15 Ağustos 2009 Cumartesi

Moğolistan’da Benzersiz keşif




Bir yakınımız daha ölmüş Moğolistan’da

Arkadaşlarımız okla ilgili araştırma yaparken tarihimizi ilgilendiren bir şeylere ulaştığımızda paylaştığımızı bilirler. Geçenlerde Azad Kuldevlet kardeşimiz haber vermişti Moğolistan’da bir kurgan kazılmış diye. İşlerimiz dolayısı ile ilgilenmeye vakit bulamamış idik. Sizler için konuyu biraz araştırayım dedim. Haber başlığı şöyle “Unikalnaya Nahodka Arkeologov v Mongolia -Moğolistanda Arkeologların Benzersiz Keşfi”

Tvcom-tv.ru internet sitesinin haberine şöyle bir göz atalım bakalım: Size de ilginç gelecek mi? Haber daha taze sayılır. Şöyle diyor 16.07.2009 tarihli haberde:

“Rus-Moğol ortak araştırma ekibi 7. yüzyıla ait, bilim adamlarının göçebe -Türk halklarının tarihine alışılmış bakış açılarını büyük ölçüde değiştirecek bir buluntu keşfetti. Arkeolojik eserleri görebilmek için ekip üyeleri birkaç ton toprak çıkartmak zorunda kaldı. Böylesi Moğolistan’da daha önce keşfedilmedi.

Bu sadece bir kurgan değil, bir zamanlar etrafı kuleler ve toprak setlerle çevriliydi. İçerde arkeologlar üç kemerli bir galeri içine konulmuş ve içinde kilden insan ve at heykelcikleri bulunan kerpiçten iki niş buldular (odacık).”


Fesuphanallah yahu bu adamlar göçebe değil miydi? Ne şehri, ne heykeli? Bu adamlar kültürsüz, bir şey üretmeyen, medeniyete hiçbir katkısı olmayan, tarih dışı diye sınıflandırılan, asıl geçimi yağmacılık olan barbarlar değil miydi? Bakın haberde bile göçebe-nomad diye yazılıyor. Kim koymuş acaba o heykelleri oraya? Büyük olasılıkla ya Çinlilerden çalmışlardır ya da İranlılardan. Bakalım uzmanlar ne demiş bu konuda? Benim gibi kel kemankeşin lafına kim itibar edecek? Devam ediyoruz;

“Eski liderin mezarı kerpiç duvarla kapatılmışsa da, bu gömüt kendi zamanında soyguncular tarafından yağmalanmış. Kerpiç duvarın bir kısmı yıkılmış, mezarın girişini koruyan kilden iki aslan heykeli kırılmış. İçerde bulunan ahşaptan insan, kuş, hayvan ve balık heykelcikleri korunmuştur. Üstelik eski ustalar tarafından figürler insan yüzüne çok benzer şekilde yapılmış”

Olacak iş değil! Gerçekçi akımda bir sanatkâr ve içerde yatanın yüzüne benzer tarzda heykelini yapmış. Göçebelerden heykeltıraş çıkmayacağına göre herhalde heykeltıraşı dışarıdan ithal etmişlerdir. Faks çekmiş veya telefon etmiş olmalılar. Bu Türkler göçebe ya nerden bilsinler böyle işleri!

-“Aloo!!! Abi be sevabına Yunanlılara söyle, bize bir iki tane heykeltıraş göndersinler. Reisimiz öldü ona bir heykel yapılacak. Mezarına koyacağız abi, ilk uçakla gönder sana zahmet. Orada yoksa Florensa’ya falan haber verin. İranlı heykeltıraşlar bizim pek hoşumuza gitmiyor, onlar gerçekçi yapamazlar. Çinliler de çok süsleme yapıyor, biz ne de olsa göçebeyiz, öyle süslü işler bizi bozar .”

İşe bak hem de kulelerle süslenmiş toprak barikatlı bir kale ve ciddi bir antik şehir bulunmakta. Hiç göçebenin şehri mi olur? Onlar at üstünde gezerler hiç durmadan. At çobanıdırlar, bir de koyun beslerler. At eti yer, kımız içerler. Bize öyle anlattınız şimdiye kadar. Bakalım başka ne demiş uzmanlar?


