğendiler. Onlar için bir lale ve deniz mavi renkli ebrulardan seçmiştim. Lalenin İstanbul’un sembolü olduğunu mavi renkli ebrunun da aramızda dostluğu sembolize eden Ege Denizi olduğunu söyledim. Bizi muhakkak Yunanistan’a bekliyorlar. Beraber rakı ve uzo içeceğiz meze yiyeceğiz, çok eğleneceğiz diyorlar. Ellerinde atmak için Moğol okları yoktu. İlkay kardeşimin getirdiği kauçuk şişe tapalarından yaptığımız çakma Moğol oklarını yarışma esnasında onlara verdikten sonra bu yardım dolayısı ile samimiyetleri daha da artmıştı. Kadıncağızın samimi tavırları nedeniyle İlkay kardeşim uzaktan bıyık altı gülüyor “seni gidi seni” der gibi işaretler yapıyordu. Mrs. Vassiliki Bozikis’in başparmakları kavrayan delikanlıca bir tokalaşma gösterisine kibarca elini öperek cevap verdim. Bu jestten oldukça memnun olan hanımefendi beğenisini sarılarak göstermez mi! İlkay kardeşim inşallah çektiği bu kareleri internete koymaz yoksa hanımla papaz oluruz. <br /> Bir de iriyarı bir Moğol hanımefendi geldi fotoğraf çektirmek için. Toplam 3 kız ebadında vardı rahat. Arkadan belimi öyle bir kavradı ki 11 kg. lık zırha rağmen baskıdan bir bismillah çekmişim. Fotoğraftan sonra bir de kucaklaması mı? Kemiklerim çatırdamaya başladı. Saşa çekemedi 90’ lık yayı ama bu 110 kg’ dan aşağı olmayan zarif hanımefendi 120 lik yaya bana mısın demez alimallah. İyi ki tepeden tırnağa zırhlıymışım diye dua ettim. Rusça sorduğu sorulara anlamıyormuş gibi yapıp özellikle cevap vermedim. Bir rozet hediye edip yanağımdan makas aldıktan sonra uzaklaştı çok şükür.<br /> Katılım için çok geç kaldığımızdan maalesef orada sunum yapamadık. Baştan sona izlediğimiz sunumlarda Sık sık Türk okçuluğuna atıfta bulunulması bizleri memnun etse de ilk defa bu sene Türkiye’den sunum yapılmadığı için canımız çok sıkkındı. Kitap bastıracakları için sunumların erken iletilmesi gerekiyordu. Katılamayacağız dediğimiz için bizi sunum listesinden çıkartmışlardı.<br />Son günlerde Türkiye’ye verilen kontenjanın artırılması için gayretler gösterdik. Organizasyon komitesine Rusya ve Türkî Cumhuriyetlerdeki sporcularla irtibatımız olduğunu onlara yardım edebileceğimizi söylediğimde Prof. Lee çok sevindi. Hemen Komite Başkanı Sayın Won’a durumu iletti ve mimiklerinden Bay Won’un da bu destekten çok memnun olduğunu anladım. İrtibat konusunda bizden yardım talep ettiler. Seneye inşallah Türkî Cumhuriyetlerden sporcular da orada olacaklar ve Türkiye’nin kontenjanı artırılacak. Buraya daha fazla arkadaşla gelmeliyiz. 10 kişi gelebilsek ne kadar güzel olur. Turnuvanın sürpriz isimleri Romanya’dan arkadaşlarımızla beraber geriye döndük. Uçakta ne içeceğimiz sorulduğunda “Çay” yanıtı veriyorduk. 6 gündür kahvaltıda pirinç lapası balık ve pirinç suyu içmekten fenalık gelmişti. Fotoğraflar mı? Valla bende bir tek kare bile yok. Hem fotolar hem videolar İlkay kardeşimin uhdesinde. Ben de sizin gibi İlkay kardeşimin himmet edip fotoları göndermesini bekliyorum. Bu arada seyahatimiz için hanımı yeni doğum yapmasına rağmen gerçekten büyük bir gayret göstererek son anda gitmemizi temin eden Metin biraderime tekrar teşekkür ederiz. <br /> Eylül 2009 İstanbulAdnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-69889725075648243402009-08-15T03:57:00.004+03:002010-05-04T23:29:24.536+03:00Moğolistan’da Benzersiz keşif<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjKCgIseJ7_A19j-s0H90tADz42VnmDf_BcK22p2_2QubnnWGLfmu-iWqw791yfyWXRk8nxnIFePivWE_WH2kKBJoljsl50c1w478tdTmxRdACH-eq3M_d1c0-I4KWtQLxbMaypHo0gqCD_/s1600-h/news+Mongol.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 200px; height: 139px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjKCgIseJ7_A19j-s0H90tADz42VnmDf_BcK22p2_2QubnnWGLfmu-iWqw791yfyWXRk8nxnIFePivWE_WH2kKBJoljsl50c1w478tdTmxRdACH-eq3M_d1c0-I4KWtQLxbMaypHo0gqCD_/s200/news+Mongol.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5369989854015417666" /></a><br /><br /><br />Bir yakınımız daha ölmüş Moğolistan’da<br /><br /> Arkadaşlarımız okla ilgili araştırma yaparken tarihimizi ilgilendiren bir şeylere ulaştığımızda paylaştığımızı bilirler. Geçenlerde Azad Kuldevlet kardeşimiz haber vermişti Moğolistan’da bir kurgan kazılmış diye. İşlerimiz dolayısı ile ilgilenmeye vakit bulamamış idik. Sizler için konuyu biraz araştırayım dedim. Haber başlığı şöyle “Unikalnaya Nahodka Arkeologov v Mongolia -Moğolistanda Arkeologların Benzersiz Keşfi”<br /><br /> Tvcom-tv.ru internet sitesinin haberine şöyle bir göz atalım bakalım: Size de ilginç gelecek mi? Haber daha taze sayılır. Şöyle diyor 16.07.2009 tarihli haberde: <br /><br /> <span style="font-style:italic;"> “Rus-Moğol ortak araştırma ekibi 7. yüzyıla ait, bilim adamlarının göçebe -Türk halklarının tarihine alışılmış bakış açılarını büyük ölçüde değiştirecek bir buluntu keşfetti. Arkeolojik eserleri görebilmek için ekip üyeleri birkaç ton toprak çıkartmak zorunda kaldı. Böylesi Moğolistan’da daha önce keşfedilmedi. <br /><br /> Bu sadece bir kurgan değil, bir zamanlar etrafı kuleler ve toprak setlerle çevriliydi. İçerde arkeologlar üç kemerli bir galeri içine konulmuş ve içinde kilden insan ve at heykelcikleri bulunan kerpiçten iki niş buldular (odacık).” </span><br /><br /> Fesuphanallah yahu bu adamlar göçebe değil miydi? Ne şehri, ne heykeli? Bu adamlar kültürsüz, bir şey üretmeyen, medeniyete hiçbir katkısı olmayan, tarih dışı diye sınıflandırılan, asıl geçimi yağmacılık olan barbarlar değil miydi? Bakın haberde bile göçebe-nomad diye yazılıyor. Kim koymuş acaba o heykelleri oraya? Büyük olasılıkla ya Çinlilerden çalmışlardır ya da İranlılardan. Bakalım uzmanlar ne demiş bu konuda? Benim gibi kel kemankeşin lafına kim itibar edecek? Devam ediyoruz;<br /><br /> <span style="font-style:italic;"> “Eski liderin mezarı kerpiç duvarla kapatılmışsa da, bu gömüt kendi zamanında soyguncular tarafından yağmalanmış. Kerpiç duvarın bir kısmı yıkılmış, mezarın girişini koruyan kilden iki aslan heykeli kırılmış. İçerde bulunan ahşaptan insan, kuş, hayvan ve balık heykelcikleri korunmuştur. Üstelik eski ustalar tarafından figürler insan yüzüne çok benzer şekilde yapılmış”</span><br /><br /> Olacak iş değil! Gerçekçi akımda bir sanatkâr ve içerde yatanın yüzüne benzer tarzda heykelini yapmış. Göçebelerden heykeltıraş çıkmayacağına göre herhalde heykeltıraşı dışarıdan ithal etmişlerdir. Faks çekmiş veya telefon etmiş olmalılar. Bu Türkler göçebe ya nerden bilsinler böyle işleri!<br /><br />-“Aloo!!! Abi be sevabına Yunanlılara söyle, bize bir iki tane heykeltıraş göndersinler. Reisimiz öldü ona bir heykel yapılacak. Mezarına koyacağız abi, ilk uçakla gönder sana zahmet. Orada yoksa Florensa’ya falan haber verin. İranlı heykeltıraşlar bizim pek hoşumuza gitmiyor, onlar gerçekçi yapamazlar. Çinliler de çok süsleme yapıyor, biz ne de olsa göçebeyiz, öyle süslü işler bizi bozar .” <br /><br /> İşe bak hem de kulelerle süslenmiş toprak barikatlı bir kale ve ciddi bir antik şehir bulunmakta. Hiç göçebenin şehri mi olur? Onlar at üstünde gezerler hiç durmadan. At çobanıdırlar, bir de koyun beslerler. At eti yer, kımız içerler. Bize öyle anlattınız şimdiye kadar. Bakalım başka ne demiş uzmanlar?<br /><br /> <br /> <span style="font-style:italic;">“CO RAN ( Rus Bilim Akademisi Sibirya Bölümü) Orta Asya Tarih ve Kültür Enstitüsü Moğoloji,Tibetoloji ve Budizmoloji Bölüm Müdürü Sergey Danilov:<br /><br />Buluntular, kumaş üretimi, kerpiç imali, dülgerlik (marangozluk) sanatlarında yüksek seviyeye ulaşıldığını kanıtlamaktadır ve bu “Göçebe” Türklerde sanatın gelişmediği yerleşik bakış açısını-(kanaatini) çürütmektedir.”</span><br /><br /> Hayda! Adamlarda el sanatı ileri düzeydeymiş. Bizden birisi yapsa bu yorumu İrlandalılar “Hadi oradan be!” derdi. “Kafatasçı mısın nesin? Eşkıyaymışız be kardeşim, vurmuşuz kırmışız almışız, bunu bir defa kabul etmemiz lazım.” “Toynbee abi be “tarih dışı” halkların yapacağı işler mi bunlar? Ne işler karıştırıyor bu Moğol ve Rus arkeologlar. Abi bu dülgerler, heykeltıraşlar, kumaş dokumacılar nerden gelmiştir? Hangi zavallı “ari ırkın” temsilcileridir bunlar. Göçebeler bunları yapamaz di mi abi.? Kafamız karıştı. Yıllardan beri seni tarihte otorite saymışız. Sen buyurmuşsun “tarih dışı halklardan olduğumuzu.” Sevabına hâlâ yaşıyorsan şu işi yorumlayıver. Bu Ruslar alkole müpteladır ne dediklerini bilmezler. Adamın sıfatı bir paragraf kadar var ama saçmalıyor galiba. Kitap yazmana falan gerek yok, sen dersen biz inanırız. Bizim göçebe aklımız ermez böyle şeylere. Zamanında casusluk falan yapmışsın, yazdığın “Mavi Kitap”ta sahtekârca attığın kazığı hâlâ çıkartamadık ama sen bizi yine de seversin abi. Sen ne de olsa “Türk dostu” olarak bilinirsin bu ülkede. Açıkla gözünü seveyim.’ <br /><br /> <span style="font-style:italic;"> “Kazı alanının yerini Moğolistan Uluslararası Göçebe Medeniyeti Araştırmaları Enstitüsünden Prof. Oçir 7 sene önce keşfetti. Arkeolojik araştırma ancak Moğol alimlerin kazı-araştırma yapabilecek ortak ve alan çalışmasının finansmanını bulduktan sonra başlayabildi. Moğolistan Uluslararası Göçebe Medeniyeti Araştırmaları Enstitüsü, Uluslararası Projeler Koordinatoru Tayjid Ayuydayn Oçir: “Bu gömütü keşfettikten sonra uzun bir süre kimle çalışacağımıza karar veremedik, sonunda şu anki Rus arkeolog arkadaşlarımızda karar kıldık.”</span><br /><br /> Oçir abi orda kazı alanının hemen 165 km alt tarafında bizimkiler olması lazım. Hani Orhun yazıtları var ya? Hah Oradalar işte. Onlara haber vermediniz mi abi? Hani oraya depo falan yapmışlar, yazıtları depoya koymuşlar, kaplumbağanın üzerine yazıtı ters yerleştirmişler ama olsun. Cepheye de Çince tarafı çevirmişler ama o da önemli değil. Bir de oralara asfalt yol yapıyorlarmış. 3 sene öncesine kadar oralarda araba bulunamazken Moğolların her birinin altında son model cipler varmış. Bereketli topraklar üzerinde ellerinde detektör bize ait kurganlardaki altın eserleri götürüp çarşıda pazarda satıyorlarmış. Zaten yakın zamana kadar oralarda bu mezar soygunculuğu yasak değilmiş. Yeni yasalaşmış galiba ama harıl harıl altın aranıyormuş gene. Bizimkiler de oralara yol yapmakla meşgulmüş, onlara bir haber verseydiniz belki ilgilenirlerdi. Yol bitince kaldırım yapmaya başlarlar. Her sene de değiştirirler artık. Belki oraya da bir asfalt yol yaparlardı. İnsan haber vermez mi? Ne de olsa siz bizim amca çocuklarımız sayılırsınız. Ayıp değil mi Ruslarla çalışıyorsunuz? <br /><br /> <br /> <span style="font-style:italic;">“Arkeologlarca keşfedilen bu kurganın sadece 2 km yakınında eski bir yerleşke bulunmaktadır. Daha önce bu yerleşkenin Uygurlar veya Kidanlar tarafından kurulduğu düşünülüyordu. Ancak son keşif bilim adamlarını bu görüşlerini gözden geçirmeye zorlamaktadır.”<br /><br /> Uluslararası Göçebe Medeniyeti Araştırmaları Enstitüsü Bilim Adamı Lhakvasuren Erdenebold: Bu eski (antik) yerleşkenin üzerinde çalıştığımız höyük (kurgan-Nekropol) ile bağlantısı olduğunu düşünüyoruz. Araştırmaya devam edeceğiz.” <br /></span><br /> Yahu Erdenebold hocam sen bari bizimkileri tanıyorsun. TTK’nın sayfasında birkaç çalışmada soyadını gördüm. Herhalde adını doğru okuyamadılar. Kim verdi abi bu ismi sana ya? İnsan sevabına bir haber verir. Belki aradığınız finansmanı bir şekilde sağlarlardı. Ne olacak bir kazı masrafından? Bak bizim kurumlarımız bir sürü kazıya destek oluyor. İçlerinde bizim tarihimizle ilgili çok az kazı var ama olsun, belki ilgilenirlerdi abi ya. Neyse fazla cıvıtmayalım. Kemankeşler gene uzun yazdın diye başımın etini yiyecekler.