11 Ocak 2012 Çarşamba

Yeşim Taşı Zihgir


Zihgir.
Bilezik, okçu yüzüğü, şast veya zihgir. Asya’nın içlerinde doğan bir okçuluk aparatı, Asya tarzı atışın olmazsa olmazı, özellikle atlı okçuların vazgeçilmez yardımcısı. Erken dönem ilk örnekler zihgirin Orta Asya’da doğduğunu göstermektedir. Elde edilebilen ilk zihgir örnekleri bronzdan yapılmış olup bronz çağından demir çağına geçiş döneminden kalmadır. Tagar ve Sargat kültürüne aittir. Metal örneklerdeki gelişime baktığımızda başlangıçta sert kompozit yay kirişinin baskısından başparmağı korumak için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Daha sonra hem başparmağı korumak, hem de atış esnasında oku sabitleyerek süvariye çok daha rahat hareket edebilme imkânı sağlayacak hale getirilmiştir. Ayrıca tekâmül ederek ulaştığı atış şekli ile başparmak daha kuvvetli hale getirilmekte ve daha güçlü yaylar ile atış yapmaya olanak sağlanmaktadır. Atış tek parmak hareketine bağlı olduğu için çengel atış yani 3 parmakta olabilecek senkron sorunu da ortadan kalkmaktadır. ( Osmanlı da 3 parmak tutuşa çengel tutuş denilmektedir )
Bozkır halklarından başka Çin ve Korelilerde de zihgir kullanılmaktadır. Onların formu biraz değişik olmakla beraber temelde aynı mantığa dayanmaktadır. Zihgir deri, altın, gümüş, bronz, fildişi, mors, dişi gergedan boynuzu ve içi dolu olmak şartıyla her tür hayvanın boynuzundan yapılmaktadır. İçi boş boynuzdan zihgir olmaz. Zihgirin ergonomik olarak başparmağı sarması ve kirişten gelen basıncı parmağın her tarafına eşit olarak dağıtması gerekmektedir. Bu nedenle Osmanlılarda zihgir yapılacak parmağın mumla kalıbı alınıp iç kısmının ona göre yapıldığı kaynaklarda yer almaktadır. Parmağın eklem yerindeki boşluğu da dikkate alınarak yapılmalıdır ki içi boş boynuzlar buna imkân vermez. Ayrıca eklem yeri çıkıntısının iç tarafta rahat hareket etmesi için yan ve iç kesimlerin ayarlanması gerekmektedir. Konu ile ilgili malumat Telhisi Resailat-ı Rumat’ta bulunmaktadır. s. 88
Sultanlar yeşim sever.
Müzeleri, sarayları yeşim taşlarından zihgirler süsler. Babürlerde de Osmanlıda da yeşim taşı zihgirler vardır. Aralarında irtibat var mı bilinmez ama nedense nefrit taşına veya Yada taşına değer verdikleri gibi yeşim taşına da değer verilir. Arkeolojik kazılarda sıklıkla nefritten yapılma eserler bulunur. Tarihin çok eski zamanlarından beri önemli ticaret malzemelerindendir.
Neden yeşim?
Gürol Bıçakçı arkadaşımız geçenlerde yeşim üzerine National Geografi dergisinden uzunca bir makale tercüme etmiş. Oradan alıntılarla bu soruya bir cevap aramayı deneyebiliriz. Yazar Fred Ward ‘gerçek yeşim, yani cennet taşını bulmanın gökkuşağını yakalamak kadar zor’ olduğunu söyleyerek yazıya başlamakta ve şöyle devam etmektedir;
“Bu özel Yurungkaş Irmağı, yani Beyaz Yeşim Irmağı, yeşim aşıkları için Mekke gibi bir yerdir; 5.000 yıldan fazla bir zamandır Çin uygarlığının merkezinde bulunan malzemenin kökeni buradadır. Eğer Çin’in ruhu yeşimse, o zaman yeşimin ruhu da Yurungkaş’tır.