“CO RAN ( Rus Bilim Akademisi Sibirya Bölümü) Orta Asya Tarih ve Kültür Enstitüsü Moğoloji,Tibetoloji ve Budizmoloji Bölüm Müdürü Sergey Danilov:

Buluntular, kumaş üretimi, kerpiç imali, dülgerlik (marangozluk) sanatlarında yüksek seviyeye ulaşıldığını kanıtlamaktadır ve bu “Göçebe” Türklerde sanatın gelişmediği yerleşik bakış açısını-(kanaatini) çürütmektedir.”


Hayda! Adamlarda el sanatı ileri düzeydeymiş. Bizden birisi yapsa bu yorumu İrlandalılar “Hadi oradan be!” derdi. “Kafatasçı mısın nesin? Eşkıyaymışız be kardeşim, vurmuşuz kırmışız almışız, bunu bir defa kabul etmemiz lazım.” “Toynbee abi be “tarih dışı” halkların yapacağı işler mi bunlar? Ne işler karıştırıyor bu Moğol ve Rus arkeologlar. Abi bu dülgerler, heykeltıraşlar, kumaş dokumacılar nerden gelmiştir? Hangi zavallı “ari ırkın” temsilcileridir bunlar. Göçebeler bunları yapamaz di mi abi.? Kafamız karıştı. Yıllardan beri seni tarihte otorite saymışız. Sen buyurmuşsun “tarih dışı halklardan olduğumuzu.” Sevabına hâlâ yaşıyorsan şu işi yorumlayıver. Bu Ruslar alkole müpteladır ne dediklerini bilmezler. Adamın sıfatı bir paragraf kadar var ama saçmalıyor galiba. Kitap yazmana falan gerek yok, sen dersen biz inanırız. Bizim göçebe aklımız ermez böyle şeylere. Zamanında casusluk falan yapmışsın, yazdığın “Mavi Kitap”ta sahtekârca attığın kazığı hâlâ çıkartamadık ama sen bizi yine de seversin abi. Sen ne de olsa “Türk dostu” olarak bilinirsin bu ülkede. Açıkla gözünü seveyim.’

“Kazı alanının yerini Moğolistan Uluslararası Göçebe Medeniyeti Araştırmaları Enstitüsünden Prof. Oçir 7 sene önce keşfetti. Arkeolojik araştırma ancak Moğol alimlerin kazı-araştırma yapabilecek ortak ve alan çalışmasının finansmanını bulduktan sonra başlayabildi. Moğolistan Uluslararası Göçebe Medeniyeti Araştırmaları Enstitüsü, Uluslararası Projeler Koordinatoru Tayjid Ayuydayn Oçir: “Bu gömütü keşfettikten sonra uzun bir süre kimle çalışacağımıza karar veremedik, sonunda şu anki Rus arkeolog arkadaşlarımızda karar kıldık.”

Oçir abi orda kazı alanının hemen 165 km alt tarafında bizimkiler olması lazım. Hani Orhun yazıtları var ya? Hah Oradalar işte. Onlara haber vermediniz mi abi? Hani oraya depo falan yapmışlar, yazıtları depoya koymuşlar, kaplumbağanın üzerine yazıtı ters yerleştirmişler ama olsun. Cepheye de Çince tarafı çevirmişler ama o da önemli değil. Bir de oralara asfalt yol yapıyorlarmış. 3 sene öncesine kadar oralarda araba bulunamazken Moğolların her birinin altında son model cipler varmış. Bereketli topraklar üzerinde ellerinde detektör bize ait kurganlardaki altın eserleri götürüp çarşıda pazarda satıyorlarmış. Zaten yakın zamana kadar oralarda bu mezar soygunculuğu yasak değilmiş. Yeni yasalaşmış galiba ama harıl harıl altın aranıyormuş gene. Bizimkiler de oralara yol yapmakla meşgulmüş, onlara bir haber verseydiniz belki ilgilenirlerdi. Yol bitince kaldırım yapmaya başlarlar. Her sene de değiştirirler artık. Belki oraya da bir asfalt yol yaparlardı. İnsan haber vermez mi? Ne de olsa siz bizim amca çocuklarımız sayılırsınız. Ayıp değil mi Ruslarla çalışıyorsunuz?


“Arkeologlarca keşfedilen bu kurganın sadece 2 km yakınında eski bir yerleşke bulunmaktadır. Daha önce bu yerleşkenin Uygurlar veya Kidanlar tarafından kurulduğu düşünülüyordu. Ancak son keşif bilim adamlarını bu görüşlerini gözden geçirmeye zorlamaktadır.”