<br /><br /> <span style="font-style:italic;"> “Bazı tarihi kaynaklara göre bu antik yerleşim noktası 647 yılında Tuul Nehri yakınında kuruldu. Arkeologlar bu antik şehirde farklı zamanlarda Moğolistan topraklarında göçebe imparatorlukları kuran, Türk, Kidan ve Uygur, olarak 3 ayrı halkın yaşadığı 3 farklı katman bulunduğunu düşünmektedirler. Ancak bunun doğruluğu gelecek sene tetkik edilebilecek.” </span> <br /><br /> Yevgeni Pavlov’dan geçen haber böyle. Bu kazı alanı Dzaamar denilen küçük bir kasabanın yanındaki Tuul Irmağı’nın yakınında. Tuul Irmağı, Orhun Nehri’nin kollarından birisi ve bu alan Orhun Yazıtları’na çok yakın. Güney batı istikametinde kuş uçuşu 165 km. Moğolistan da yol yok zaten, hadi olsun 200 km. Ben bu haberi bizim televizyonlarda duymadım. Acaba bizi hiç mi ilgilendirmiyor? Haberle ilgili adresi veriyorum. Rusça anlamasanız da bu kurganın içini görmenizi tavsiye ederim.Kanal Rusya geneline yayın yapan ciddi bir televizyon kanalı ha!!! öyle yerel tv falan değil <br /><br />http://zvezdanews.ru/video/day_events/science/0033411/<br />http://rutube.ru/tracks/2137013.html?v=2862ac76e0cdc6042b889e05a1040a47&autoStart=true&bmstart=131<br /><br /> Adamlar nasıl da hararetli veriyorlar haberi. “Benzersiz keşif” diye. Bizden ilgilenen olur mu acaba? Ha! bir de yakınlarda büyük bir altın madeni var. Altın işlemede de atalarımızın ileri düzeyde olduğu bazı “densiz, kendini bilmez bilim adamları” tarafından söylenmekte. Anlatılanlara göre Bilge Kağan hazinesi denilen hazine, Tutankamon’un mezarından sonra en fazla altın buluntuya sahip kazı özelliğini taşıyor. Kurganlarda bol miktarda ele geçirilen altınların kaynağının burası olması olasılığı hiç de az değil. Gözünüzü seveyim beze ait olduğunu sağır sultanın bile duyduğu, kabul ettiği Orhun Yazıtları’nı sıvazlayıp durmaya ara verin de etrafınıza biraz bakın. Hazine avcıları kurganlarımızı daha fazla talan etmeden etraftaki eserleri tespit edip koruma altına alın. Bırakın yolla, kaldırımla uğraşmayı da, tarihimiz yağmalanıyor ne olur biraz sahip çıkın. <br /><br />İSKİTLEŞTİREBİLDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ ?<br /><br /> Bizimkiler ilgilenmezse ne olacağını ben size söyleyeyim. Ruslar bu işe fon bulamayacaklarından, daha doğrusu bulmayacaklarından, önceki kazılarda olduğu gibi araştırma yapmak üzere bu eserler Alamanya’daki veya Amerikanya’daki laboratuarlara gidecek. Bir sene gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra, mevtanın beyaz olması hasebiyle İskitlere ait olduğu söylenecek. İskitlerin “İndo-İrani bir halk” olması dolayısı ile Hint- Avrupa dil ailesi bağlantısından ari ırkın temsilcilerinden birine, kuvvetle muhtemel ki İndo-Germen halklardan birisi olduğu bilimsel (!) olarak açıklanacak. Tıpkı daha önceki buluntuların başına geldiği gibi. <br /><br /> Almanlar İndo-germen halkları Asya içlerinde aramaktan vazgeçmişlerdi. İkinci dünya savaşında Rusların elinden Asya’yı alamadıkları için olsa gerek. Daha çok İskitlerin torunu olduklarını iddia ettikleri Osetler üzerinde duruyorlar ve Osetya da cirit atıyorlar ama bu buluntu bence Asya ya geri dönmek için iyi bir sebep. Tabii önce usulünce İskitleştirilmesi icap etmektedir. Böylelikle Romanya’dan taa okyanusa, Kuzey Çin’den Kuzey Sibirya’ya kadar uzanan dünyanın en büyük imparatorluğu kurulmuş oluyor. “Hayali İskitya İmparatorluğu” Nerede önemli bir eser varsa, İskitya oraya kadar uzuyor. Buzlardan daha Kamçatka da araştırma yapamıyorlar yoksa oraya da çıkacağından şüpheniz olmasın. Yalnız orada sınır belli Bering Boğazı. Orası artık Amerikanya’nın başlangıcı sayılacağı için İskitleştirilmeye ihtiyaç yoktur..Kafanıza İskit göçebesi kadar taş düşsün ne diyeyim.<br /><br />İLGİSİZLEŞTİREBİLDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ? <br /><br /> AA dan bir muhabir vasıtasıyla ajansa gönderdim haberi, onlar da ilgilenmediler. Demek ki önemsiz bir haber. Elin Rusunu, Moğolunu heyecanlandıran haber bizimkilerin kılını kıpırdatmıyor. Başka bir yerde gene aynı bölgede içinde violeine benzer müzik aleti çıkan bir kurgan kazısı haberi daha vardı onunla da ilgilenmezler nasıl olsa göndermeye gerek yok. Gene bir yetkili Korelilerle ve Çinlilerle yapılan ve son 4 – 5 yıldır kurgan kazılarında elde edilen Hun dönemine ait yığınla altın ve gümüş eşyanın restorasyonlarının Kore de yapıldığını ve orada sergilendiğini söylüyor, o da önemsiz bir haberdir. Veya 2,5 metre boyunda duvar kabartmasının (Uygurlar ait) buluntusu da önemli sayılmaz. Yahu Hunlar bizim atalarımızdan değimliydi? Urumçi’de katledilen Uygurlarla aynı soydan değimliydik? Cengiz hocayı aramıştım geçende. Kazı alanı olarak tespit ettikleri 10.000. yerden bahsetti. Düşünebiliyor musunuz sadece Moğolistanda 10.000. alan kazılmayı bekliyor. Kim bilir Doğu Türkistan’da Tuva da Altaylarda Minusinsk Havzasında Krasnayarskda ve batı kısımlarında ne kadar eser vardır ve arkeolojik zenginliklerimiz yerin altında bekliyor. Bizden haber de yok ilgi de yok. Tarihine sahip çıkamayan geleceğini nasıl şekillendirebilir? Nasıl büyük düşünebilir? Nasıl büyük rol oynayabilir? Hadi vazgeçtik Hundan Göktürkden diğer Türkî halklardan yahu bu ülkede Selçukluyu doğru dürüst araştıran arkeolog var mı? Sızlanıp duruyoruz bize göçebe rolü verildi diye. İlgisizliği gördükçe bazen bize verilen o rol bile fazla diyesim geliyor. Olsun ne yapalım ben de sizinle paylaşırım.Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-48268013805196344102009-08-09T17:43:00.003+03:002009-08-09T17:45:35.137+03:00Kemankes celebi gezi notları Gerede-DüzceSıcaklar bastırdı artık. Rehavete garkoldu kemankeşler. Hatta mayıştık iyice. Ama yapılacak işler var, gidilecek mekânlar, araştırılacak konular var. İşlerin arasına serpiştirebildiğimiz kadarı ile sırayla halletmeye çalışıyoruz. Kemankeş Çelebinin yolu Ankara Sincan’a düşmüştü bu sefer. 29 Temmuz sabah 04 de İstanbul’dan hareketle ulaşılan Sincan’da, akşam saat 17.00 ye kadar süren adliye koşuşturmaları nedeniyle Ankara’da ki dostlarımıza uğrayamadık elbet. Dönüş yolunda şu Eskiçağa-Yeniçağa neresiymiş, yay yaparlar mıymış, gökçe ağaç dedikleri ağaç, huş ağacı olabilir miymiş sorularının cevabını araştıralım dedik. Saat 18,30 suları Yeniçağa gölünün etkileyici akşam manzarasını otoban kenarından bir deklanşör basımlık kadar seyrettikten sonra çıktık gişelerden. Yeniçağa 5-6.000 nüfuslu bir yer. “Nasıl olsa bu saatte sorularımıza cevap verecek birisini bulamayız ayrıca burada böyle iptidai şeylerle uğraşan olmaz zaten” diye Eskiçağaya gitmeye karar verdik. Yolda telefonla aradığım Metin Orhan Hocam da zaten Mengen orman işletme yetkilileri ile görüşürsen iyi olur diyordu. Adres soralım diye yaşlıca bir vatandaşın yanında yavaşladık. Araştırıyorum güya ama nedense bir bezginlik var üzerimde. Oblamov* modunda hissediyorum kendimi.<br />-“Hacı ağabey!! Eskiçağa nerede? Buralarda yay yaparlarmış eskiden,sen bilmezsin deden de bilmezdi, ama duydun mu bir şeyler?. Müzeye benzer bir şeyler veya evinde eskiden kalma yay ok falan olan birilerinden haberin var mı?” Arkadaşlar garipliğe bakar mısınız. Arabanın penceresinden sorulacak soru mu bunlar? Dedikya Oblamov modundayız diye. Bereket Hacı ağabey olgun. Kibarca yanıtladı;<br />-“Hoş geldiniz, Eskiçağa’ya şuradan gideceksin. Buralarda öyle bir şey yok, belki Eskiçağa’da vardır. Orada kahveci İsmail’e sor. O sana yardım eder. Selamımı söyle” dedi.<br />-“Eyvallah hacı abi” dedik Mengen yoluna doğru yola koyulduk. Eski çağa dedikleri 10-15 hanelik bir köymüş meğerse. Eski, sevimli bir kıraathanesi var. 5-6 kadar emeklilik günlerinin tadını çıkartan vatandaş oturmuş sohbet ediyor. Çekip arabayı kahvenin karşısına açıp pencereyi sorduk;<br />-“Eskiçağa burası mı?” Arabanın durduğunu görür görmez yerinden zaten fırlamış olan güleç yüzlü bir Anadolu insanı arabaya yaklaşıp :<br />-“ Evet efendim”. Nedense canım arabadan inmek istemiyor.<br />- “Kahveci İsmail kim?”<br />-“Benim beyim buyurun” İçimden; ‘Akşam üstü adrese teslim bela mısın nesin. İnsene lan arabadan aşağıya!!!. Adam ayağına kadar gelmiş sen hala ukalalık ediyorsun’ diye söylenerek indim arabadan.<br />-“Selamün aleyküm! Sana birisinin selamı var ama kim olduğunu bilmiyorum yolda rastlamıştım”. <br />-“???. Aleykum selam.” Anlattım meramımı. Kibarca dinlediler hemen bir çay söyleyip.<br />-“Valla sizin dediğiniz yayı bilmeyiz ama dedelerimiz Osmanlı zamanında demir işiyle uğraşırlarmış atların nallarını, mıhlarını, demir aksamlarını yaparlarmış”. Hayda! Bu da nereden çıktı şimdi.<br />-“At arabalarının makaslarını da yaparlar mıymış?<br />-“ At ve araba başta olmak üzere her türlü demir işi yaparlarmış”<br />-“Ya şafak biraderim sen bu adamların yay ustası olduğunu nereden okudun? Hele bir daha bak. Bunların yaptığı yay bizim yay değil, yaylı arabanın yayı galiba” “Belki temren falan yapmışlardır” diye tarif ettimse de netice yok. Evinde yay veya ok bulunan birini de bilmiyorlar. Anlaşıldı vaziyet bir de şu gökçeağaç dedikleri ağacı soralım bakalım;<br />-Buralarda gökçeağaç derler bir ağaç varmış bilir misiniz bu ağacı?<br />-“Beyim biz kayın ağacına gökçe deriz.”<br />-“ Yahu hele bir gösterin, marangoz varsa bir parça alalım. Canım Türkiye’mde ne kayın, kayın ne huş huş, her yerde ayrı isim aynı ağaç. <br />-“ Buyurun beyim gidelim” dedi. Ahmet yılmaz isimli bir hacı ağabey. Bindik arabaya düştük Mengen yoluna. Pazarköy müdür nedir oranın orman işletme deposuna soktu Ahmet ağabey bizi. Koca koca kütükler dizili koca alanda.<br />-“Aha dedi gökçeağaç.”<br />-“ Hacı abi bu bal gibi kayın yahu. Huş falan değil.” <br />-“Beyim burada huş ne arasın. Bunları siz kayın olarak biliyorsunuz biz gökçeağaç. İstediğini al.”<br />-“Hacı abi koca kütüğü ne yapayım, nasıl taşıyayım? Zaten kayınsa gerek yok. Bir marangoz bulalım hele.” Pazarköy içinde bir kahveye gittik. 3 masalık okey takımı çalışma yapıyor. Ama ne hararetli bir antreman anlatamam. “Hoşgeldiniz” dediler oyuna ara verip. Gülümsedik. Hah şöyle be karşılama dediğin böyle olur. Kahveci hemen ne içeceğimizi sordu buyur etti başköşeye. Dedik “bir marangoz lazım”. Hemen aradı birisini. Ulaşamayınca “gidelim beraber marangozhaneye” dedi kahveyi elemanına emanet edip bizimle beraber geldi. Marangozhane dedikleri oldukça iri bir ağaç işleme atölyesi. Gökçeağacın bildiğimiz kayın olduğunu tesisin sahibinden teyit ettikten sonra karaçam ve köknar iki parça ağaç alıp döndük gerisin geriye. Aklıma 8 sene önce gene Mengende rastladığım 11 çocuk sahibi yaşlı ama dinç bir Mengenli geldi. Gülümseyerek anımsadım, otostop yapıyordu Yedigöller yolunda. Neşeli, müthiş zeki bir Anadolu insanıydı. Mevzuyu hatırlamıyorum şimdi ama “hacı amca sen de az değilmişsin ha” diye gururunu okşayayım derken, “ bedenümü şişüme avkat bey” cevabındaki zakaya ve espriye kahkahalar atmaktan gözümden yaş gelmişti. Güler yüzlü insanlar eski-yeniçağalılar, Mengenliler. Uğrayın yolunuz düşerse. Buralarda huş ağacı yok, yay ustası da olmamış. Çega tutkalını hiç duymamışlar. Yani bu bölgede akçağaçtan başka işimize yarayacak bir şey yok gibi. <br />Akşam kadim dostumuz Düzceli Sami ustayı ziyaret edip orada sabahladık. Sami ustayı bilmeyenler için söyleyeyim her yönüyle sanatkâr. Asıl işi gümüşçülük ama elinden gelmeyen iş yok. Bizim gümüşten zighirleri yapan usta. Birde tasarımları kendisine ait gümüşten, savatlı bilezikler yapar ki görenleri hayran bırakır. Hanıma hediye etmiştim nefis bir tane. Amerikalı birisine yaptığı en son savatlı oymalı gümüş bileziği gösterdi, nutkum tutuldu. Üzerinde Bulgari yazsa en tanınan model olur ama “ameli Sami” yazdığı için meraklısından başkası bilmez. Bu nedenle Sami Usta gibi sanatkârlar şehir merkezlerinde dükkânlarının kiralarını ödeyemedikleri için atölyelerini köydeki evlerine taşımak zorunda kalırlar. Orada bir yandan bilezik, yüzük yapıp geçimini temin etmeye çalışırken, diğer odada köyün çocuklarına ebru sanatını, toprak boya yapmaktan başlayarak öğretir Sami usta. Ekrem kardeşim yay kalıplarını bir gönderebilse yay yapmaya da başlayacak geçen sene temin ettiğimiz akçaağaçlardan. Sami ustamla sabah üçe kadar muhabbeti koyultunca ertesi gün 10.da zor uyanabildik elbette.<br />- “Sami ustam, şu bizim kemankeş ormanına bir gidelim mi?”