Devamında Kunlun dağlarının (ki gerçek adı yeşim dağları imiş) altında bulunan Hotan şehrinin beyaz yeşimin 1700’ lere kadar tek kaynağı olduğunu zikreder. Yeşimin ne kadar değerli olduğunu anlatmak için ise şöyle demektedir.
“Çin, Orta Amerika halkları ve Yeni Zelanda Maorileri yeşimi, altın ve kıymetli taşların bile ötesinde en değerli servet olarak görüyorlardı. “Altına bir fiyat konulabilir” biçiminde başlayan o deyiş, “ama yeşime fiyat biçilemez” diye devam ederdi.”
“.. Tıpkı bir ifadeyi süsleyip güzelleştirmek için altın sözcüğünü kullandığımız gibi, Çinliler de yeşimi binlerce deyimlerinin içine katmışlar : “Yeşim kişi”, güzel bir kadındır; “güzel kokulu yeşim”, bir kadının cildidir; “yeşim bitkini”, bir güzelin ölüsüdür.”
Orta Amerika yerlileri altın ve gümüş düşkünü İspanyollar hakkında şöyle bir şey söylemektedirler.
“İspanyolları karşılayan Aztek kralı Moctezuma, kendi Kızılderili değerleri ile metal delisi Avrupalılarınkiler arasındaki farkın kesin olarak yerini belirlemişti. Cortés ile karşılaşmasından sonra, söylentiye göre danışmanlarına, “Tanrıya şükür, sadece altın ve gümüşte kalmışlar; yeşimi bilmiyorlar” anlamında bir şeyler söylemiş.”
Gene aynı makaleden yeşimin Çin’de, Doğu Türkistanda ve sadece nefrit denilen türünün olduğunu, nefrit ve jadeit olmak üzere her iki türünün de Altaylarda bulunduğunu öğreniyoruz.Bu ayrıntıyı belki Yada taşı ile bir bağlantısı olabilir diye alıntıladım. Ayrıca bu taşların çok sert olduğu da makalede yer almaktadır.
“Mohs sertlik skalasında 5.5 ila 6.5 sertlik derecesine sahip olan nefrit, çelikten (5.0 ila 6.0 Mohs) daha serttir ve kırılmaya karşı direnç ölçüsüyle tüm kayalar içinde en sert olduğu söylenir……
.. 6.5 ila 7.0 Mohs sertliğinde olan jadeit, nefritten daha serttir; fakat onun kadar dayanıklı değildir.”

Çelikten daha sert ve kırılmaya karşı en dirençli taş, rahatlıkla istenilen incelikte işlenebilecek ve sert yaylarla ok atışı yapılabilecek bir mücevher manasına gelmektedir. Müzelerde gördüğümüz aşırı süslü yeşim zihgirlerin sadece bir ziynet eşyası olmadığını, gerektiğinde bu zihgirlerle atış da yapılabildiğini düşünebilirz. Her ne kadar Fatih’in gül tutan elindeki beyaz renkli zihgirin beyaz yeşim mi yoksa mors veya fildişi mi olduğu konusunda kafamızda bir netlik oluşmasa da yeşim zihgirlerin atışta kullanılabileceğini düşünmekteyiz.
“Geleneksel yöntemler, bir yay kirişine iliştirilmiş bir matkap gövdesiyle yayı ileri geri çeviren ve matkabın ucunu su ve zımpara ile birlikte işleten bir zanaatkar tarafından da gösterildiği üzere (solda), sonsuz sabır gerektiriyordu. Çinliler eski nefrite lao-yu, yeşime ise fei-cui-yu ya da balıkçıl yeşimi derlerdi. Eh bu yöntemle küçük bir eserin ortaya çıkmasının aylar alacağını tahmin etmek hiç de zor değil”
Orta Asya’dan gelen Yada taşına saygı Osmanlıya kadar ulaşmış olabilir mi? Bu konu ile ilgili bir şey söyleme imkanımız yok ancak bazı taşların sağlıkla ilgili faydaları olduğu bilinmektedir veya öyle olduğu düşünülmekteydi. Yeşim taşının böbrek rahatsızlıklarına ve diş çürüklerine iyi geldiğine ve şans getirdiğine inanılmakta idi. Belki bir batıl inanç, belki şifa maksatlı, belki de şans getirsin diye. Sebebi ne olursa olsun yeşim taşının dünyanın hemen her tarafında kıymetli bir taş olduğu ve Osmanlılarda da değer verildiği anlaşılmaktadır.