Uluslararası Göçebe Medeniyeti Araştırmaları Enstitüsü Bilim Adamı Lhakvasuren Erdenebold: Bu eski (antik) yerleşkenin üzerinde çalıştığımız höyük (kurgan-Nekropol) ile bağlantısı olduğunu düşünüyoruz. Araştırmaya devam edeceğiz.”

Yahu Erdenebold hocam sen bari bizimkileri tanıyorsun. TTK’nın sayfasında birkaç çalışmada soyadını gördüm. Herhalde adını doğru okuyamadılar. Kim verdi abi bu ismi sana ya? İnsan sevabına bir haber verir. Belki aradığınız finansmanı bir şekilde sağlarlardı. Ne olacak bir kazı masrafından? Bak bizim kurumlarımız bir sürü kazıya destek oluyor. İçlerinde bizim tarihimizle ilgili çok az kazı var ama olsun, belki ilgilenirlerdi abi ya. Neyse fazla cıvıtmayalım. Kemankeşler gene uzun yazdın diye başımın etini yiyecekler.

“Bazı tarihi kaynaklara göre bu antik yerleşim noktası 647 yılında Tuul Nehri yakınında kuruldu. Arkeologlar bu antik şehirde farklı zamanlarda Moğolistan topraklarında göçebe imparatorlukları kuran, Türk, Kidan ve Uygur, olarak 3 ayrı halkın yaşadığı 3 farklı katman bulunduğunu düşünmektedirler. Ancak bunun doğruluğu gelecek sene tetkik edilebilecek.”

Yevgeni Pavlov’dan geçen haber böyle. Bu kazı alanı Dzaamar denilen küçük bir kasabanın yanındaki Tuul Irmağı’nın yakınında. Tuul Irmağı, Orhun Nehri’nin kollarından birisi ve bu alan Orhun Yazıtları’na çok yakın. Güney batı istikametinde kuş uçuşu 165 km. Moğolistan da yol yok zaten, hadi olsun 200 km. Ben bu haberi bizim televizyonlarda duymadım. Acaba bizi hiç mi ilgilendirmiyor? Haberle ilgili adresi veriyorum. Rusça anlamasanız da bu kurganın içini görmenizi tavsiye ederim.Kanal Rusya geneline yayın yapan ciddi bir televizyon kanalı ha!!! öyle yerel tv falan değil

http://zvezdanews.ru/video/day_events/science/0033411/
http://rutube.ru/tracks/2137013.html?v=2862ac76e0cdc6042b889e05a1040a47&autoStart=true&bmstart=131

Adamlar nasıl da hararetli veriyorlar haberi. “Benzersiz keşif” diye. Bizden ilgilenen olur mu acaba? Ha! bir de yakınlarda büyük bir altın madeni var. Altın işlemede de atalarımızın ileri düzeyde olduğu bazı “densiz, kendini bilmez bilim adamları” tarafından söylenmekte. Anlatılanlara göre Bilge Kağan hazinesi denilen hazine, Tutankamon’un mezarından sonra en fazla altın buluntuya sahip kazı özelliğini taşıyor. Kurganlarda bol miktarda ele geçirilen altınların kaynağının burası olması olasılığı hiç de az değil. Gözünüzü seveyim beze ait olduğunu sağır sultanın bile duyduğu, kabul ettiği Orhun Yazıtları’nı sıvazlayıp durmaya ara verin de etrafınıza biraz bakın. Hazine avcıları kurganlarımızı daha fazla talan etmeden etraftaki eserleri tespit edip koruma altına alın. Bırakın yolla, kaldırımla uğraşmayı da, tarihimiz yağmalanıyor ne olur biraz sahip çıkın.

İSKİTLEŞTİREBİLDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ ?

Bizimkiler ilgilenmezse ne olacağını ben size söyleyeyim. Ruslar bu işe fon bulamayacaklarından, daha doğrusu bulmayacaklarından, önceki kazılarda olduğu gibi araştırma yapmak üzere bu eserler Alamanya’daki veya Amerikanya’daki laboratuarlara gidecek. Bir sene gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra, mevtanın beyaz olması hasebiyle İskitlere ait olduğu söylenecek. İskitlerin “İndo-İrani bir halk” olması dolayısı ile Hint- Avrupa dil ailesi bağlantısından ari ırkın temsilcilerinden birine, kuvvetle muhtemel ki İndo-Germen halklardan birisi olduğu bilimsel (!) olarak açıklanacak. Tıpkı daha önceki buluntuların başına geldiği gibi.