. Atladık arabaya Sami ustamla yanında dünya tatlısı çocukları ve misafiri Emreyle. Delikanlı üniversitede öğrenciymiş. Sohbet tabi zırh, ok, yay, tarih olunca birkaç defa sordu garibim yanlış duyduğunu düşünerek. <br />-“Abi sen ne iş yaparsın?” <br />Dereden geçtik su şırıltılarını dinleyerek. Ulu ağaçların olduğu bir orman hayal ediyorum elbet. Bir an önce büyüsün akçalarımız. Büyümüş ama akçalar değil yabani otlar. Bri sene olmadı daha nerden büyüyecek. Ormanımızın Her tarafını yabani bitkiler sarmış. Diken mi istersiniz, sarmaşık mı, yoksa kızılotlar mı? Ama belli birileri ağaçların etrafını temizlemiş. Hakan bey ve ekibi olmalı. Ne de olsa onların sorumluluk alanı. ‘Merak etmeyin Adnan Bey, bakarız biz sizin ormanınıza’ demişti ayrılırken. Sağolsunlar. Sevindirici tarafı 3-4 tanesi dışında ağaçların hemen hepsi tutmuş. Ama yabani otların arasından bir şey görünmüyor ki. Topraktan fışkırıyorlar sanki. <br />Akçalarımızı fotoğrafladıktan sonra ‘Hadi kışın göremediğiniz şelaleyi de görelim’ dedi Sami usta. Biraz üst taraftaki pınara gittik önce. Roma döneminden kalma bir lahit kapağını delmişler ortasından plastik boruyu geçirmişler ve süslü bir çeşmeye sahip olmuş köylüler. Kemankeş ormanına giden yol kenarındaki meranın az yukarısındaki pınar, sizi bekliyor bütün garipliğiyle. Tarlaya bir suyolu açmışlar içi pişmiş toprak kap parçalarıyla dolu. Belli ki bu alan Romalılar zamanından kalma bir yerleşke. Daracık keçi yolu, kayın ve kestane ağaçlarının altından ilerliyor. Masalsı bir havası var çağlayan yolunun. Yolda mantarlar, kızılcıklar, böğürtlenler, ikramlar sunuyor gelenlere. İnişli çıkışlı patikadan ilerlerken çağlayanın uğultusu yaklaşmaya başlamışken Sami usta birden durarak;<br />-“ Abi bu ne ya?. Gösterdiği bitkiye bakıyorum irkilerek<br />“Hint keneviri!!!!”<br />Vay deyyuslar vay!!! Kitapsızlara bak, kimsenin geçmediği bir yere ekmişler ki faili mechul olsun. Söylene söylene şelaleye gidiyoruz. Vallahi şelale Sami ustanın anlattığı kadar varmış. Suyu çok fazla olmamasına rağmen köpük köpük suların yükseklerden deli deli dökülmesi seyre değer. Burada orman çok güzel, ağaçlar dağ gibi yüce. Şelalenin üst tarafındaki küçük bir delikten seyrediyorsunuz gökyüzünü. Ardı ardına deklanşöra basıyorum kemankeşleri bu yaz sıcağında güzel bir manzarayla serinletmek için. Yukarıda büyük şelale var diyor Sami usta ama biraz önce gördüğüm kenevirler canımı sıkıyor. Telefon çekmeye başlayınca arıyorum jandarmayı.<br />-“İyi günler. Ben av. M.Adnan Mehel, buraya diktiğimiz ormana bakmaya gelmiştim de yolda kenevire rastladım da… falan filan”. Oğlum kırk yıllık hukukçusun böyle bir hikâye olur mu? Tamam işin aslı böyle de, kim inanır buna. Yok orman dikmiş te, yok pınara gitmiş te, yolda hint kenevirine rastlamışta. İster misin şimdi “vay uyanık bize masal anlatıyor” desinler? İyi ki bizim ormana dikmemişler keneviri. Oranın afyonu da baya kaliteli olur ha toprak o kadar güzel ki altın düşse yere seneye kalmaz ağacı biter. “Abi bunlar kemankeş ormanı malı. Böylesini Afganistan’da bile bulamazsınız” diye satarlardı herhalde. Töbe töbe. Bugün hem Oblamovluğum, hem tüm abuk subukluğum üzerimde. Birazdan bir görevli aradı;<br />-“Alo avukat bey ben sivil görevli astsubay ….. şu yeri bir tarif eder misin?”<br />-“Ne bileyim arkadaş burası dağın başı. Ne sokak adresi var ne cadde. Hani dağın başında lahit kapağından çeşme var ya? <br />-“Ne çeşmesi, orası neresi.?” Hayda ! Duyarlı vatandaşa olalım derken başımıza iş aldık. 3 defa geldiğin dağ başını nasıl tarif edersin<br />-“ Siz en iyisi Aydınpınar orman işletmeye gelin ben sizi oradan alayım olmaz mı?”. <br />Neyse sözleştik bir yerde buluştuk. Sami usta oralı olduğu için kıllanırlar-mıllanırlar, ben göstereyim sevabına diye yalnız buluşup şelaleye yollandık. İki sivil jandarma ve kel kemankeş narkotikçi rolü oynamaya başlamadık dağın başında. Hoş sohbet arkadaşlar ama ben evhamlıyım. Ben olsam ‘bu hergele bunları buraya dikmiş, sonra ne olur olmaz diye tırsıp kendisi haber veriyor’ diye düşünürdüm herhalde.<br />-“Dere boyunu komple gözden geçirmek lazım. Bu uyanıklar kimin diktiği belli olmasın diye burayı seçmişler. Demek ki tecrübeliler. Buraların en namlı kenevircisini takibe almak lazım acemi işi değil “ falan diye akıl veriyorum. Baya bir mesafe gittikten sonra kenevir tarlasına ulaştık. Birdenbire önlerine çıkan hint kenevirlerinden önce şaşıran görevlilerin eli yaprağa değer değmez yüzleri değişti. Yaprağı kokladılar.<br />-“Avukat bey bu “hint keneviri” değil” dediler. Kokarmış meretin yaprağı ama bu bitki o kadar çok benzermiş ki hint kenevirine, görevliler bile şaşırırlarmış bazen. Bozum oldum elbette. İki saat burada boşuna zaman kaybettiğime mi yanayım. Yanlış ihbarda bulunup kolluk kuvvetlerini boşuna meşgul ettiğime mi?. <br />-“Kusura bakmayın ben sadece resmini görmüştüm” dedim ezile büzüle. <br />-“Olsun avukat bey eksik olmayın. Şaşırmanız gayet normal bak şelale çok güzelmiş,görmemiştik” dediler. Geçerken pişmiş kil parçalarını gösterip ;<br />-“Belli ki burada büyük bir yerleşke varmış ” dedim. Ne üstüme vazifeyse<br />-“Tarihi eserlere meraklısınız galiba” lafından kıllandım nedense. “Bunun işi tarihi eser kaçakçılığı diye düşündüler herhalde” diye gene evham bastı gene. Sizi gidi uyanıklar. Gerçi işleri bu. Gerilen sinirlerimle dağ başında nutuk çekeceğim tutmasın mı;<br />- “Evet, tarihi eserlere meraklıyım. Yalnız beni Helenistik çağın bilmem ne heykeli ilgilendirmiyor. Veya bilmem hangi krala ait metal parçaları da. İkonalar falan da ilgi alanıma girmez. Osmanlıdan Selçukludan kalma ok ucu varsa, yay varsa, ok varsa, ilgilenirim. Satan falan olursa da kusura bakmayın riske girer alırım. Biz bunun ticareti ile değil ilmiyle uğraşıyoruz. Kopyalarını çıkartıyoruz, yeniden yapıyoruz, teknolojisini anlamaya çalışıyoruz. Tarihi eser kaçakçılığı ile ilgilenen varsa da haber gönderiyorum “temrenler varsa, yay varsa, ok varsa haberimiz olsun diye. Şimdiye kadar bulamadık ama bulursam ve imkânım olursa satın alırım. Yeter ki uçmasın buralardan tapu kayıtlarımız. Sizden ricamız eğer ele geçirirseniz böyle bir şeyler, hiç olmazsa bize fotoğrafını gönderin.” <br />Sabırla dinlediler sağ olsunlar yardımcı olmaya söz vererek. Oturduk bir cigara tellendirdik plastik katkılı Bizans aynalı pınarın yanında. Buz gibi kaynak suyundan da içtik elbette. Sordukça sordu asker arkadaşlarımız. Anlattık kemankeşliğin ne olduğunu ve ne ile uğraştığımızı. <br />-“Hocam tekrar bekleriz dediler. Ne zaman yolunuz düşerse Düzce’ye, çay içelim sohbet edelim.”<br /> Çenemiz düştü gene kusura bakmayın. Resimler aşağıdaki adreste.<br />http://picasaweb.google.com.tr/adnanmehel/YeniKlasor?authkey=Gv1sRgCPLxv6Heq6H0aA#<br />* Rus romancı Gonçarov’un bezginliği ve tembelliği ile ünlü roman kahramanı,<br /> <br /> Temmuz 2009. Kemankeş Çelebi- Adnan MehelAdnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-62488379979999350722009-07-15T01:30:00.004+03:002009-07-15T01:35:20.063+03:00Yaşlı kemankeşHüzünlüyüm dedi yaşlı kemankeş<br />Ak düşmüş sakalını karıştırarak<br />hüzünlüyüm dedi ve devam etti<br />yorgunca yerinden doğrularak<br /><br />dostlar birbirini kırmış<br />aksakal ne yapsın<br /><br />Altı üstü bir yanlış anlama<br />düşünmeden kırdığını<br />yay gibi gergin,ok gibi sivri<br />sinirle söylenilen kelime<br />saplanınca bıçak gibi bağrıma<br /><br />dostlar birbirini kırmış<br />mantık ne yapsın<br /><br />Bugün sahaflara vardım <br />“buda geçer yahu”<br />yazan bir yazı aldım<br />nefis bir celi sülüs<br />astım odanın duvarına<br />mahzunca seyre daldım<br /><br />Dostlar birbirini kırmış<br />hattat ne yapsın<br /><br />Ferahlasın diye yüreğim<br />simit attım martılara<br />Uçuştular, kaptılar<br />dönerken Üskudara<br />baktım derin sulara<br /><br /><br />dostlar birbirini kırmış<br />kuşlar ne yapsın<br /><br />Bir demet çiçek aldım<br />roman çiçekçimizden<br />kokladım, okşadım<br />sonra koydum vazoya<br />daldı gitti gözlerim<br /><br />dostlar birbirini kırmış<br />çiçek ne yapsın<br /><br />Çıktım gurubu seyrettim<br />boğazın kenarından<br />sevindirsin beni diye<br />kızıl ve ölgün güneş<br />minareler ardından<br /><br />dostlar birbirini kırmış<br />gurub ne yapsın<br /><br />Başlarını okşadım<br />oynayan çocukların <br />bir parça çalmak için<br />sevinçlerinden onların <br />ve gülmeye çalıştım<br /><br />Dostlar birbirini kırmış<br />çocuk ne yapsın<br /><br />Sırf sevdiğim insanlar<br />bir nebze gülsün diye<br />biniverdim eşeğe<br />varsın ayıplasınlar<br />mahkemeden karar aldım<br />ve yazılar yazdım <br /><br />Dostlar birbirini kırmış<br />kalem ne yapsın<br /><br />Hırs baldan tatlıdır derler<br />dillerine gelen her sözü<br />düşünmeden söylerler<br />anladım söz faydasız<br />barıştırmak için <br />ve kelam kifayetsiz<br />meramı anlatmak için<br /><br />Dostlar birbirini kırmış<br />kelam ne yapsın<br /><br />iyi de zaten küstüren<br />Birkaç kelam değil mi?<br />bizleri mahzun eden<br />bir anlamsız arbede<br />dedim idi, dedin idi<br />bir manasız çekişme<br />insaf edin bunun için <br />kalp kırmaya değer mi? <br />(sitedeki bir tartışma üzerine yazılmış şiir)Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-44991139140352480942009-06-16T18:42:00.006+03:002011-06-14T10:07:35.021+03:00Zaporojye kazaklarının Osmanlı Sultanına cevabı<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEizjTTY2S79D_ldQAukcWYwNX-wIjb8LwCEKi-kdoLzIQr2jmTBenDz_Ji1anuNVY8C-Oz0Gg2sgdwwWiLHMjgQo-FZNJJLiOKCcASHtAsi4VMAcGOZVA_TnOgpX_wZs6OPeJpR0cokYxWH/s1600-h/zaporojye+kazaklar%C4%B1n%C4%B1n+osmanl%C4%B1+sultan%C4%B1na+cevab%C4%B1.jpg"><img style="cursor: pointer; width: 400px; height: 299px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEizjTTY2S79D_ldQAukcWYwNX-wIjb8LwCEKi-kdoLzIQr2jmTBenDz_Ji1anuNVY8C-Oz0Gg2sgdwwWiLHMjgQo-FZNJJLiOKCcASHtAsi4VMAcGOZVA_TnOgpX_wZs6OPeJpR0cokYxWH/s400/zaporojye+kazaklar%C4%B1n%C4%B1n+osmanl%C4%B1+sultan%C4%B1na+cevab%C4%B1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5347954273684129970" border="0" /></a>
<br /><meta equiv="Content-Type" content="text/html; charset=utf-8"><meta name="ProgId" content="Word.Document"><meta name="Generator" content="Microsoft Word 11"><meta name="Originator" content="Microsoft Word 11"><link rel="File-List" href="file:///D:%5CDOCUME%7E1%5COwner%5CLOCALS%7E1%5CTemp%5Cmsohtml1%5C01%5Cclip_filelist.xml"><!--[if gte mso 9]><xml> <w:worddocument> <w:view>Normal</w:View> <w:zoom>0</w:Zoom> <w:hyphenationzone>21</w:HyphenationZone> <w:punctuationkerning/> <w:validateagainstschemas/> <w:saveifxmlinvalid>false</w:SaveIfXMLInvalid> <w:ignoremixedcontent>false</w:IgnoreMixedContent> <w:alwaysshowplaceholdertext>false</w:AlwaysShowPlaceholderText> <w:compatibility> <w:breakwrappedtables/> <w:snaptogridincell/> <w:wraptextwithpunct/> <w:useasianbreakrules/> <w:dontgrowautofit/> </w:Compatibility> <w:browserlevel>MicrosoftInternetExplorer4</w:BrowserLevel> </w:WordDocument> </xml><![endif]--><!--[if gte mso 9]><xml> <w:latentstyles deflockedstate="false" latentstylecount="156"> </w:LatentStyles> </xml><![endif]--><style> <!-- /* Font Definitions */ @font-face {font-family:"Arial Unicode MS"; panose-1:2 11 6 4 2 2 2 2 2 4; mso-font-charset:0; mso-generic-font-family:roman; mso-font-format:other; mso-font-pitch:variable; mso-font-signature:3 0 0 0 1 0;} @font-face {font-family:Tahoma; panose-1:2 11 6 4 3 5 4 4 2 4; mso-font-charset:162; mso-generic-font-family:swiss; mso-font-pitch:variable; mso-font-signature:1627421319 -2147483648 8 0 66047 0;} /* Style Definitions */ p.MsoNormal, li.MsoNormal, div.MsoNormal {mso-style-parent:""; margin:0cm; margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:none; mso-hyphenate:none; font-size:12.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-fareast-font-family:"Arial Unicode MS"; mso-font-kerning:.5pt; mso-fareast-language:#00FF;} a:link, span.MsoHyperlink {color:blue; text-decoration:underline; text-underline:single;} a:visited, span.MsoHyperlinkFollowed {color:purple; text-decoration:underline; text-underline:single;} @page Section1 {size:595.25pt 841.85pt; margin:2.0cm 2.0cm 2.0cm 2.0cm; mso-header-margin:35.4pt; mso-footer-margin:35.4pt; mso-paper-source:0;} div.Section1 {page:Section1; mso-footnote-position:beneath-text;} --> </style><!--[if gte mso 10]> <style> /* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;} </style> <![endif]--> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-family:Tahoma;">Zaporojye kazaklarının Türk Sultanına Cevabı.