Bizdeki müzelerde, saraylarda yeşim taşından nakış nakış işli zihgirler bulunur. Son Timurlular yani Babürlerin saraylarında da muhteşem zihgirler bulunduğunu kataloglardan biliyoruz. Şu ana kadar manda boynuzu başta olmak üzere kuka, fildişi, abanoz, mors dişi, narçıl, lületaşı, pelesenk, gümüş, pirinç gibi malzemelerden zihgirler yapmış idik. Uzun zamandır aklımızda yeşim taşı vardı. Yeşim taşından zihgir yapılabilir miydi yoksa bu iş artık bitmiş miydi? Beyazıt’ta defalarca doğal taş malzemeler satan dükkânları aşındırdık, ancak onlar bize yeşim taşı yerine yeşil taşlar teklif ettiler. Veya çok küçük parçalar.
-“Boşuna uğraşmayın yapamazsınız “ diyerek moral vermeyi de ihmal etmediler elbet. Sadece bir usta varmış taş işleyen. O da çok nazlı imiş ve sadece düz yüzeylerde çalışabiliyormuş. Elimizde yeşim olmadığı için miş- mış larda kaldık daha fazla araştırmadık.
-Ağabey yeşim taşı denedin mi hiç?
-Bulsam deneyeceğim de Gökmenim bulamadım ki.
-Bende bir parça var bir ara getiririm.
Gökmen kardeşimin düğününe Ali Kılıç hocamla beraber katıldığımızda , düğün telaşı içinde unutma- mıştı ve bir yumurtanın yarısı olan bir parça yeşimi bize hediye etmişti. Sultanlara yeşim yakışır. İşte müzelerde muhteşem örneklerini gördüğümüz yeşim zihgirlerden en azından deneme için bir fırsat avuçlarımızın içinde duruyordu. İzmir’den döndükten sonra perşembe pazarından gerekli aletleri almıştım ama hastamız vardı. Rahmetli kayınpederim yoğun bakımdaydı ve hanım onunla ilgileniyor du, ben ise avukatlık büromuzu idare etmeye çalışıyordum. Meğerse bütün işi hanım yapıyormuş da ben farkında değilmişim, anladım. Uzunca bir uğraşıdan sonra kabaca bir şekil vermeyi başardım ama aldığım uçlar hem yamuldu, hem kırıldı. Ya hangi uçtan alacağımı bilememiş, ya da bir şeyleri yanlış yapmıştım. Araya cenaze telaşı ve bayram girdiği için bir kenarda duran yeşim taşını Buğra kardeşimin atölyesini bizlere açması ile yeniden elime aldım. Kabaca zihgir hatlarını verdiğim taşın bir kenarında belli belirsiz bir çatlak olması canımı sıkmışı. Alternatifi olsa umurumda olmayacaktı ama alternatifi yoktu. Umutsuz da olsa üzerinde çalışmaya devam ettim. Oldukça kalın hatları olan zihgir ortaya çıktıktan sonra saatlerce zımparalama ve ovalama işleminden geçen zihgir parçası sonunda telkari işlemeye de izin verecek kalınlıkta bir zihgire dönüştü.

Yapamazsın diyenleri hatırlıyorum gülümseyerek. Hamdolsun altından kalktık ama eski ustaların işçiliklerine hayran olmamak elde değil. Adamlar o zamanki alet edevatla nasıl bu taşları oymuşlar anlamak zor. Bırakın sert yeşimden zihgir yapmayı üzerine bir de ince oyuklar açıp telkarilerle nakış nakış işlemişler. Bazı resimlerde üzerine altınla işlemeler yapıldığı, bazılarında da aslında yeşim üzerine bir işlem yapmadan gümüş tellerden yapılan bir zarfın taşlarla süslü olarak zihgir üzerine giydirildiği görülmektedir. Elimize alıp inceleme imkânı bulamadığımız için kesin bir şey söyleme hakkımız yok elbette ama üzerindeki işlemeli zarf çıkartılarak atış yapılıyor olması imkân dâhilinde gibi görünmektedir. Telkari işleme bizi aşar ama bu işi yapan ustalarımız var. Bursa Irgandı köprüsündeki usta ( şimdi taşınmış) ‘böyle bir zihgir yapmayı hayal ediyorum’ diyordu ve elinde muhteşem işli yeşim zihgir resmi tutuyordu. Biz yeşim zihgir hayalimizi gerçekleştirebildik. Irgandı köprüsündeki sanatkara ulaşamadık ama hamdolsun sanatkar açısından bir sıkıntımız yok. Talimhanemize altın ışıltısı getiren müzehhibe Melike hanımefendi “bir tezhip denemesine izin verin ben bu zihgiri süslerim” dedi ve aldı eline fırçasını, altın ışıltısını. Bakın bakalım nasıl yeniden canlanıyor geçmişin ihtişamı. Bakın hanım kardeşimizin narin ellerinde tezhip çiçekleri nasıl da güzel açıyor ve saray zerafeti nasıl da göz kırpıyor. Eline sağlık Melike üstad. Talimhanemizi altın ışıltısıyla donattığın gibi inşallah sizin de ömrünüz altın parlaklığında geçer. Sultanlar yeşim sever, Talimhanemize de sultanlara layık eserler yakışır. Sözümüz alın terimize, hükmümüz emeğimize, nazımız gözümüzün nuruna geçer. Biz Türk Okçuluğunu çelikten sert taşları delecek ve üstüne altından çiçekler işleyecek kadar seviyoruz.

Ocak 2012 Adnan Mehel