Almanlar İndo-germen halkları Asya içlerinde aramaktan vazgeçmişlerdi. İkinci dünya savaşında Rusların elinden Asya’yı alamadıkları için olsa gerek. Daha çok İskitlerin torunu olduklarını iddia ettikleri Osetler üzerinde duruyorlar ve Osetya da cirit atıyorlar ama bu buluntu bence Asya ya geri dönmek için iyi bir sebep. Tabii önce usulünce İskitleştirilmesi icap etmektedir. Böylelikle Romanya’dan taa okyanusa, Kuzey Çin’den Kuzey Sibirya’ya kadar uzanan dünyanın en büyük imparatorluğu kurulmuş oluyor. “Hayali İskitya İmparatorluğu” Nerede önemli bir eser varsa, İskitya oraya kadar uzuyor. Buzlardan daha Kamçatka da araştırma yapamıyorlar yoksa oraya da çıkacağından şüpheniz olmasın. Yalnız orada sınır belli Bering Boğazı. Orası artık Amerikanya’nın başlangıcı sayılacağı için İskitleştirilmeye ihtiyaç yoktur..Kafanıza İskit göçebesi kadar taş düşsün ne diyeyim.

İLGİSİZLEŞTİREBİLDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?

AA dan bir muhabir vasıtasıyla ajansa gönderdim haberi, onlar da ilgilenmediler. Demek ki önemsiz bir haber. Elin Rusunu, Moğolunu heyecanlandıran haber bizimkilerin kılını kıpırdatmıyor. Başka bir yerde gene aynı bölgede içinde violeine benzer müzik aleti çıkan bir kurgan kazısı haberi daha vardı onunla da ilgilenmezler nasıl olsa göndermeye gerek yok. Gene bir yetkili Korelilerle ve Çinlilerle yapılan ve son 4 – 5 yıldır kurgan kazılarında elde edilen Hun dönemine ait yığınla altın ve gümüş eşyanın restorasyonlarının Kore de yapıldığını ve orada sergilendiğini söylüyor, o da önemsiz bir haberdir. Veya 2,5 metre boyunda duvar kabartmasının (Uygurlar ait) buluntusu da önemli sayılmaz. Yahu Hunlar bizim atalarımızdan değimliydi? Urumçi’de katledilen Uygurlarla aynı soydan değimliydik? Cengiz hocayı aramıştım geçende. Kazı alanı olarak tespit ettikleri 10.000. yerden bahsetti. Düşünebiliyor musunuz sadece Moğolistanda 10.000. alan kazılmayı bekliyor. Kim bilir Doğu Türkistan’da Tuva da Altaylarda Minusinsk Havzasında Krasnayarskda ve batı kısımlarında ne kadar eser vardır ve arkeolojik zenginliklerimiz yerin altında bekliyor. Bizden haber de yok ilgi de yok. Tarihine sahip çıkamayan geleceğini nasıl şekillendirebilir? Nasıl büyük düşünebilir? Nasıl büyük rol oynayabilir? Hadi vazgeçtik Hundan Göktürkden diğer Türkî halklardan yahu bu ülkede Selçukluyu doğru dürüst araştıran arkeolog var mı? Sızlanıp duruyoruz bize göçebe rolü verildi diye. İlgisizliği gördükçe bazen bize verilen o rol bile fazla diyesim geliyor. Olsun ne yapalım ben de sizinle paylaşırım.