<o:p></o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><b><span style="font-family:Tahoma;"><o:p> </o:p></span></b></p> <p class="MsoNormal"><span style="font-family:Tahoma;"><span style=""> </span><span style=""> </span><span style="font-size:100%;"><span style="font-family:times new roman;">Ünlü ressam İlya Repin’in bu isimdeki tablosu sadece Rusya ve Ukrayna’da değil Slavyanların bulunduğu bütün coğrafyada en çok bilinen ve sevilen tablodur. Konusu bizi oldukça çok ilgilendiren bu tablonun değişik bir hikâyesi var. Resmin konusu Zaporojye Kazaklarının Türk sultanına mektup, daha doğrusu cevap yazmasıdır. Bu ilginç tablonun konusu edepsiz mektup ile ilgili olarak ilk kez haberdar olduğum yere, sayın Alev Alatlı'nın Gogol'un İzinde serisinin 2. kitabı olan Dünya Nöbeti isimli eserinin 403. sayfasına bir göz atıyoruz.</span><o:p style="font-family: times new roman;"></o:p></span></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><span style=""> </span>“<i>1645 de Sultan Mahmut bunlardan (Zaporojye Kazaklarından ) teslim olmalarını istemiş. Tabloyu açıklamak için yakınındaki sehpalardan birine Sultanın gönderdiğini söyledikleri fermanın tercümesini koymuşlar. Mealen şöyle yazıyor: <o:p></o:p></i></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><i><span style=""><span style=""> </span>“Muhammedin oğlu, güneşin ve ayın kardeşi, Tanrının torunu ve valisi, Makedonya, Babil ,Kudüs, Aşağı ve yukarı <span style=""> </span>Mısır, imparatorlar imparatoru, hükümdarlar hükümdarı, fevkalade, namağlup; İsa Mesih'in kabrinin yılmaz bekçisi,Tanrı tarafından seçilmiş vasi; Müslümanların umudu ve teminatı, Hıristiyanların hamisi. Sultan olarak siz Zaporojye Kazaklarına bana gönüllü olarak ve direnmeden teslim olmanızı ve beni saldırılarınızla rahatsız etmekten kaçınmanızı emrediyorum. Türk Sultanı Mahmut IV.”<o:p></o:p></span></i></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><span style=""> </span><span style=""> </span>İzninizle burada Alev hanımın kitabından ayrılacağım. Alev Hanım kitabı roman tarzında yazdığı için eleştiri yapmamış, muhtemelen akıcılık bozulmasın diye ama Türk sultanına ait olduğunu iddia ettikleri bu mektup üslup olarak kesinlikle Osmanlı sultanlarının yazışma diline uymuyor, hiçbir sultan kendisini Muhammed’in oğlu, Tanrının torunu gibi sıfatlarla anmaz. Kendilerini anlatan giriş kısmı sayfalar dolusu tutar bu kadar kısa da olmaz. Ayrıca IV. Mahmut diye bir Osmanlı sultanı zaten yok. Mektubun güya orijinalinde IV. Muhammet yazıyor ama öyle bir padişah da yok. Bazen de IV Mehmet kaydı bulunmakta. Hadi kırmayalım Zaporojyelileri bunun bir baskı veya tercüme hatası olabileceğini düşünerek bazı yerlerde IV. Mehmet diye belirttikleri için üslubun kesinlikle Osmanlı üslubu olmadığını şerh edip dünya nöbeti isimli kitaba geri dönüp devam edelim.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><i><span style=""><span style=""> </span>“ Gogol’ün dedeleri o yıllarda Polonya hesabına savaşıyorlar. Biz Polonyalıları yenmişiz, imzalanan antlaşmaya göre Zaparejyan Kazaklarının toprakları da bizim sayılıyor. Ne ki kazaklar aynı fikirde değiller, onlar da oturmuş IV. Mahmut'a cevap yazmışlar. O da mealen şöyle;<o:p></o:p></span></i></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><i><span style="">“ Dinyepr Kazaklarından Türk sultanına: Seni Türk şeytanı, lanetli iblisin kardeşi ve refakatçisi, selam! Sen ne biçim bir soylu şövalyesin? İblis boşaltır, senin ordun yer. Asla Mesih'in çocuklarına layık bir ağa olamayacaksın: senin ordundan biz korkmuyoruz, denizden olsun karadan olsun sana karşı savaşacağız. Seni Babil’in sefil adamı, Makedonya'nın tekerlekçisi, Kudüs'ün biracısı, İskenderiye'nin keçi çobanı, Ermenistan'ın dişi domuzu, Tataristan’ın keçisi, Kamenetz'in cellâdı, Podaliyanskk'ın kötü adamı, İblis'in torunu, bütün dünyanın ve ötekinin en ahmak adamı ve bizim Tanrı'mızın nezdinde de bir kalın kafalı, bir domuz burnu, bir kısrak...'Biir kasap köpeği, vaftiz görmemiş bir alınsın. Şeytan alsın seni! Kazakların sana söyleyecekleri bu, seni aşağılıkların en alçağı! Gerçek Hıristiyanlara ağalık yapmaya layık değilsin! Bu mektuba tarih yazmıyoruz çünkü takvimimiz yok; gökyüzünde mehtap var, yıl bir kitapta yazılıdır ve gün bizde hangisiyse sende de odur ve sen bizim neremizi öpeceğini bilirsin.”<o:p></o:p></span></i></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><span style=""> </span>Sayın Alev Alatlı’nın kitabından yaptığımız alıntıya göre mektup bu. Durun hemen sinirlenmeyin kendi kendimize hakaret etmek için bu mektubu buraya alıntılamadım. İlya Repin'in bu ünlü tablosu ve bu mektup Slavyanların bulunduğu her coğrafyada bilinir, sık sık okunur içki meclislerinde neşe kaynağıdır. Hatta bütün bu edepsiz ve seviyesiz üslubuna rağmen ilkokullarda ders kitaplarında bulunur ve körpecik dimağlara Türk sevgisi bu şekilde aşılanır. Hemen ve derhal böyle bir mektup faksla veya posta ile gönderilemeyeceği için özel elçiler vasıtası ile getirilmesi ve bu mektubu Osmanlı sarayında sultanın huzurunda okuyacak sağlamlıkta <span style="color:black;">mabadı</span> olan bir Kazak’ın çıkma ihtimalinin tamamen sıfır olduğu yolunda itiraz edebiliriz. Herhalde daha birinci satır bitmeden kelle-i murdarını cismi necisinden tiz koparır Roksalena’nın donuna sarıp Ukrayna'ya postalarlardı. Geriye kalan cesedi murdarı artık kurgan geleneğinde kurban edilen atların derisini soyup bir kazığa oturtulması taktiğimi uygulanırdı, yoksa kazıklı Voyvoda usulü mü denenirdi veya hiçbirine tenezzül edilmeyip eşek adasına sürgüne gönderilen aç köpeklerin önüne mi atılırdı artık bilemem. Ayrıca Bu mektuptan sonra Zaporojye bölgesinde herhangi bir canlının veya nebatatın yaşamak ihtimalinin olup olamayacağı da tartışılırdı elbet. “Ya kazaklardan tarihte çok çekmişiz, adamlar burnumuzun dibine kadar gelip yağma yapmışlar” demeyin, o dönem ile bahsettiğiniz<span style=""> </span>dönem farklı. Ayrıca habersizce baskın yapmakla sultan huzurunda elçi olarak gelip bu mektubu okumak ayrı şeyler. Neticede baskın basanındır. IV Mehmet dönemi İngilizlerin ve Fransızların Osmanlı himayesine sığındığı bir dönem ve sultanın bir mektubunun bırakın baldırı çıplak Kazakları, dünyanın o zamanda süper güçlerinden birisi olan İspanyayı tir tir titrettiği bir dönem. İngiliz Lordlarının(?) İspanyol gemilerinin Amerika kıtasından getirdiği altınları korsanlıkla yağmaladıkları bir dönem(Bilgi L. N. Gumilev'den ). Siz bakmayın Elizabeth filminde evde kalmış kraliçelerini sanki alan varmış gibi “ Türk sultanıyla mı evleneyim“ diye böbürlenmelerine.O tarihlerde İngiltere v fransanın bütçesi <span style=""> </span>sadece Sivas livasının bütçesinin bile ancak 1/5 kadarı.İspanya Osmanlıdan korkusuna Lordların Somali usulü zenginleşme çabalarına bile sesini çıkarmadığı bir dönemde Zaporojye çapulcularının Osmanlı sultanına böyle bir mektubu göndermesi imkân dâhilinde değil. Bu arada Osmanlı arşivlerini araştırmayı falan düşünmeyin, bırakın bu mektubu bunun yüz misli hafifletilmişini bile bulma şansınız yok.<span style=""> </span><o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><span style=""> </span><span style=""> </span><span style=""> </span>İyi de nereden çıktı bu mektup neden bu kadar popüler oldu ve neden hâlâ bütün bu seviyesiz üslubuna rağmen ilkokullarda ders kitaplarında okutuluyor. Hadi biraz kuzeye doğru uzanalım. Bakalım bu konu hakkında onlar ne diyorlar. Gidelim dedikse hemen ayaklanmayın durun İnternet güzel nimet. Eskilerin tabanları şişermiş koşturmaktan şimdi benim gibi araştırmacıların oturak yeri nasır bağlıyor, rahatımız yerinde yani. Merak etmeyin ben sizi temsilen arada bir gider, <span style=""> </span>mucibince amel eylerim. Telaş etmeyesüz. B</span><span style="font-size:100%;">akın ne diyor Dinyepropetrovsklular;</span><span style="font-size:100%;"><o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><span style=""> </span></span><span style="font-size:100%;"><a href="http://www.prodnepr.dp.ua/stat.php3?stat=30">http://www.prodnepr.dp.ua/stat.php3?stat=30</a><a href="http://www.prodnepr.dp.ua/stat.php3?stat=30"><span style=""> </span></a></span><span style="font-size:100%;"><o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b><span style=""><span style=""> </span><span style=""> </span>“ZAPOROJYELİLERİN TÜRK SULTANINA MEKTUBU GERÇEK Mİ?<o:p></o:p></span></b></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b style=""><i style=""><span style=""><span style=""> </span><o:p></o:p></span></i></b></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b style=""><i style=""><span style=""><span style=""> </span>Dinyepropetrovskta kim İlya Efimoviç Repin’in “Zaporojyeliler Türk sultanına mektup yazıyor” isimli tablosunu bilmez? Ama bu mektubun Zaporojyelilerin yazmadığını, yazmış olsalar bile kesinlikle sultana bu mektubun ulaşmadığını çok az kişi biliyor. Anlaşılan(görünen ) bu mektup tarihi bir gerçek değil sadece edebi bir eserdir. (</span></i></b></span><span style="font-size:100%;">sevsinler edebiyatınızı<b style=""><i style="">)Her halükarda ünlü skandal edebiyatçı Oles Buzina böyle iddia ediyor.”<o:p></o:p></i></b></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b style=""><i style=""><span style=""><span style=""> </span><o:p></o:p></span></i></b></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b style=""><i style=""><span style=""><span style=""> </span></span></i></b></span><span style="font-size:100%;">Müsaadenizle lafa karışayım biraz. Adı sanı duyulmadık bir internet yazarının yazısından delil mi olur demeyin. Argümantatif beklentileri olan okuyucularımızın dileklerini yerine getirerek hiçbir masraftan kaçınmayıp iki tıklamayla bu küfürbaz yazarı bulduk. Aşağıdaki alıntılar onun kitabından kitabın adı “Taynaya İstoria Ukraynı-Rus” Yazar Oles Buzina, Kiev İzdatelstva<dovira> yayınevi.2007 ilgili bölüm başlığı “Ненаписанное письмо запорожцев” ( Zaporojyelilerin Yazılmamış Mektubu) sayfa 179. Aslında bu bölümü komple tercüme edecektim ama adam bizi o kadar seviyor ki okurken yüzüm kızardı. Muhtemelen kız arkadaşı Türkiye'de tatil yapmış. Anlayışla karşılamalı. Ben <span style=""> </span>ilgili kısımları özetleyerek devam edeyim neme lazım; <o:p></o:p></dovira></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b style=""><i style=""><span style=""><span style=""> </span><span style=""> </span>“Türk sultanına mektubun değişik nüshaları bir buçuk asır üzerinde farklı tarihler taşımaktadır; 1600, 1619, 1678, 1702, 1733</span></i></b></span><span style="font-size:100%;">. <b style=""><i style="">ilk olarak bu mektup M.A. Markeviçin 1844 yılında “ Malarusya Tarihi “ nin 5. cildinde basıldı. 1872 yılında ise M. İ. Kostomar Zaporojyelilerin bu mektubunu “Ruskaya Starina”<span style=""> </span>isimli dergisine koydu. ve dergi Kostomar'ın yanıldığını ve kendi mektuplarının en gerçek mektup olduğunu infial içinde iddia eden şahıslardan bir sürü mektup aldı. Bunlardan şimdi en popüler olanı D.Yavornitski nin “Zaporojye Kazakları Tarihi”ni de vermiş olduğu metindir. Ve o metin şimdi kutsal bir emanet gibi Dnyepropetrovsk tarih müzesinde muhafaza edilmektedir.”<o:p></o:p></i></b></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><span style=""> </span>Adamlardaki tarih sevgisine bakar mısınız? En lüzumsuz metinleri bile tarih müzesinde hem de mukaddes emanetler bölümünde. Aslında normal karşılamak lazım. Çünkü bu bölgede 17. yüzyıla kadar numunelik bile Slavyan yok idi. Bahsedilen bölge deşti Kıpçak yani Kıpçak bozkırının başladığı yer ve Türk bölgesi. İskitlerden Kimmerlerden sonra Sarmat, Alan, Avar, Batı hunları, Hazarlar, Peçenekler, Karakalpaklar, Torklar, Guzlar, Bolgarlar bir dönem hatta Selçuklular, Altınorda devleti ve son olarak da Kıpçak, Polovetsler, göçer aşiretler ili Kırımlıların asırlar değil milenyumlarca cirit oynadıkları bölge. Slavyanların memlekette geçinemeyen, suç işleyen, savaş kaybeden, inançları dolayısı ile dışlanan, serflik sisteminden yani toprağa bağlı kölelik sisteminden kaçan baldırı çıplakları bu bölgeye kaçak olarak gelmişlerdi. Ülkenin adı zaten Ukrayna. Rusça Okrayne kelimesinden gelme, sınır ötesi gibi bir manası var. Slavyan knazlıklarının(prenslik) sınırları dışını ifade etmek için kullanılmış. O tarihlerde bu bölge değişik Türk kökenli insanların kazaklık hayatı yaşadığı bir bölge. Yani herhangi bir siyasi otoriteye bağlı olmadan başına buyruk insanların özgürce yaşadığı alan. Yani aslında Ukrayna kelimesi bir nevi Kazakistan manasına gelir. Başına buyruk insanların yaşadığı bölgedir özetle. Tabii ki bölgede beraber hareket eden guruplar da vardı. İşte çeşitli sebeplerle knazlıklar bölgesinden ayrılıp Ukrayna'ya gelen Slavyanlar bölgede kazaklık hayatı yaşayan Türklerle tanışmış ve kazaklık kültürünü benimsemişlerdir. Tolstoy'un Kazaklar isimli romanını okuyanlar veya Gogol'un Taras Bulba'sını okuyanlar Kazakların kendi aralarında Türkçe özel bir terminolojiye sahip olduklarını hatta iyi Türkçe konuşmanın Kazaklar arasında popülarite sağladığını fark etmişlerdir.<span style=""> </span>Türk kazaklarına “Kazak” Slavyanlara da “Kaza<b>h” </b>denir. Fark bu kadar. Yani kazaklık etnik kökene dayalı bir oluşum değil tamamen sosyal bir olgudur, organizasyondur. Zamanla Slavyan nüfus fazlalığı dolayısı ile bölgeye hakim olmuş, Türk kökenliler de aralarında erimişlerdir. İşte bu nedenle Ukrayna dilinde 4000 Türkçe kelime bulunur. (Rusça da 2000) renkleri de Ruslara göre biraz daha koyu boyları da daha kısadır.(Deneyimle sabittir) Knazların bitmez tükenmez kavgalarından bıkan bu bölgedeki Kaza<b>h</b>ların kendi tarihlerini başlatacak bir olaya ihtiyaçları vardı muhtemelen. Hani Türkler ve Moğollar kurttan türediklerine inanırlar ya. Zaporojyenin baldırı çıplakları da bula bula bu sarhoş mektuplarını bulmuşlar onu da mukaddes emanet gibi saklıyorlar ama yazıda fark edeceğiniz gibi bu mektuptan yığınlarca farklı nüsha var aslında, küfrün dozajı da alkolün volümüne bağlı olarak azalıp artıyor anlaşılan. Kusura bakmayın gene dayanamadım girdim araya. Tamam, kızmayın devam ediyoruz. <o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b><span style=""><o:p> </o:p></span></b></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b style=""><i style=""><span style=""><span style=""> </span><span style=""> </span>“En fazla alıntı yapılan ve kullanılan metin, sansürlenmiş içeriği nedeniyle İvan Sirka'ya atfedilen metindir. Diğer metinler oldukça edepsiz cümleler içeren mektuplardır.”<span style=""> </span><o:p></o:p></span></i></b></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><span style=""> </span>Bu mektubun tercümesini Sayın Alev Alatlı'dan zaten alıntıladık tekrar etmeye gerek yok. Sansürlenmişi bu ise normalini siz tahmin edin artık Sadece imza olarak <b style=""><i style="">“Ataman(Getman-ukraynaca) İvan Sirko Kosheviy,<span style=""> </span>tüm Zaporejyelilerin atamanı” </i></b>yazıldığını belirtmekle yetinelim. Yazar Olez Buzina dalga geçerek devam ediyor. <b style=""><i style=""> <!--[if !supportLineBreakNewLine]--> <!--[endif]--><o:p></o:p></i></b></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b><i><span style=""><span style=""> </span>“Muhtemelen uzun kış akşamlarında Zaporojye kazak garnizonunda defalarca uydurulup tekrarlanan bu şaheserlerin Ukrayna sınırları dışına çıktığını asla sanmam. </span></i></b><b style=""><i style=""><span style="">Mektupta Zaporojyeli Kazaklarının büyük gerçekleri saklı, yani tam olarak öyle olduğunu düşünüyorlar. Ama bu mektubun Türk sultanına gönderildiği çok şüpheli.</span></i></b></span><span style="font-size:100%;">
<br /><span style=""> </span><span style=""> </span><b style=""><i style="">1978 yılında İlya Repin tarihi bir resim için güncel bir tema buldu. Rusya daha yeni Türk-Rus savaşından muzafferiyet elde etmişti ve vatanseverlik-milliyetçilik modaydı. Zaporojye Kazakları tablosunun ilk taslak çalışmasını Moskova civarında Abramşevo’da yaptı, ama resmi 13 yılda bitirdi. <!--[if !supportLineBreakNewLine]--> <!--[endif]--><o:p></o:p></i></b></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b><i><span style=""><span style=""> </span>Ukraynalı toprak ağası Tarnovski Repin'e kendisine ait eski kazak müzesine girmesine izin verdi sonuçta kendisine bu resimde büyük siyah bir papakla (Rusçası da papak) bir ikamet edindi ve oğlu da yuvarlak şapkasıyla resimde yerini aldı.<o:p></o:p></span></i></b></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b><i><span style=""><span style=""> </span>Tarihçi Yavornitski bazı önemli tavsiyelerde bulundu. Ressam Repin minnettarlık ifadesi olarak onu mektup yazarı suretinde resmetti. Resim sanatçısı Kuznetsev de iri kıyım ve başı bandajlı olarak tasvir edildi.<o:p></o:p></span></i></b></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b><i><span style=""><span style=""> </span>Profilden görünen koca göbekli figür ise gazeteci Gilyarovsko'ya ait. (Ataman) Sirka'ya gelince, İlya Repin en yakın arkadaşlarından birisi olan, 1877-1878 yılı Türk-Rus savaşı kahramanlarından Kievli general-vali<span style=""> </span>Dragomirov'u<span style=""> </span>(Ataman) Sirka olarak resmetti. Repin onun Ukrayna mutfağından ikram ettiği yemeklerini çok sevmişti ve dürüst bir insan gibi, varenikilerin* karşılığını tuvalde ona başrolü vererek tamamen ödemiş oldu.<o:p></o:p></span></i></b></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b><i><span style="">Tuvalde resmedilen tüm eşyalar aslında Tarnovski ve Yavornitski koleksiyonlarından alınan eşyalardır. Sonuçta “ruhun somutlaştığı” şaheseri ortaya çıktı. Şimdi birçok kimse Repin'in sayesinde bu mektubun sarhoş dyakların(papaz yamakları) uydurmaları değil, gerçekten var olduğuna inanmaktadır.<span style=""> </span></span></i></b></span><span style="font-size:100%;">Valla buraya müdahale etmedim dedim ya yazar küfürbaz diye.<o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><span style=""> </span><span style=""> </span><b><i>Repin'in bu tablosunu başka bir isim vermek lazımdı “Yavornitski , Drogomirovla birlikte sultana mektup yazıyor”.<o:p></o:p></i></b></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b><i><span style=""><span style=""> </span></span></i></b></span><span style="font-size:100%;">İşin aslını ararsanız yazarın iğneleyici ve dalga geçen üslubunu tam olarak çevirebildiğim de ya da aktarabildiğimi de söyleyemem. Ama gerek de yok zaten. Ancak mektubun daha doğrusu Türk sultanına yazıldığı iddia edilen mektupların düzmece ve Ukrayna küfür edebiyatının bir numunesi olduğunu, okullarda derslerde okutularak propaganda malzemesi olarak veya içki âlemlerinde neşe malzemesi olarak kullanıldığını, müzeye de koysalar etrafında tavaf da yapsalar aslının astarının olmadığını çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz. İlkokullarda bu saçmalığın hâlâ bir tarihi gerçeklik olarak okutulması korkunç elbette ama her devletin kendisine göre politikası var ve müdahale etme imkânı yok. Kendi kendilerine yazdıkları mektubu yollanmaya maçaları tutmadığı halde yollamış addederek ve tarihi gerçek zannedip 200 yıla yakındır hâlâ böbürlenip gülmelerine kahkahalar mı atmak lazım yoksa acımak mı hâlâ karar veremedim. Ancak kızmazsanız küfürbaz yazar Oles Buzina'nın yaltaklanan bir ressam olarak tarif ettiği İlya Repin'i resmin kullanılması açısından değil de bu kadar etkili bir görsel sanat eseri üretmesi açısından, sanatkâr yönüyle tebrik etmek istiyorum. Ayrıca her ne kadar tarihimize hakaret içerikli de olsa bu uzun soluklu espri fena sayılmaz. Sazanlar yollamayı unuttukları için daha fazla gülüyorum elbet. Ancak karşılığını da vermek lazım. <span style=""> </span>Espri karşılıklı olursa güzeldir. Gerçi bizimki yeniçerinin Yahudi'nin birisini siz “İsa efendimizi öldürmüşsünüz” diye elinde palayla kovalamasına benzeyecek ama ne yapalım biz de o yeniçeri gibi yeni duyduk. Bu nedenle İlya Repin'e cevabı Ressam kemankeş kardeşimiz Şafak Tavkul verecek. Hadi sizi komşu yazar-çizer Şafak Tavkul'un köşesine göndereyim bakın bakalım Şafak biraderim konuyla ilgili ne çizmiş. <o:p></o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><o:p> </o:p></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b><i><span style=""><span style=""> </span><o:p></o:p></span></i></b></span></p> <p class="MsoNormal" style="font-family:times new roman;"><span style="font-size:100%;"><b><i><span style="">*Vareniki Ukrayna mutfağında içine beyaz lahana, patates veya vişne gibi yiyecekler konularak hazırlanan bir tür börek.</span></i></b></span></p><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfmytYX3lbUZKuZX4d9Xq5pJxuzN9rJuCpUT9ZFHGjdHw12yagaoWyUFQAeSzWzJ694_6_18RQJ8JmmULuChgSo534OGDCo3TuYmUqHqnekHqr0Bc8BvxEZns_EYoc61roICh664UzkcuM/s1600-h/1a.jpg"><img style="cursor: pointer; width: 320px; height: 189px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfmytYX3lbUZKuZX4d9Xq5pJxuzN9rJuCpUT9ZFHGjdHw12yagaoWyUFQAeSzWzJ694_6_18RQJ8JmmULuChgSo534OGDCo3TuYmUqHqnekHqr0Bc8BvxEZns_EYoc61roICh664UzkcuM/s320/1a.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5347963651865557714" border="0" /></a><p class="MsoNormal"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiX12hwQLagSWSDkZfSktZ1FW6K5Cq5hBkq8fbaOM_9Rgc_mXrAN5Q3Ri7uCvKymukNlfvz4ZPFizUzH-mCvZs98ZchtzrhEStV1Aal3LtU4Rw8n-UH8_5mXleL8WYxmHYimL5XJa52wIsi/s1600-h/2a.jpg"><img style="cursor: pointer; width: 320px; height: 189px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiX12hwQLagSWSDkZfSktZ1FW6K5Cq5hBkq8fbaOM_9Rgc_mXrAN5Q3Ri7uCvKymukNlfvz4ZPFizUzH-mCvZs98ZchtzrhEStV1Aal3LtU4Rw8n-UH8_5mXleL8WYxmHYimL5XJa52wIsi/s320/2a.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5347963657328074050" border="0" /></a></p> <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiVqysCtmhnFj2lnMF0tScIA5BF46qGh2AC7Xquv3OPXnteJZTorU1uZE6FoitFOWuHUiDFjJLL9kI1ELJlVqlxdkVS6cJ6wt-nJhajPHDZGrHdUSximxT8h4mh4s2C3BFQPuvnWIh4dqxQ/s1600-h/3a.jpg"><img style="cursor: pointer; width: 320px; height: 189px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiVqysCtmhnFj2lnMF0tScIA5BF46qGh2AC7Xquv3OPXnteJZTorU1uZE6FoitFOWuHUiDFjJLL9kI1ELJlVqlxdkVS6cJ6wt-nJhajPHDZGrHdUSximxT8h4mh4s2C3BFQPuvnWIh4dqxQ/s320/3a.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5347963661633176898" border="0" /></a><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEht0vGFNUz1AyEwo5vTMm-tEKJ1jt4xKZyc7_N1eQoKlqGeGD_Y3vIPnu5tz786qfbn-DgSAKMq5JpvLPC5-nj5x6XwUO4pnJX_f4SNdI_O1L0CqUmQANn61OS_62RnnlwonDPNT2kLrWAs/s1600-h/4a.jpg"><img style="cursor: pointer; width: 320px; height: 189px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEht0vGFNUz1AyEwo5vTMm-tEKJ1jt4xKZyc7_N1eQoKlqGeGD_Y3vIPnu5tz786qfbn-DgSAKMq5JpvLPC5-nj5x6XwUO4pnJX_f4SNdI_O1L0CqUmQANn61OS_62RnnlwonDPNT2kLrWAs/s320/4a.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5347963661748766274" border="0" /></a><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBK7GY-UN7I4XpLC764NdpPO7f802UbFgDMGGOA-A9Ror6deD19F0juaN-vaFGmDxNOrVUNYtaASWv22nVfbiwYPjnQdT3rwjQm6Xe6-4tznu7RZ2DIpukZFU2Cr-UBOlXRhVG7IfPqI-O/s1600-h/5a.jpg"><img style="cursor: pointer; width: 320px; height: 189px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBK7GY-UN7I4XpLC764NdpPO7f802UbFgDMGGOA-A9Ror6deD19F0juaN-vaFGmDxNOrVUNYtaASWv22nVfbiwYPjnQdT3rwjQm6Xe6-4tznu7RZ2DIpukZFU2Cr-UBOlXRhVG7IfPqI-O/s320/5a.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5347963664830169730" border="0" /></a>Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-65574631625866054852009-02-11T00:35:00.005+02:002009-02-15T03:48:47.212+02:00SUDAK VE KEFE DE TÜRK İZLERİ<div id=":1kp" class="ArwC7c ckChnd">Sudakla ilgili kısa bir araştırma yapayım dedim. Hani bir kaç gündür makara yapıyorum ya. Ağlayasım geldi. tahmin ettiğim gibi Sudak Osmanlı kefe( bugün kü Feodosya) sancağına bağlı suğdak diye bilinen belde. Bir subaşı tarafından idare ediliyormuş. Makara fotoğraflarda yer alan kale cenevizlerden kalma. Meğerse bu kalenin içinde Osmanlıdan kalma tek eser olan ve şimdi minaresi yıklımış kiliseye çevrilmiş bir cami varmış, daha doğrusu bir mescid.Şu an içinde kliseye ait eserlerin sergilendiği bir müzeye dönüştürülmüş durumda.