9 Ağustos 2009 Pazar

Kemankes celebi gezi notları Gerede-Düzce

Sıcaklar bastırdı artık. Rehavete garkoldu kemankeşler. Hatta mayıştık iyice. Ama yapılacak işler var, gidilecek mekânlar, araştırılacak konular var. İşlerin arasına serpiştirebildiğimiz kadarı ile sırayla halletmeye çalışıyoruz. Kemankeş Çelebinin yolu Ankara Sincan’a düşmüştü bu sefer. 29 Temmuz sabah 04 de İstanbul’dan hareketle ulaşılan Sincan’da, akşam saat 17.00 ye kadar süren adliye koşuşturmaları nedeniyle Ankara’da ki dostlarımıza uğrayamadık elbet. Dönüş yolunda şu Eskiçağa-Yeniçağa neresiymiş, yay yaparlar mıymış, gökçe ağaç dedikleri ağaç, huş ağacı olabilir miymiş sorularının cevabını araştıralım dedik. Saat 18,30 suları Yeniçağa gölünün etkileyici akşam manzarasını otoban kenarından bir deklanşör basımlık kadar seyrettikten sonra çıktık gişelerden. Yeniçağa 5-6.000 nüfuslu bir yer. “Nasıl olsa bu saatte sorularımıza cevap verecek birisini bulamayız ayrıca burada böyle iptidai şeylerle uğraşan olmaz zaten” diye Eskiçağaya gitmeye karar verdik. Yolda telefonla aradığım Metin Orhan Hocam da zaten Mengen orman işletme yetkilileri ile görüşürsen iyi olur diyordu. Adres soralım diye yaşlıca bir vatandaşın yanında yavaşladık. Araştırıyorum güya ama nedense bir bezginlik var üzerimde. Oblamov* modunda hissediyorum kendimi.
-“Hacı ağabey!! Eskiçağa nerede? Buralarda yay yaparlarmış eskiden,sen bilmezsin deden de bilmezdi, ama duydun mu bir şeyler?. Müzeye benzer bir şeyler veya evinde eskiden kalma yay ok falan olan birilerinden haberin var mı?” Arkadaşlar garipliğe bakar mısınız. Arabanın penceresinden sorulacak soru mu bunlar? Dedikya Oblamov modundayız diye. Bereket Hacı ağabey olgun. Kibarca yanıtladı;
-“Hoş geldiniz, Eskiçağa’ya şuradan gideceksin. Buralarda öyle bir şey yok, belki Eskiçağa’da vardır. Orada kahveci İsmail’e sor. O sana yardım eder. Selamımı söyle” dedi.
-“Eyvallah hacı abi” dedik Mengen yoluna doğru yola koyulduk. Eski çağa dedikleri 10-15 hanelik bir köymüş meğerse. Eski, sevimli bir kıraathanesi var. 5-6 kadar emeklilik günlerinin tadını çıkartan vatandaş oturmuş sohbet ediyor. Çekip arabayı kahvenin karşısına açıp pencereyi sorduk;
-“Eskiçağa burası mı?” Arabanın durduğunu görür görmez yerinden zaten fırlamış olan güleç yüzlü bir Anadolu insanı arabaya yaklaşıp :
-“ Evet efendim”. Nedense canım arabadan inmek istemiyor.
- “Kahveci İsmail kim?”
-“Benim beyim buyurun” İçimden; ‘Akşam üstü adrese teslim bela mısın nesin. İnsene lan arabadan aşağıya!!!. Adam ayağına kadar gelmiş sen hala ukalalık ediyorsun’ diye söylenerek indim arabadan.
-“Selamün aleyküm! Sana birisinin selamı var ama kim olduğunu bilmiyorum yolda rastlamıştım”.
-“???. Aleykum selam.” Anlattım meramımı. Kibarca dinlediler hemen bir çay söyleyip.
-“Valla sizin dediğiniz yayı bilmeyiz ama dedelerimiz Osmanlı zamanında demir işiyle uğraşırlarmış atların nallarını, mıhlarını, demir aksamlarını yaparlarmış”. Hayda! Bu da nereden çıktı şimdi.
-“At arabalarının makaslarını da yaparlar mıymış?
-“ At ve araba başta olmak üzere her türlü demir işi yaparlarmış”
-“Ya şafak biraderim sen bu adamların yay ustası olduğunu nereden okudun? Hele bir daha bak. Bunların yaptığı yay bizim yay değil, yaylı arabanın yayı galiba” “Belki temren falan yapmışlardır” diye tarif ettimse de netice yok. Evinde yay veya ok bulunan birini de bilmiyorlar. Anlaşıldı vaziyet bir de şu gökçeağaç dedikleri ağacı soralım bakalım;