İsmine baktım bu küçücük mücevherin. <strong>padişa me4etyü</strong> yazıyor .Dokunmadım kelimelere olduğu gibi bıraktım. Padişa Meçetyu. ne kadarda tuhaf duruyor kelimeler ve devrik. Tıpkı bir tarihin yıkılması gibi, tıpkı oralarda garip kendi haline kalmış mescidin kendisi gibi. Etrafında alkoliklerim çığlık attığı garip bir mescid. Minaresi yıkılmış içi tahrip edilmiş, mescid olmaktan çıkartılmış bir mescid. Garip mahzun boynu bükük yaban ellerde Osmanlıdan, Suğdaktan ve bizden kalan tek eser oralarda.Bizim bugünkü halimiz gibi derbeder ve yalnız.Ama gururla taşıyor kubbesini. Yıkmışlar bozmuşlar her tarafını,ama ne yaparlarsa yapsınlar yerimdeyim, buradan ayrılmam diyor sanki. inadına inadına direniyor orada. Deşti kıpçakın,Kırımın,Osmanlının,<wbr>İskitlerin,Alanların Peçeneklerin, Göçerlerin, Avarların, Hunların ,Sarmatların,Hazarların, Kimmerlerin Torkların Oğuzların ve hatta Selçukluların tek mümessili olarak yaralı ama mağrur bir şekilde zamana inat, insana inat, ilgisizliğimize inat duruyor orada bir <a href="http://mescit.ad/" target="_blank">mescit. Ad</a>ı <strong>Padişa Meçedyu.</strong>Kafayı mı bozdun Selçuklunun ne işi var kırımda demeyin Alaattin keykubat zamanında Kastamonuda bir donanma hazırlanarak alınmış burası Selçuklarca, sonra moğollar cenevizler ve Osmanlı.Canım Osmanlı temizlemiş bu toprakları pisliklerden imar etmiş, memlekete çevirmiş burayı ve Kefeye bağlı bi belde olarak bir subaşına idare ettirmiş.Öyle imar etmişki Kefeyi, öyle güzel eserler yapmış ki küçük İstanbul diye anar olmuşlar . Suğdakta mamur ve müslüman bir belde olmuş. Peşinden Ruslar gelmiş ve ne varsa yıkmış burada moskof ayıları. Bir bu mescid kalmış ayakta. padişah gibi mağrur, padişah gibi dimdik ve ayakta. Yaralı, bereli, ihanete uğramış, hatta unutulumuş ama sultanlar onurlu ve direniyor Padişa Meçetyü. Eski ismi Aya-Bayazid imiş. literaturde 1640 yılına öyle geçmiş garip mescid.1771 den itibaren de <strong>padişa meçetyu</strong>. Bizden kalan bir isim daha varan kalenin güneye bakan yamaçlarında yıkık bir kule ismi ne biliyormusunuz bu kulenin? <strong>kız kule</strong>. Efsanesi de andırıyor bizim kız kulesini.Gerek yok anlatmaya. Kefe dedimde içim sızladı tabii.Osmanlının bu güzide sancağı cenevizlilerden aldığı ve imar ettiği bu küçük istanbul, Sudak'ın hemen yanında. Nasıl imar etmiş biliyormusunuz Osmanlı burayı? Hadi envanterini vereyim size.Ben değil evliya çelebi anlatsın rahmetli buralara da gitmiş meğerse; <div><em>«Camileri 60 adet mihraptır. 10'unda cum'a namazı kılınır. <b>Selâtin camileri</b> dış büyük kalededir. <b>Şehzade Süleyman Han Camii</b> kurşun kaplıdır. Altı sütun üzerine beş kubbesi vardır. Avlusu küçüktür. Kurşunla kaplı <b>Müftü Camii</b>, kiremit örtülü ferah bir <b>Yeni Cami</b>, kiremit örtülü büyük <b>Tacir Hacı Nebi Camii</b>, çok sanatkâr işlemeli <b>Kale Kapısı Camii</b> vardır. 50 adet mescitleri, 20 adet kurşunlu imaretler, 40 adet kâgir minareler vardır. Beş adet medrese vardır. <b>Hacı Ferhat Medresesi</b> hepsinden mükelleftir. Bu Kefe'de <b>Halveti</b>, <b>Celvetî</b>, <b>Kadiri</b> ve <b>Gülşenî tekkeleri</b> vardır. Mevlevî tekkesi yoktur. 45 sibyan mektebi, 10 hamam var. Taşra Büyük Kale'de, Sultan Süleyman Han Gazi şehzade iken tamamlanmış, çok geniş ve sanatkârane tatlı <b>hamam</b>ı var.»</em><br />Gördüğünüz gibi gayet mamur bir belde haline gelmiş burası. Dedikya Ruslar gelince buraları yerle bir etmiş diye bakalım nasıl yerle bir etmiş kanuni Sultan Süleymenın valilik yaptığı bu küçük istanbulda bulunan 4000 hanenin 3200 hanesi müsluman imiş zamanında.Ruslardan sonra geriye ne kalmış dersiniz.Yazar cevabını vermiş bu sorunun buyrun.</div> <div> </div> <div>"1800'lerde burayı ziyaret eden Clarke, Kefe'de sadece 50 hanenin yaşadığını belirtmekteydi " vay anam vay. 4000 hane nuufus 50 haneye dusmus. Evliya çelebinin bahsettiği eserler nerde diye aklınıza gelebilir. Kefe sancağında yani bugünkü feodosya ilçesinde sayılanlardan ayakta kalabilen sadece müftü camisi. Sadece tek eser ve o da ermeni klisesine çevrildiği için kurtarabilmiş kendisini Moskofun medeniyetinden. Daha sonra tekrar müslüman tatarlara geri lutfetmişler bu mescidi, restorasyonu yapılmakta imiş. Bilirmisiniz kefe kalesi şimdi müze. oraya tesadüfen yolunuz düşerse rehber size Osmanlının ne kadar zalim olduğunu anlatacak. Kefeyi aldığında tam 40 bin esir alındığını ve ruslara nasıl zulmettiğini anlatacak.Doğru Osmanlı orayı aldığında 40 bin esir almış ama tamamı Cenevizli neredeyse ve Cenevizle Osmanlı her yerde savaiıyor o tarihte. Biner tane kadar da Ermeni. Rum ve Yahudi. Numunelik bir tane bile slavyan yok.Herhalde soran olursa osmanlının Küçük istanbulunu ne yaptınız diye günah çıkartmak için böyle söylüyorar.Barbar Türkler demezler mi bir de. Yok Türklerin alfabesi yokmuş ,kültürleri yokmuş, yazılı eserleri yokmuş,meddeniyete hiçbir katkısı olmayan asalaklarmışız.İşte kefe ve Sudakta olan olaylar açıklıyor niye bizden eser fazla yok diye. Yıktıklarını yıkmışlar kırdıklarını kırmışlar çaldıklarını da çalmışlar ve devam ediyorlar. Hani tek Ruslar olsa neyse . Çin içlerinde tarihin ilk soykırımına uğrayan da bizdik, üzerine moğollar salınan da. Entrikayla birbirine kırdırılan da bizdik,defalarca haçlı ordularının saldırılarına maruz kalan da. Müslüman Arnavudundan, celalisinden, Arabından tutundan katolik protestan ortodoks dünyada kim varsa hepsi tarafından kuşatılan ve içten ihanete uğrayan da bizdik.Onun için diyorum bize benziyor Sudaktaki bu mescid diye. Sizi bilmem ama ben bu sudak ve kefedeki iki garip camiye bakarak kendimce bir ders çıkardım. kalan camilerin ismi neydi? padişah mescidi ve müftü camisi .Çıkarttığım derse gelince kendimce; <strong>Yaşamak istiyorsan Ne gücü elden bırak ne de inancı</strong>. </div> </div><div class="TVBY0b"><b>6 ek</b> — <a id=":1kn" href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&disp=zip&zfe=cp857">Tüm ekleri indir</a> (sıkıştırma hedefi: <span class="ggLZJ" id=":1ok"><div haspopup="true" tabindex="0" style="-moz-user-select: none;" role="button" title="" class="goog-inline-block goog-menu-button"><div class="goog-inline-block goog-menu-button-outer-box"><div class="goog-inline-block goog-menu-button-inner-box"><div class="goog-inline-block goog-menu-button-caption">Türkçe</div><div class="goog-inline-block goog-menu-button-dropdown"><img class="O9blMc" src="http://mail.google.com/a/kemankes.com/images/cleardot.gif" /></div></div></div></div></span>) <a target="_blank" href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&disp=imgs">Tüm resimleri görüntüle</a> </div><table class="Dva3x"><tbody><tr><td class="kVqJFe"><span id=":1j8"><a target="_blank" href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.1&disp=inline&realattid=f_fixr91tv&zw"><img class="tFroq" src="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.1&disp=thd&realattid=f_fixr91tv&zw" /></a></span></td><td><b>padişa meçetyu.jpg</b><br />38K <span id=":1j9"><a target="_blank" href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.1&disp=inline&realattid=f_fixr91tv&zw">Görüntüle</a> <a href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.1&disp=attd&realattid=f_fixr91tv&zw">İndir</a> </span></td></tr></tbody></table><table class="Dva3x"><tbody><tr><td class="kVqJFe"><span id=":1ip"><a target="_blank" href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.2&disp=inline&realattid=f_fixr9agm&zw"><img class="tFroq" src="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.2&disp=thd&realattid=f_fixr9agm&zw" /></a></span></td><td><b>padişa meçetyu2.jpg</b><br />44K <span id=":1j7"><a target="_blank" href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.2&disp=inline&realattid=f_fixr9agm&zw">Görüntüle</a> <a href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.2&disp=attd&realattid=f_fixr9agm&zw">İndir</a> </span></td></tr></tbody></table><table class="Dva3x"><tbody><tr><td class="kVqJFe"><span id=":1in"><a target="_blank" href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.3&disp=inline&realattid=f_fixr9fxo&zw"><img class="tFroq" src="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.3&disp=thd&realattid=f_fixr9fxo&zw" /></a></span></td><td><b>padişa meçetyu iç kısım.jpg</b><br />34K <span id=":1io"><a target="_blank" href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.3&disp=inline&realattid=f_fixr9fxo&zw">Görüntüle</a> <a href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.3&disp=attd&realattid=f_fixr9fxo&zw">İndir</a> </span></td></tr></tbody></table><table class="Dva3x"><tbody><tr><td class="kVqJFe"><span id=":1il"><a target="_blank" href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.4&disp=inline&realattid=f_fixr9kqf&zw"><img class="tFroq" src="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.4&disp=thd&realattid=f_fixr9kqf&zw" /></a></span></td><td><b>padişa meçetyu mihrabı.jpg</b><br />34K <span id=":1im"><a target="_blank" href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.4&disp=inline&realattid=f_fixr9kqf&zw">Görüntüle</a> <a href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.4&disp=attd&realattid=f_fixr9kqf&zw">İndir</a> </span></td></tr></tbody></table><table class="Dva3x"><tbody><tr><td class="kVqJFe"><span id=":1ij"><a target="_blank" href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.5&disp=inline&realattid=f_fixr9qh0&zw"><img class="tFroq" src="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.5&disp=thd&realattid=f_fixr9qh0&zw" /></a></span></td><td><b>kız kule.bmp</b><br />198K <span id=":1ik"><a target="_blank" href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.5&disp=inline&realattid=f_fixr9qh0&zw">Görüntüle</a> <a href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.5&disp=attd&realattid=f_fixr9qh0&zw">İndir</a> </span></td></tr></tbody></table><table class="Dva3x"><tbody><tr><td class="kVqJFe"><span id=":1j5"><a target="_blank" href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.6&disp=inline&realattid=f_fixr9v6q&zw"><img class="tFroq" src="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.6&disp=thd&realattid=f_fixr9v6q&zw" /></a></span></td><td><b>kız kulesi.jpg</b><br />44K <span id=":1j6"><a target="_blank" href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.6&disp=inline&realattid=f_fixr9v6q&zw">Görüntüle</a> <a href="http://mail.google.com/a/kemankes.com/?ui=2&ik=79c9aac2d2&view=att&th=11b48204a9d6f059&attid=0.6&disp=attd&realattid=f_fixr9v6q&zw">İndir</a> </span></td></tr></tbody></table>Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-30691046127912612712009-01-29T19:29:00.005+02:002009-02-15T04:01:35.401+02:00Bengü Taşta Bengüleşmek<p align="justify"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCQNzT7tBFLLtu1vk8ovsVP8CAk4rbfm6kQpLgvJWZN5nfpPdicxEflxC-E1oIabG1sut4oiSIkrZXNWD2L2H5f2cUnFfR6mMgO95Tgi_xOp7I8QOeVludnnH6bTdROq2p0yQpEg31b_mi/s1600-h/20082027_yevglevsky.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 250px; height: 212px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCQNzT7tBFLLtu1vk8ovsVP8CAk4rbfm6kQpLgvJWZN5nfpPdicxEflxC-E1oIabG1sut4oiSIkrZXNWD2L2H5f2cUnFfR6mMgO95Tgi_xOp7I8QOeVludnnH6bTdROq2p0yQpEg31b_mi/s320/20082027_yevglevsky.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5296769350559337266" border="0" /></a>Bay Yevglevski'yi takdimimdir... </p> <p align="justify">Ramazan ayında kısa süreliğine Ukrayna'ya bir gezi düzenlemiş, akademik çevreden değerli hocalar ile görüşmüş, bol bol müze gezmiştim. Elimde 20 cilte yakın çok değerli kitap, yüzlerce kare foto, sevinç ve burukluklarla dolu izlenimlerle, bir ay kadar önce canım memleketime dönmüştüm. </p> <p align="justify">Bir hafta içinde Odessa, Çernigov, Kiev, Donetsk ve tekrar Odessa olmak üzere tahmini 3.000.km'lik bir güzergahta okçuluk ve Türk tarihi ile ilgili pek çok bilgi toplama fırsatı doğdu. Ancak size evvela Bay Yevglevski'yi tanıtmak istiyorum. Kendisi ile internet üzerinde okçulukla ilgili araştırma yaptığım esnada tanıştım. Dünya arkeoloji çalışmalarında ender rastlanan, hatta bazı açılardan benzeri olmayan çalışmalar içersinde olan bir gurubun başında ve Donetsk Ulusal Üniversitesi Tarih Fakültesi'nde arkeoloji kürsüsünde öğretim görevlisi. "Orta çağ Avrasya Stepleri" isimli, ağırlıkla göçebe Türklerin <i>(bu tabiri pek sevmiyorum ama kendisi de öyle isimlendirdiği için öyle yazdım</i>) yaşam, silah ve zırhları ile ilgili çok detaylı araştırmalar içeren, arkeoloji serisi gibi çalışmaları olan, değerli bir bilim adamı. </p> <p align="justify">Kurganlar, bizim balbal diye bildiğimiz taş babalar <i>(kamennaya baba), Balballar kurganda yatan kahramanın öldürdüğü düşman adedi kadar dikilen kısa silindirik taşlarmış. Heykel şeklinde olanlara ise balbal değil taş baba denilirmiş.</i>) ve kılıçlar özel ilgi alanına giriyor. Sayın Prof. İlber Ortaylı'nın tabiriyle "Türkiye'de Türk tarihi hakkında yapılan çalışma Rusya'dakinin onda biri bile değil" dediği Rus tarihçi ve arkeologların Türk tarihi ile ilgili yaptıkları çalışmalara öteden beri hayrandım zaten. Ama Sayın Yevglevski'nin çalışmaları gerçekten takdire değerdi. Israrlı davetleri neticesinde zar zor içişleri bakanından izin kopartarak Ramazanda da olsa ziyaretine gittiğim sayın Yevglevski beni çok candan ve samimi bir şekilde karşıladı. Kendisini görünce şaşırdım çünkü Rus değil Türk'e benziyordu. </p> <p align="justify">Kazak Türkçesi ile konuşmaya çalıştı ama ben anlayamadım. Sohbete Rusça olarak devam ettik. "Siz Türk'e benziyorsunuz" dedim. "Ben göçebeyim (koçevnik), Türküm, Karay Türküyüm dedi. Bilir misin?". "Elbette! Dünya üzerinde 4000-4.500 kadar kalmış bulunan Hazar Türklerinin torunları" dedim. "Rakam yanlış şu an maalesef 2000-2500 kadar kaldık" diye ekledi. Eski bir tanıdığına kavuşan birisinin samimiyeti ile akademik kaygıları da bir kenara bırakarak çok candan bir sohbete daldık. Elbette iki Türkün kendi ana dili dışında başka bir dil ile konuşması acı ama yapacak bir şey yok. Zaman zaman Profesör Bernştam ve Gumilyev'in tarzı ve uslubu konusunda tartıştık. Hiç durmadan bir şeyler ikram etme kaygısı ve misafirini rahat ettirmek isteyen bir Anadolulu, bir Trakyalı yani bizden birinin heyecanı ve sevinci ile bölünse de sohbetimiz saatlerin nasıl geçtiğini anlayamadık. </p> <h2 align="justify">Mütevazi bir insan...</h2> <p align="justify">Beraber müze ziyareti ve zamanı unutturan tatlı bir sohbet... Türkiye de sokakta görse herkesin bizden zannedip Türkçe konuşabileceği kadar bize benzeyen birisi. Mali durumunun pek de iyi olmadığını gösteren mütevazi kıyafetleri ile yaptığı çalışmalar hayranlık verici bir tezat teşkil ediyordu. Her birinin üzerinde "Kazakistan", "Kırgızistan", "Macaristan"...vb isimler bulunan klasörler dolusu çalışmalar vardı bürosunda. Sordum nedir diye. "Taş babalar hakkında çalışıyorum şu an" dedi. Yaklaşık 10 ciltlik bir çalışma. Afalladım sadece taş babalar hakkında 10 ciltlik bir çalışma nasıl olur diye. Kaç tane var ki? Sayısını bilen yok. Kazılmayı bekleyen ve her gün kara arkeolog (çörniy arheolog) dedikleri hazine avcıları,mezar soyguncularınca talan edilen yığınlarca irili ufaklı kurgan. Sadece Yevglevski 300 kurganı üzerinde arkeolojik çalışma yapmış. "Çalıyorlar, tahrip ediyorlar" dedi ağlamaklı bir sesle. "Bunların çok acele kazılması lazım, ama kaynak yok. Yabancı bir kültür olduğu için Ukrayna hükümeti parayı iyice kıstı hatta bu sene bir kapik bile vermedi. Artık öğretim görevlisi ve araştırmacı bulmakta zorlanıyorum, topu topu 8 kişilik bir ekibim var . Taş babalar bitince Oğuzlarla ilgili çalışmaya başlayacağım" dedi. Ama dedim yaptığınız çalışmalar göz kamaştırıcı bunları devlet finanse etmedi mi? Hayır dedi bir kısmı için sponsor bulduk, geri kalanını kendimiz karşıladık. Gömleğine baktım, kısa boylu bu dev adamın ve hayranlığım 10 kat daha arttı. Kıyafete harcamıyor bu değerli bilim adamı, eğlenmiyor,hatta hanımı terk etmiş kendisini ve evlenmiyor, eş aramaya vakti yok Yevglevski'nin... Araştırıyor, okuyor, yazıyor, çırpınıyor Sayın Yevglevski bir şeyler yapmak için, didiniyor. </p> <div align="center"> <table id="table2" width="80%" border="0" cellpadding="2" cellspacing="0"> <tbody> <tr> <td rowspan="2" valign="top" width="338"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikIr1JdQm1rSXk1OUYad5UBPOL3nMTjEGjUbMl0vw5DZXG5oqgbT8fvkTitcDOGhYHBnD8Q9R1zCLI9xOiv4HVatI6mFOj3UeHk_aWZSvUbjIZW10u-UiYasANgJqZnCtsxLc5Qi_SziPa/s1600-h/20082027_yevglevsky_01.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 240px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikIr1JdQm1rSXk1OUYad5UBPOL3nMTjEGjUbMl0vw5DZXG5oqgbT8fvkTitcDOGhYHBnD8Q9R1zCLI9xOiv4HVatI6mFOj3UeHk_aWZSvUbjIZW10u-UiYasANgJqZnCtsxLc5Qi_SziPa/s320/20082027_yevglevsky_01.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5296769485934798738" border="0" /></a></td> <td valign="top"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjAfz6aCGQuA7gjWVaTZPJuBOFcZI0UgVLuiGI6V8IwN-gGIpVTd0R_J4EbS1mgjVqQtM__iVS-1CXm-bHyVtWiFMQGxrBOUJ-XTdl_mhuu1s-LgoFumVROhzt62zSvpsePgRR8EnaeNyxj/s1600-h/20082027_yevglevsky_02.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 320px; height: 240px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjAfz6aCGQuA7gjWVaTZPJuBOFcZI0UgVLuiGI6V8IwN-gGIpVTd0R_J4EbS1mgjVqQtM__iVS-1CXm-bHyVtWiFMQGxrBOUJ-XTdl_mhuu1s-LgoFumVROhzt62zSvpsePgRR8EnaeNyxj/s320/20082027_yevglevsky_02.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5296769567964070018" border="0" /></a></td></tr> <tr> <td valign="top" height="66"><i>Adnan Mehel, müze ve Üniversite'deki parklarda sergilenen 15 adet balbalların yanında Alexander Yevglevski ile sohbet ederken.</i></td></tr></tbody></table></div> <p align="justify">"Taş babalar açıkta, zaten yumuşak taşlardan yapılmış kirli havanın tesiri ile plakalar halinde dökülüyor, hem de kendiliğinden" diye anlatıyor hüzünle, korumak lazım restore etmek lazım kırılan taş babaları eliyle baba şefkati ile okşayarak gösteriyor bana.Ukrayna ve Ukraynalılar çok kötü, kendi tarihinden olmayan eserlere sahip çıkmıyorlar kötü davranıyorlar. Bak diyor Balbalın kafasına boya dökmüşler, Türkiye öyle değil diyor.Yutkunuyorum. Belli ki Yevglevski hayalinde bir Türkiye canlandırıyor. Bilmiyor kendi eserlerimizi kırdığımızı, tahrip ettiğimizi. Kütüphanelerde olması gereken eserlerin Fransa'da veya İngiltere'de ortaya çıktığını. Yol yapmak için yıkılan Mimar Sinan'ın eserlerini bilmiyor. Çekiçlerle kazınan ve kırılan tuğralardan, canım hat eserlerinden haberi yok Yevglevski'nin. Taksim gezisi yani boş meydan yapmak için yıkılan Tarihi taksim kışlasından veya Karaköy meydan genişletmesi için başka yere nakledeceğiz diye parça parça sökülen ve bir daha kendisinden haber alınamayan camiden de. Sayın Şinasi Acar'ın "İstanbul'un Son Nişan Taşları" adlı kitabında resmedilen canım menzil taşlarının halinden de haberi yok. Söylemiyorum Yevglevski'ye bütün bunları, ama içim burkuluyor elbette. Belli ki Yevglevski hoca yaşamak istiyor. Belli ki Yevglevski ölümsüzlüğü bulmak, Bengü taşlarda bengüleşmek istiyor. Mevcudu 200'lere kadar düşen Şor Türkleri veya akraba diğer kabileler gibi Karayları yaşatmak istiyor. Elinde avucunda ne varsa hepsini bilim uğruna harcıyor. Bu nedenle Türkiye'den birisinin ziyaretinin onu çok mutlu etmesinin sebebini anladım. Anladım ki o hayata tutunmak, akrabalarıyla buluşmak, onlar için bir şeyler yapmak ve kitaplarda ölümsüzlüğü bulmak istiyor. "Ben Ortodoks inancındanım ama Türküm, ben göçebeyim" diyor sıkça. Belli ki sadece bana değil herkese öyle söylüyor. Müzede bulunan meslektaşlarının istihza kokan tavırları dikkatimi çekiyor. Ben de onlara nedense mağrurane duruyorum ve aslında tabiatımda olmadığım halde ukalaca yaklaşıyorum, biraz yukardan bakıyorum. </p> <p align="justify">2008 yılı sonunda Çin'de olacak Sayın Yevglevski. Daha önce de belli başlı büyük ülkelerden davet almış konferans için. Belli ki arkeoloji dünyasında tanınan bir isim ve araştırdığı konu dünyanın ilgisini çekiyor.Oradan Nepal'e ve Tibet'e geçecekmiş. Şaşkınlıkla Nepallilerin ve Tibetlilerin de Göçebelerin yaşama tarzı ile ilgili çalışmalara ilgi duyduğunu öğreniyor aslında cevabını tahmin etmenin korkusuyla "ya Türkiye" diye çekinerek soruyorum. Ege Üniversitesi'nden Prof. Bekir Deniz ile Kazakistan'da birlikte çalıştıklarını ve bir defa İzmir'den davet aldığını, ancak Macaristan'daki konferansla çakıştığı için gidemediğini ve başka davet almadığını söylüyor. </p> <p align="justify">"Hocam, dil sorunu nedeniyle çalışmalarınızdan haberimiz olmadı" diye mevzuuyu hemen değiştirip "bundan sonra davet olacaktır, özellikle kılıçlar konusunda yaptığınız çalışmaların çok dikkat çekeceğinden eminim" diye biraz ümitlerini besleyerek konuyu değiştiriyorum. Arkeolog olmadığını ve Aristokrat tavırlı olmasıyla eleştirdiği Gumilov'un, Prof. Artomoff ile birlikte arkeoloji çalışmalarında bulunduğunu ortaya atarak, biraz damarına basıp tartışma ortamı yaratarak ilgisizliğimizin üzerini örtmeye çalışıyorum. Benim muhakkak Harkov ve Dinyepropetrovsk'taki müzeleri ziyaret etmem gerektiğini hatta en güzel taş babaların Moskova tarih müzesinde bulunduğunu ilave ediyor. </p> <p align="justify">Sayılı gün çabuk geçiyor. Ayrılma vakti geldiğinde "hocam izninizle gitmem lazım" artık diyorum.Adli tatil bitti, çalışmalıyım... Yazışacağız değil mi diyor. Ben size her türlü yardımı yaparım diyor, biraz endişeli... Hocam diyorum, biz akrabayız, bırakın yazışmayı sizi arkadaşlarımızla birlikte ziyaret etmeyi düşünüyoruz... Ve inşallah tekrar geleceğiz, diyorum, gülümsüyor. Çıkıyoruz üniversiteden. Babası hastanede, aslında oraya gitmesi lazım, dersler ve çalışmalar onu bekliyor. "Hocam zahmet etmeyin lütfen ben giderim" diyorum. Olmaz diyor "taksi pahalı olur, troleybüsle git". Bir şey diyemedim durağa kadar yürüdük. Hüzünlüydü küçük dev adam, vedalaştık, candan kucaklaştık.Eski ve bira kokan troleybüs uzaklaşıncaya kadar el salladı ardımdan. Rusça bir şiiri hatırladım yanılmıyorsam Aleksandr Blok olmalı: </p> <blockquote> <p align="justify">Da svidanya, drug moy,<br />Da svidanya,<br />Miliy moy, Ti u mena v grudu,<br />Prednaznaçennoye rasstavanie<br />Obeşçaet vstreçu vperyedu"<br /><br /><i>Hoşça kal, arkadaşım,<br />Hoşça kal,<br />Sevgili arkadaşım, kalbimdesin<br />Ayrılığın hüznü ,<br />Müjdesidir tekrar görüşmemizin </i></p></blockquote>Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-51117449178067290952009-01-29T19:21:00.004+02:002009-01-29T19:27:29.284+02:00Bulutları Kovan Tapınak (Fu-Yüng-ts'e)<p align="justify">Hayda bu da nereden çıktı demeyin şimdi. Kuzeyde aşırı kar ve soğuk olduğu için az biraz güneye indim, Çin içlerinde hafif araştırma yapayım dedim. "Bulutları Kovan Tapınak" enteresan bir konu geldi bana, isterseniz okuduğum yerden bir alıntı yapayım. Bakalım size de ilginç gelecek mi...<br /><br /><b><i>"Daha önceleri So-fang ordusu ile T'u-küe'ler arasında kuzeyde (sarı) nehir sınır oluşturuyordu. Nehrin kuzey kıyısında bir Fu-yün(bulut kovucu) tanrılar tapınağı bulunuyordu.T'u-küe'ler imparatorluğa saldırmayı düşündüklerinde önce mutlaka tapınağı ziyaret ediyorlar,orada şarap adaklarında bulunuyor ve şans diliyorlardı.Ancak bunun ardından atlarını otlatıyor,ve askerlerini topluyor ve (sarı) nehri geçiyorlardı.</i></b><br /><br /><b><i>…Ama T'ai-tse-şao-şi (veliahdın saray öğretmeni) T'ang Hiu-king iki han zamanından beri(İ.Ö. 206-219) Kuzeyde hep (sarı) nehrin kenarında mevzilenildiğini söyledi;….</i></b><br /><br /><b><i>(Çang) Jen-yüan) Fu-yün-ts'e nin (bulutları kovan tapınak) bulunduğu yerde orta şehri kurdu….Üç şehir de nehir geçitleri kenarında kuruldu ve birbirleriyle bağlantıları vardı."</i></b><br /><br /><i>Çin kaynaklarına göre Doğu Türkleri, Liu Mau-Tsai, Selenge yayınları s.426-427</i><br /><br />Dipnotlarda bahsi geçen üç antik şehrin So-fang,Yü-lin ve Ling-wu olduğu belirtilmekte.<br /><br />Bulutları Kovan Tapınak neden ilginç olsun ki diye düşünebilirsiniz. Türklerin ve Türkiklerin iklimi kontrol etmek amacı ile kamlardan, şamanlardan yardım istediklerini, iklimi kontrol ettiğine inandıkları "yada - <i>jade</i>" taşını kutsal saydıklarını biliyoruz.<br /><br />Hava durumunun bu kadar önemli olmasının sebebinin biz kemankeşler için anlaşılmayacak bir tarafı yok. Ellerindeki en güçlü silahları olan <b>organik kompozit yaylar</b> yağmurda çalışmıyordu. Bu nedenle havanın açık ve ayın göründüğü geceler onların saldırı yapması için uygun zamanlar olarak görünüyordu. Karşılarında sayıca çok üstün Çin orduları karşısında en güvendikleri silah zamanının teknoloji harikası kompozit yayalardı elbet. Savaş anında yağmur yağması halinde de genelde savaşı kaybettikleri Çin kaynaklarında yer almakta.