-Buralarda gökçeağaç derler bir ağaç varmış bilir misiniz bu ağacı?
-“Beyim biz kayın ağacına gökçe deriz.”
-“ Yahu hele bir gösterin, marangoz varsa bir parça alalım. Canım Türkiye’mde ne kayın, kayın ne huş huş, her yerde ayrı isim aynı ağaç.
-“ Buyurun beyim gidelim” dedi. Ahmet yılmaz isimli bir hacı ağabey. Bindik arabaya düştük Mengen yoluna. Pazarköy müdür nedir oranın orman işletme deposuna soktu Ahmet ağabey bizi. Koca koca kütükler dizili koca alanda.
-“Aha dedi gökçeağaç.”
-“ Hacı abi bu bal gibi kayın yahu. Huş falan değil.”
-“Beyim burada huş ne arasın. Bunları siz kayın olarak biliyorsunuz biz gökçeağaç. İstediğini al.”
-“Hacı abi koca kütüğü ne yapayım, nasıl taşıyayım? Zaten kayınsa gerek yok. Bir marangoz bulalım hele.” Pazarköy içinde bir kahveye gittik. 3 masalık okey takımı çalışma yapıyor. Ama ne hararetli bir antreman anlatamam. “Hoşgeldiniz” dediler oyuna ara verip. Gülümsedik. Hah şöyle be karşılama dediğin böyle olur. Kahveci hemen ne içeceğimizi sordu buyur etti başköşeye. Dedik “bir marangoz lazım”. Hemen aradı birisini. Ulaşamayınca “gidelim beraber marangozhaneye” dedi kahveyi elemanına emanet edip bizimle beraber geldi. Marangozhane dedikleri oldukça iri bir ağaç işleme atölyesi. Gökçeağacın bildiğimiz kayın olduğunu tesisin sahibinden teyit ettikten sonra karaçam ve köknar iki parça ağaç alıp döndük gerisin geriye. Aklıma 8 sene önce gene Mengende rastladığım 11 çocuk sahibi yaşlı ama dinç bir Mengenli geldi. Gülümseyerek anımsadım, otostop yapıyordu Yedigöller yolunda. Neşeli, müthiş zeki bir Anadolu insanıydı. Mevzuyu hatırlamıyorum şimdi ama “hacı amca sen de az değilmişsin ha” diye gururunu okşayayım derken, “ bedenümü şişüme avkat bey” cevabındaki zakaya ve espriye kahkahalar atmaktan gözümden yaş gelmişti. Güler yüzlü insanlar eski-yeniçağalılar, Mengenliler. Uğrayın yolunuz düşerse. Buralarda huş ağacı yok, yay ustası da olmamış. Çega tutkalını hiç duymamışlar. Yani bu bölgede akçağaçtan başka işimize yarayacak bir şey yok gibi.
Akşam kadim dostumuz Düzceli Sami ustayı ziyaret edip orada sabahladık. Sami ustayı bilmeyenler için söyleyeyim her yönüyle sanatkâr. Asıl işi gümüşçülük ama elinden gelmeyen iş yok. Bizim gümüşten zighirleri yapan usta. Birde tasarımları kendisine ait gümüşten, savatlı bilezikler yapar ki görenleri hayran bırakır. Hanıma hediye etmiştim nefis bir tane. Amerikalı birisine yaptığı en son savatlı oymalı gümüş bileziği gösterdi, nutkum tutuldu. Üzerinde Bulgari yazsa en tanınan model olur ama “ameli Sami” yazdığı için meraklısından başkası bilmez. Bu nedenle Sami Usta gibi sanatkârlar şehir merkezlerinde dükkânlarının kiralarını ödeyemedikleri için atölyelerini köydeki evlerine taşımak zorunda kalırlar. Orada bir yandan bilezik, yüzük yapıp geçimini temin etmeye çalışırken, diğer odada köyün çocuklarına ebru sanatını, toprak boya yapmaktan başlayarak öğretir Sami usta. Ekrem kardeşim yay kalıplarını bir gönderebilse yay yapmaya da başlayacak geçen sene temin ettiğimiz akçaağaçlardan. Sami ustamla sabah üçe kadar muhabbeti koyultunca ertesi gün 10.da zor uyanabildik elbette.
- “Sami ustam, şu bizim kemankeş ormanına bir gidelim mi?”. Atladık arabaya Sami ustamla yanında dünya tatlısı çocukları ve misafiri Emreyle. Delikanlı üniversitede öğrenciymiş. Sohbet tabi zırh, ok, yay, tarih olunca birkaç defa sordu garibim yanlış duyduğunu düşünerek.
-“Abi sen ne iş yaparsın?”
Dereden geçtik su şırıltılarını dinleyerek. Ulu ağaçların olduğu bir orman hayal ediyorum elbet. Bir an önce büyüsün akçalarımız. Büyümüş ama akçalar değil yabani otlar. Bri sene olmadı daha nerden büyüyecek. Ormanımızın Her tarafını yabani bitkiler sarmış. Diken mi istersiniz, sarmaşık mı, yoksa kızılotlar mı? Ama belli birileri ağaçların etrafını temizlemiş. Hakan bey ve ekibi olmalı. Ne de olsa onların sorumluluk alanı. ‘Merak etmeyin Adnan Bey, bakarız biz sizin ormanınıza’ demişti ayrılırken. Sağolsunlar. Sevindirici tarafı 3-4 tanesi dışında ağaçların hemen hepsi tutmuş. Ama yabani otların arasından bir şey görünmüyor ki. Topraktan fışkırıyorlar sanki.
Akçalarımızı fotoğrafladıktan sonra ‘Hadi kışın göremediğiniz şelaleyi de görelim’ dedi Sami usta. Biraz üst taraftaki pınara gittik önce. Roma döneminden kalma bir lahit kapağını delmişler ortasından plastik boruyu geçirmişler ve süslü bir çeşmeye sahip olmuş köylüler. Kemankeş ormanına giden yol kenarındaki meranın az yukarısındaki pınar, sizi bekliyor bütün garipliğiyle. Tarlaya bir suyolu açmışlar içi pişmiş toprak kap parçalarıyla dolu. Belli ki bu alan Romalılar zamanından kalma bir yerleşke. Daracık keçi yolu, kayın ve kestane ağaçlarının altından ilerliyor. Masalsı bir havası var çağlayan yolunun. Yolda mantarlar, kızılcıklar, böğürtlenler, ikramlar sunuyor gelenlere. İnişli çıkışlı patikadan ilerlerken çağlayanın uğultusu yaklaşmaya başlamışken Sami usta birden durarak;
-“ Abi bu ne ya?. Gösterdiği bitkiye bakıyorum irkilerek
“Hint keneviri!!!!”
Vay deyyuslar vay!!! Kitapsızlara bak, kimsenin geçmediği bir yere ekmişler ki faili mechul olsun. Söylene söylene şelaleye gidiyoruz. Vallahi şelale Sami ustanın anlattığı kadar varmış. Suyu çok fazla olmamasına rağmen köpük köpük suların yükseklerden deli deli dökülmesi seyre değer. Burada orman çok güzel, ağaçlar dağ gibi yüce. Şelalenin üst tarafındaki küçük bir delikten seyrediyorsunuz gökyüzünü. Ardı ardına deklanşöra basıyorum kemankeşleri bu yaz sıcağında güzel bir manzarayla serinletmek için. Yukarıda büyük şelale var diyor Sami usta ama biraz önce gördüğüm kenevirler canımı sıkıyor. Telefon çekmeye başlayınca arıyorum jandarmayı.
-“İyi günler. Ben av. M.Adnan Mehel, buraya diktiğimiz ormana bakmaya gelmiştim de yolda kenevire rastladım da… falan filan”. Oğlum kırk yıllık hukukçusun böyle bir hikâye olur mu? Tamam işin aslı böyle de, kim inanır buna. Yok orman dikmiş te, yok pınara gitmiş te, yolda hint kenevirine rastlamışta. İster misin şimdi “vay uyanık bize masal anlatıyor” desinler? İyi ki bizim ormana dikmemişler keneviri. Oranın afyonu da baya kaliteli olur ha toprak o kadar güzel ki altın düşse yere seneye kalmaz ağacı biter. “Abi bunlar kemankeş ormanı malı. Böylesini Afganistan’da bile bulamazsınız” diye satarlardı herhalde. Töbe töbe. Bugün hem Oblamovluğum, hem tüm abuk subukluğum üzerimde. Birazdan bir görevli aradı;
-“Alo avukat bey ben sivil görevli astsubay ….. şu yeri bir tarif eder misin?”
-“Ne bileyim arkadaş burası dağın başı. Ne sokak adresi var ne cadde. Hani dağın başında lahit kapağından çeşme var ya?