<br /><br />Ebetteki eski Türkler farklı inançlara sahip olmuşlar İslamiyet öncesinde Budizmden Tengrizme (Şamanizm), Hristiyanlıktan Yahudiliğe, Manihezime bir çok inanca intisab etmişlerdi. Çin kaynaklarından Bilge Kağan zamanında halkın çoğunluğunun Budist ve Taoist inanca sahip olduklarını biliyoruz.<br /><br />Eski Türklerin hava durumunu gökyüzünün durumuna göre inceledikten sonra, inançları gereğince yağmur yağmaması için "Bulutları Kovan Tapınak"ta ibadet ettikleri ve tanrılara adak sundukları, sonra birbirlerine şans dileyerek Çin içlerine saldırdıklarını düşünmekteyiz. Kitaptan alıntı yaptığım dönem M.S. 701 yılları, yani bu yüzyıla kadar Türk ve Hun ordularının saldırıya geçmende önce nehrin bu kesiminde toplandıkları ve ibadet ettikleri bilgilerini elde edebiliyoruz.<br /><br />Acaba bu tapınağı bulabilir miyiz? Aramızda Çince bilen olmadığına göre işimiz zor ama denemekle bir şey kaybetmeyiz. Elimizdeki veriler; </p> <ol><li> <p align="justify"><b>(Sarı) Nehrin o tarihlerde Çinliler ile Köktürkler arasında sınır olduğu</b>. Hemen bir Köktürk devleti haritasına bakarak kabataslak incelememiz gereken sahayı <i>enlemsel</i> olarak tespit ediyoruz </p> </li><li> <p align="justify"><b>O tarihlerde Köktürk devleti tebası olan Türklerin Ordos’ta olmadığı</b>nı bildiğimiz için, Sarı Nehrin kuzeydeki kolunun civarında aramamız gerekiyor. </p> </li><li> <p align="justify"><b>Eski Türklerin ve Hunların Çin içlerinde ağırlıkla Gansu ve Shensi eyaletlerinde olduğu</b>nu da bildiğimizden <i>boylamsal</i> olarak araştırma alanımızı biraz daha daraltıyoruz. </p> </li><li> <p align="justify">Elimizde antik şehirlerin isimleri olmasına rağmen şimdiki şehir isimleri hem farklı hem de aksan farkı yüzünden Çinli arkadaşlarımızın bu şehir isimlerine göre bize yardımcı olmadıklarını üzülerek müşahede ediyoruz. </p></li></ol> <p align="justify"><a href="http://earth.google.com/" target="_blank">GoogleEarth</a> sağ olsun, Çin'e gitmeye gerek yok. Başlıyoruz taramaya nehir boyunca ama, sarp dağlardan veya çöllerden başka bir şey yok. Bütün nehir boyunu tarıyoruz ama ilginç hiçbir şey yok. Çinli arkadaşlardan yardım istiyoruz ama onlar da bir şey bulamıyorlar. Sonra "Sarı" kelimesinin parantez içerisinde olmasından, orijinal metinde nehirden bahsedildiğini Sarı Nehir olmayabileceğini tespit ediyoruz, diğer nehirlere bakmaya başlıyoruz… Ve bingo! Sarı nehrin kuzeydeki koluna paralel bir başka nehrin kenarında ve kitapta yazıldığı gibi nehrin kuzeyinde bir tapınak buluyoruz. Tapınağın yeri tam olarak sınır bölgesinde ve nehir Sarı Nehir gibi devasa bir nehir değil, geçmeye oldukça müsait. Zoom’luyoruz tapınağın olduğu yere ve bulunduğu tepenin bulutlu tepe "<i>cloudy hill</i>" olarak isimlendirildiğini görünce içimizden "galiba aradığımız yer burası" diye geçiriyoruz. </p> <p align="justify"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj0-jaGxKca6X554mmJMYHL9TESxvnqrYyH-BJO1VtFHoy-EPwc5OsdOeEb65frd0hJrHXwotrXoXNtozFu9ImLpP7bfbkPPxdTCqOjj6gyqlGw7QMeZLfQXAI2wpi6hxqckJSHf_6bVIve/s1600-h/mehel_budha.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 300px; height: 200px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj0-jaGxKca6X554mmJMYHL9TESxvnqrYyH-BJO1VtFHoy-EPwc5OsdOeEb65frd0hJrHXwotrXoXNtozFu9ImLpP7bfbkPPxdTCqOjj6gyqlGw7QMeZLfQXAI2wpi6hxqckJSHf_6bVIve/s320/mehel_budha.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5296767744078889042" border="0" /></a><br /><span class="picture">Tapınak uydu görüntüsü <span style="font-weight: 400;">(Google Inc. izniyle / © 2008 Europa Technologies, © 2008 NFGIS, Image © 2009 DigitalGlobe)</span></span></p><a class="icon" href="http://www.blogger.com/noktalar/bulut_tapinagi.kmz" target="_blank"><img src="http://www.blogger.com/graphx/googleearth.png" width="20" border="0" height="20" /> Noktayı GoogleEarth programında açmak için tıklayınız (GoogleEarth yüklü olmalıdır)</a> <p align="justify">İçerisinde 50.000 Budha heykelinin olduğu bu Budist tapınağının Unesco tarafından <a href="http://whc.unesco.org/en/list/1039" target="_blank">Dünya Kültür Mirası listesinde korunduğunu</a> öğreniyor ve "bir ordu ancak burada ibadet edebilirdi" diye düşünüyoruz. Gene de işi şansa bırakmayalım diye o tarihlerde Türkistan da başka Budist tapınağı var mı diye kısa bir araştırma yapıyoruz. Doğu Türkistan'da Bezelik’te benzer bir Budist Tapınağının olduğunu tespit ediyoruz. Gene mağaraya yapılmış ve gene binlerce heykelin olduğu bir tapınak... Ne dersiniz, savaştan önce atalarımızın yağmur yağmasın diye bulutları kovmak için ibadet ettikleri yer burası olabilir mi?<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwMNBeLX5aYAbuUxPvkmrf92Z97ZuP_fbVv2Gxs5X23Zabkm62k0MJLhUIJDKjq63Hf3waPDBOUgbnBYRCjIHDjBFWTZzZFOhJoBUT3e_H-KVGKK3e7RqTJvU6VrGPPc5PFIa6OfLYT2GT/s1600-h/mehel_buluttapinagi.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 320px; height: 161px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwMNBeLX5aYAbuUxPvkmrf92Z97ZuP_fbVv2Gxs5X23Zabkm62k0MJLhUIJDKjq63Hf3waPDBOUgbnBYRCjIHDjBFWTZzZFOhJoBUT3e_H-KVGKK3e7RqTJvU6VrGPPc5PFIa6OfLYT2GT/s320/mehel_buluttapinagi.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5296768117804856130" border="0" /></a><br /><span class="picture"><span style="font-weight: 400;">(Tony Chou Y.J. izniyle)<br /></span></span><br />Tapınak ile ilgili resimlerin bulunduğu "<a href="http://www.panoramio.com/photo/4274688" target="_blank">http://www.panoramio.com/photo/4274688</a>" adresine bir göz attığımızda oradan alınan yukarıdaki resimde kullanılan mavi-turkuaz renkler dikkatimizi çekiyor. Çinlilerin favori rengi kırmızı ama Turkiklerin maviyi tercih ettiğini biliyoruz, bayrakları da o renk zaten. Sadece Budha heykellerine bakarak bir sonuca ulaşmak mümkün olmadığından diğer detay süslemelerin fotoğraflarına ulaşmaya çalışıyoruz. Ne de olsa insanlar yeni bir inancı benimserken eski inançlarından kolaylıkla vazgeçmiyorlar. Temalı fotoğraflardan belki bize ait bir şeyler bulma ihtimali olabilir. Bir Çinli arkadaştan gelen tapınağın görüntüleri aşağıdaki linklerde mevcut. Herhangi birine tıklayıp seyredebilirsiniz. Elbette ki elimizdeki verilere bakarak bu tapınağın Hunlar tarafından yapılmış bir tapınak olduğunu söyleyemeyiz. Ama en azından Hunların Köktürklerin etrafında savaştan önce toplandıkları ve bulutları kovmak için ibadet ettikleri tapınağın burası olmasının ihtimal dâhilinde olduğunu söyleyebiliriz. İnşallah Cengiz hoca oralarda da araştırma yapmıştır. Aradığımız tapınak bu olmasa bile Dünya Kültür mirası listesindeki bu dehşetengiz tapınak bakılmaya değer. Aşağıdaki linklerden tapınakla ilgili klipleri isterseniz bir seyredin belki size ilginç gelen bir şeylere rastlarsınız.<br /><br /><a href="http://video.baidu.com/v?ct=301989888&rn=20&pn=0&db=0&s=8&word=%C3%89%C2%BD%C3%8E%C3%B7%C2%B4%C3%B3%C3%8D%C2%AC%C3%94%C3%86%C2%B8%C3%9A%C3%8A%C2%AF%C2%BF%C3%9F" target="_blank">Görüntüler için tıklayınız</a></p>Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5789009153604727581.post-4971625062091296502009-01-29T19:08:00.001+02:002009-01-29T19:09:15.810+02:00Bir yakınımız ölmüş uzakta - 2<p align="justify"> Sevgili kemankeş arkadaşlarımız sitemizde yazmış bulunduğum "<a href="http://www.turkokculugu.com/makaleler/?yazar=adnanmehel&makale=81">Bir yakınımız ölmüş uzakta</a>" isimli makalemde konu edindiğim "prototürk dönemi savaşçısı" ile ilgili araştırmamı hatırlarlar herhalde.Bu işin sonunu bırakmayacağımı belirtmiştim yazımda. Nihayet kazıyı yapan Arkeolog Aleksey Tişkin'le irtibata geçebildik. Sayın Tişkin'in çalıştığı üniversitenin rektöründen alınan referansla bir tanıdığım ziyaret etti sayın Tişkin'i Yapılan görüşmenin özetini söylüyorum. Kazı yapıldığı haliyle duruyor. Buluntular üzerinde herhangi bir restorasyon çalışması yapılmamış. Sponsor ihtiyacı olduğu için bekliyorlar. Sayın Tişkin prototurk dönemi savaşçısına ait savaşçının fotoğraflarını vermiyor. Bunu da iki sebebe dayandırıyor; </p> <p align="justify">1-Para istiyor<br />2-Daha da önemlisi eşsiz bir buluş olan bu kazının (sıkı durun) <b>"politik hedefler için kullanılmasından"</b> endişe ediyor.<br /><br /><img src="http://www.turkokculugu.com/images/mehel_biryakinimizolmusuzakta2_01.jpg" width="250" align="left" border="0" height="333" />Sizi bilmem ama ben bu yorum üzerine tabiri caizse hopladım. Belki ilk makaleyi okuyan arkadaşlarımız, tarihimizin yağmalandığını söylediğimde şovenist bir yaklaşım sergilediğimi düşünmüş bile olabilirler. Buyurun size bir Rus arkeologun ağzından ikrar. Şayet onların dediği gibi bu kültür, Türklere ait bir kültür değilse nasıl Türkiye bunu Politik bir malzeme olarak kullanabilir? Onlara göre(Rus bilim adamları) Türkiye vatandaşları Turk, bizim Köktürk diye bildiğimiz ise "Tyurk". araya bir y harfi koyarak bizim onlarla irtibatımız olmadığını savunuyorlar.</p> <p align="justify">Arkadaşlar bu buluş gerçekten çok önemli. Çünkü Köktürk tarihinin başladığı iddia edilen VI. yüzyıldan daha eski bir döneme ait. Milat öncesine dayanan Bulan-kobinski denilen bu kültür Prototurk (предтюркского периода) dönemi olarak bilinmekte ve Pazırık kültürüne ait bir kültür ve Tişkin bunların İskit olmadığını söylüyor. Bildiğiniz gibi göz kamaştırıcı eserlerin bulunduğu bu kültür İndo-İrani bir kavme genellikle de İndo-İrani olduğunu iddia ettikleri İskitlere mal ediliyor.Gene ulaştığım materyallere göre bu döneme ait hun kadın giysileri rekonstrüksiyon çalışmaları mevcut, Hyunnu olduğunu bizzat Rus araştırmacılar söylüyor.Yani Bulan-Kobinski kültürü denilen bu kültür etnik olarak Hunlulara ait. Bu araştırmanın üzerine muhakkak gidilmesi lazım. Buradan toplanılan eserlerin Türk bilim adamlarınca incelenmesi lazım. Bu araştırmaların desteklenmesi lazım. Çünkü bu araştırmaların neticesinde Pazırık kültürünün bize ait bir kültür olduğu kesinlikle ispatlanabilir. O göz kamaştırıcı eserlerin Türk kültür tarihine ait nadide parçalar olduğu şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ortaya konulabilinir. </p> <p align="justify">Sayın Tişkin'in "politik malzeme olarak kullanılmasından korkuyorum" demesi de bu düşüncelerimi bana göre teyit ediyor. Benim mali durumum ancak <a href="http://www.turkokculugu.com/makaleler/?yazar=adnanmehel&makale=85">kemankeş ormanı</a> oluşturma projelerine yeter. Neredesiniz ey Kültür Bakanlığı, Türk Tarih Kurumu. Neredesiniz ey Tika veya Türk kültürünü araştırma kuruluşları olduğunu iddia eden oluşumlar. Neredesiniz ey tarihçiler ey arkeologlar ve bilim adamları. Duydunuz mu bu kültürün ismini? Böyle bir kültür tasnifinden haberiniz var mı? Böyle önemli bir buluş sizi heyecanlandırmıyor mu? Uyumayın lütfen, siz mahçup mahçup Avrupalı meslektaşlarınızın direttikleri "atalarınız göçebe idi" masalını "yahu herhalde atlı göçebe kültürü demek daha doğru" diye yumuşatmaya çalışırken göz kamaştırıcı hazinelerimiz yağmalanıyor, atalarımıza ait tereke haraç mezat elden çıkartılıyor.Gelin çalınan eserlerimize sahip çıkalım, gelin bakın atalarımız bu nadide eserleri ortaya koymuşlar bunları yapan nasıl göçebe olabilir diye dalgamızı geçelim hatta göçebe sizin babanızdır hergeleler diyelim. </p> <p align="center"> <img src="http://www.turkokculugu.com/images/mehel_biryakinimizolmusuzakta2_02.jpg" width="500" border="0" height="375" /></p> Irganın biraz, silkinin, toparlanın da gelin şu mirasımızı kaptırmayalım. Bakın yanınızda miras işlerinde uzman avukatınız da var. Altay dağlarında yapılan talanın neler olduğunu anlatmak için bu konu üzerinde çalışmama devam edeceğim. Gelecek çalışma bu savaşçının bulunduğu yerin sadece 50 km uzağında bulunan ve bizde pek bilinmediği halde arkeoloji dünyasında çok meşhur “Ukok prensesi” konusunu işleyeceğim. Bakalım bu güzelliğine çok düşkün manikürlü prenses İskitli, daha doğrusu onların iddiasına göre İndo-İrani bir kavme ait prenses mi, yoksa bizim prensesimiz Uçi-Bala mı imiş. Hadi davranın biraz.Adnan Mehelhttp://www.blogger.com/profile/15029186136630798156noreply@blogger.com0