-“Ne çeşmesi, orası neresi.?” Hayda ! Duyarlı vatandaşa olalım derken başımıza iş aldık. 3 defa geldiğin dağ başını nasıl tarif edersin
-“ Siz en iyisi Aydınpınar orman işletmeye gelin ben sizi oradan alayım olmaz mı?”.
Neyse sözleştik bir yerde buluştuk. Sami usta oralı olduğu için kıllanırlar-mıllanırlar, ben göstereyim sevabına diye yalnız buluşup şelaleye yollandık. İki sivil jandarma ve kel kemankeş narkotikçi rolü oynamaya başlamadık dağın başında. Hoş sohbet arkadaşlar ama ben evhamlıyım. Ben olsam ‘bu hergele bunları buraya dikmiş, sonra ne olur olmaz diye tırsıp kendisi haber veriyor’ diye düşünürdüm herhalde.
-“Dere boyunu komple gözden geçirmek lazım. Bu uyanıklar kimin diktiği belli olmasın diye burayı seçmişler. Demek ki tecrübeliler. Buraların en namlı kenevircisini takibe almak lazım acemi işi değil “ falan diye akıl veriyorum. Baya bir mesafe gittikten sonra kenevir tarlasına ulaştık. Birdenbire önlerine çıkan hint kenevirlerinden önce şaşıran görevlilerin eli yaprağa değer değmez yüzleri değişti. Yaprağı kokladılar.
-“Avukat bey bu “hint keneviri” değil” dediler. Kokarmış meretin yaprağı ama bu bitki o kadar çok benzermiş ki hint kenevirine, görevliler bile şaşırırlarmış bazen. Bozum oldum elbette. İki saat burada boşuna zaman kaybettiğime mi yanayım. Yanlış ihbarda bulunup kolluk kuvvetlerini boşuna meşgul ettiğime mi?.
-“Kusura bakmayın ben sadece resmini görmüştüm” dedim ezile büzüle.
-“Olsun avukat bey eksik olmayın. Şaşırmanız gayet normal bak şelale çok güzelmiş,görmemiştik” dediler. Geçerken pişmiş kil parçalarını gösterip ;
-“Belli ki burada büyük bir yerleşke varmış ” dedim. Ne üstüme vazifeyse
-“Tarihi eserlere meraklısınız galiba” lafından kıllandım nedense. “Bunun işi tarihi eser kaçakçılığı diye düşündüler herhalde” diye gene evham bastı gene. Sizi gidi uyanıklar. Gerçi işleri bu. Gerilen sinirlerimle dağ başında nutuk çekeceğim tutmasın mı;
- “Evet, tarihi eserlere meraklıyım. Yalnız beni Helenistik çağın bilmem ne heykeli ilgilendirmiyor. Veya bilmem hangi krala ait metal parçaları da. İkonalar falan da ilgi alanıma girmez. Osmanlıdan Selçukludan kalma ok ucu varsa, yay varsa, ok varsa, ilgilenirim. Satan falan olursa da kusura bakmayın riske girer alırım. Biz bunun ticareti ile değil ilmiyle uğraşıyoruz. Kopyalarını çıkartıyoruz, yeniden yapıyoruz, teknolojisini anlamaya çalışıyoruz. Tarihi eser kaçakçılığı ile ilgilenen varsa da haber gönderiyorum “temrenler varsa, yay varsa, ok varsa haberimiz olsun diye. Şimdiye kadar bulamadık ama bulursam ve imkânım olursa satın alırım. Yeter ki uçmasın buralardan tapu kayıtlarımız. Sizden ricamız eğer ele geçirirseniz böyle bir şeyler, hiç olmazsa bize fotoğrafını gönderin.”
Sabırla dinlediler sağ olsunlar yardımcı olmaya söz vererek. Oturduk bir cigara tellendirdik plastik katkılı Bizans aynalı pınarın yanında. Buz gibi kaynak suyundan da içtik elbette. Sordukça sordu asker arkadaşlarımız. Anlattık kemankeşliğin ne olduğunu ve ne ile uğraştığımızı.
-“Hocam tekrar bekleriz dediler. Ne zaman yolunuz düşerse Düzce’ye, çay içelim sohbet edelim.”
Çenemiz düştü gene kusura bakmayın. Resimler aşağıdaki adreste.
http://picasaweb.google.com.tr/adnanmehel/YeniKlasor?authkey=Gv1sRgCPLxv6Heq6H0aA#
* Rus romancı Gonçarov’un bezginliği ve tembelliği ile ünlü roman kahramanı,

Temmuz 2009. Kemankeş Çelebi- Adnan Mehel